Yeni yılın ikinci ayına girdiğimiz şu günlerde hayatımızda düşünmemiz gereken ne çok şey var değil mi? Gıda fiyatlarındaki yükselişler aile geçim bütçelerini zorlarken, bir yandan da ülkemizde yaşanan kuraklık hem gıda fiyatları ve gıdaya kolay erişimi tehdit ediyor. Kuraklık aynı zamanda hidroelektrik santrallerdeki enerji üretimini de olumsuz etkileme riski taşıyor.
Tüm bunlarla birlikte Covid 19 bir yıldan beri hayatımızın üzerinde büyük bir basınç kaynağı olarak varlığını sürdürüyor. Aşısı bulundu, aşılama başladı derken kime ne zaman sıra gelecek?
İçiniz sıkıldı değil mi? Kendimizin, çocuklarımızın, sevdiklerimizin, dahası bunları tamamen kapayan dünyamızın yarını hakkındaki belirsizlikler en büyük kaygı ve endişe kaynağını oluşturuyor.
İnsanın zihin dünyası düşüncelerle doludur. Her an insanın aklından düşünceler gelir ve geçer. Bunların büyük çoğunluğu anlık zihinsel uçuşmalardır. Bir kısımı ise aklımızın kalıcı ve düşünsel yanlarına yöneliktir. İşte bu yanlar düşüncelerin ve dertlerin egemenlik alanlarıdır.
“İklim sorunu gerçekte enerji sorunudur.”
Bu sözler Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) başkanı Fatih Birol’a ait... Birol, ekonomilere aynı zamanda günlük yaşamımıza güç veren enerjinin aynı zamanda küresel karbon emisyonlarının yüzde 75’lik kısımını ürettiğine dikkat çekiyor ve ekliyor:
“Bu da, iklim sorunun esasında enerji sorunu olduğunu gösteriyor. Uluslararası Enerji Ajansı olarak dünya genelinde temiz enerji dönüşümüne kararlıyız.”
Ocak ayının son iki haftasındaki yağışları saymazsak sonbaharda başlayan yağışsızlık, yeni yılda da sürüyor. Büyük kentlerde içme suyu sağlayan barajlarda su seviyelerinin kritik seviyelere düştüğü yönünde ciddi açıklamalar geliyor.
Kentlilerin sususuzluk endişeleri büyürken, tarımsal üretimi de kuraklık vuruyor. Konya Meram Ziraat Odası Başkanı Murat Yağız da yağış azlığından ötürü kuraklık tehlikesinden söz ediyor. Başkan’ın “Önümüzdeki bir kaç ayda yeterli yağış olmazsa korkarız ki tarımsal kuraklık kendini gösterecektir ve bunun bir sonraki adımı maalesef gıda krizi olacaktır” ifadeleri, önemli bir uyarı niteliğindeydi.
Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin kalıcı etkilerini yağışlardaki azalmayla yaşıyor gibiyiz. Su kaynaklarımızda azalma yı çok fazla ciddiye almıyor gibiyiz. Hala evsel kullanımda tasarruf yollarını anlatarak hane halklarını su tasarrufuna çağırıyoruz.
Türkiyede konutlar suyun sadece yüzde 5’ini kullanırken, sadece bu noktaya odaklanmanın yetersiz bir çaba olduğu ortada. Tarım Türkiye sularının yüzde 50’sini kullanırken kalan yüzde 45’lik kısım sanayide kullanılıyor.
Durum böyleyken ülkemizde tarımda kullanılan geleneksel sulama yöntemlerinin kullanımı radikal olarak gözden geçirilmek zorundadır. Topraksız tarım ve damla sulama tekniklerinin yaygınlaştırılması elzemdir. Sanayi sektörü işletme ölçeğinde daha hızlı harekete geçme kabiliyetindedir. Su tasarrufu sağlayabilecek yöntem ve teknolojileri hızla hayata geçirmek zorundadırlar.
2019 yılı itibarıyla kullandığımız elektrik enerjisinin kabaca yüzde 30’un hidroelektrik santrallarda yüzde 35’inin termik santrallerde üretildiğini göz önüne aldığımızda, yağışlardaki azalmanın sadece kullandığımız suyu değil, yeraltı su kaynaklarımızı da tehdit ettiği ortadadır.
Bu anlamda elektrik üretim tesislerine at barajlar ve termik santraller elektrik üretirken su veya su buharı gücü kullandığından, kuraklıktan doğrudan etkilenme riski taşıdıkları kesin.
Su meselesinde vaziyet bu kadar can sıkıcı bir hal almışken Covid 19 cephesinde neler oluyor? Aralık ayından bu yana hafta sonu ve akşam sokağa çıkma yasakları, sosyalleşme imkanlarının giderek daraltılması, telefon rehberlerimize kadar giren hastalık ve ölüm haberlerini kısmen azaltmışken, aşı tartışmaları ve endişeleri de çokça konuşulmaya başlandı.
Aşı gelecek mi? Çin aşısı güvenli mi? Bize çip mi takıyorlar? “Eskilerin deyişiyle şuyu vukuundan beter.” Bu endişeler ve dedikodular hala sürmekte… Bize cip mi takıyorlar? sorusunun yanıtını aramaya zamanı ve fikri kaynağı olanlardan değilim. Diğer sorular için ise açık medya kaynaklarından edindiğim bilgiler var; Onları aktarabilirim.
Çin aşısı güvenli mi? Çin aşısıyla ilgili en detaylı faz çalışması bilindiği gibi Brezilya da yapıldı. Orada bu çalışmada sağlık sektöründe çalışan ve virüse yoğun olarak maruz kalan denekler kullanıldı. Burada elde edilen sonuca göre aşı, ağır ve orta dereceli vakalarda yüzde 100 etki sağlıyor. Hafif vakalarda etkisi yüzde 70’lerde tüm denekler bazında ise Dünya Sağlık Örgütünün alt sınırı olan yüzde 50’yi geçiyor. Önemli olan hayatta kalmak olduğuna göre ağır ve ılımlı vakalarda tedavi oranı yüzde 100 olan bir aşıyı tereddütsüz kullanmak lazım diye düşünüyorum. Zira kim bu belayı basit bir soğuk algınlığı gibi savmaya hazır değildir ki?
Sağlık Bakanlığı Kasım ayında yaptığı açıklamada 25 milyon kişiyi aşılamaya hazırlandığını söyledi. Çin üretimi Sinovac aşıları ocak ayının başından itibaren ülkede hızla uygulanmaya başladı. Toplam nüfusa oranla aşılanması düşünülen kesim az gibi dursa da yaşlılar ve açık risk altındaki sağlık çalışanları dışında tolumun aktif nüfusuna yetecek bir aşılama planı olduğunu düşündüren bu uygulamanın aksamadan, sorunsuz uygulanması mutasyon söylentilerinin başladığı ve dünyanın yeni bir dalgaya salgın dalgasını beklediği şu günlerde son derece önemli. Bu arada Sinovac aşısıyla birlikte Pfizer/Biontech aşısıyla da beş milyon dozluk bir anlaşma yapıldığı, bunun 1.5 milyon dozunun hibe, kalanının da bedeli ödenerek satın alındığı, bu aşıların da -70 derece soğutulmuş özel dolaplarla kullanım noktalarına getirileceği de gelen duyumlar arasında.
Geçtiğimiz günlerde katledilişinin yıl dönümünde andığımız Uğur Mumcu’nun bilinen bir sözünü burada tekrarlamak istiyorum:
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak...
Bu söz, fikir üretimiyle sonuçlanan düşünme şeklinin muhakkak bilimsel bilgiye dayanması gerektiğini anlatan bir serzeniştir aslında. Hayatımda bu sözün içeriğini çok güçlü bir ihtiyaç olarak hissederim; Özellikle de böylesi kasvetli zamanlarda...