MEHMET KARA
Türkiye ekonomisi üçüncü çeyrekte yüzde 11.1 büyüdü.
Bu büyüme nasıl bir arka plana sahip ve ne kadar sağlıklı tartışmasını ekonomistlere bırakalım. Ama onlara elektrik cephesinden küçük bir tüyo bırakıp öyle ilerleyelim.
İstisnaları saymazsak, son 15 yılda elektrik tüketimindeki büyüme oranı milli gelirdeki büyümeyi hep geride bırakmıştı. O yüzden, bu yılın üçüncü çeyreğindeki büyüme ile elektrik tüketimindeki artışı karşılaştırmak, büyümenin sağlığı konusunda bir fikir verecektir.
Biz özetini söyleyelim: Üçüncü çeyrekteki büyüme oranıyla elektrik üretimindeki artış oranı geçmiş yıllardaki genel seyrini korumuş.
Elektrikteki büyüme, milli gelir artışının küçük de olsa bir miktar üzerinde. Hemen ekleyelim, elektrik depolanabilen bir ürün değil, o yüzden genel olarak talep edildiği oranda üretim yapılması esas. Yani, büyüme ile elektrik üretimi arasındaki karşılaştırmanın sonucunu büyüme ile tüketim karşılaştırmasına da uyarlamak pekala mümkün.
Neyse küçük bir tüyo dedik ama bir sürü laf ettik, konumuza dönelim.
Ve son söyleyeceğimizi baştan söyleyelim. Yılbaşında elektrik fiyatlarına bir zam bekleniyor. Konut, ticarethane ve sanayi olmak üzere üç ana elektrik fiyat tarifesi var. Bunlardan hangisine yüzde kaç zam olacağını tam kestiremesek de yüzde 10’a yakın bir fiyat artışı şaşırtıcı olmayacaktır.
İyi de zam yapmak şart mıdır? Bize sorarsanız evet, şart görünüyor.
Çünkü birim başına elektrik üretim maliyetleri yükseldiği halde elektrik satış tarifeleri uzun süredir değişmedi.
Peki maliyeti neler arttırdı? Öncelikle elektrik üretiminde ciddi payı olan ithal kömür ve doğalgazda fiyatlar arttı. Bu ürünler döviz karşılığında alındığı için kur artışları da elektrik üretim maliyetlerini TL bazında ciddi ölçüde yukarı taşıdı.
Şebekeye verilen elektriğin maliyetini yukarıya taşıyan faktörler bununla sınırlı değil. Yenilenebilir enerji kaynaklarını destekleme mekanizması kapsamında rüzgar, hidroelektrik, biyokütle, jeotermal ve güneş santralleri tarafından üretilen elektriğe de dolar (cent/kWh) cinsinden ödeme yapılıyor.
Bir diğer maliyet artışı da yerli kömür elektriğine ödenen fiyat alım garantisinden kaynaklanıyor. Çünkü Bakanlar Kurulu, elektrik üretiminde yerli kaynakların payını arttırmak amacıyla geçtiğimiz yıl başlatılan, yerli kömür elektriğine fiyat alım garantisi uygulamasına 2024 yılı sonuna kadar devam edilmesini kararlaştırdı. Üstelik şu anda 185 TL olan yerli kömür elektriği alım fiyatı 2018 yılının ilk çeyreğinde 201 TL olarak uygulanacak. Hatta, izleyen dönemde her üç ayda bir bu fiyat otomatik olarak enflasyon oranında artacak.
İşte elektrik üretim maliyetlerinde yaşanan tüm bu artışların tüketiciye yansımaması beklenemez. Evet, bugüne kadar tarifelere zam yapılması hep ötelenmişti. Bunun nedeni, elektrik faturasının yükseldiğini gören vatandaşın, buna yönelik tepkisini seçim sandığında göstermesi endişesiydi. Şimdi yapılacak bir zam için de aynı şey söz konusu değil mi? Elbette öyle. Ama artık bıçak kemiğe dayanmış görünüyor. Yukarıda anlattığımız maliyet artışlarını fiyata yansıtmamak için kaçacak bir delik kalmadı.
Çünkü, elektrik üretimindeki payı yüzde 70-80’lere ulaşan özel sektör oyuncularının manevra alanı kalmadı. Özellikle özelleştirmeden santral ve dağıtım bölgesi devralan oyuncuların önemli bir kısmının yüklüce bir miktar döviz cinsinden banka borcu var. Bu şirketlerin gelirleri TL cinsinden yerinde sayarken, finansal borçları kur artışları nedeniyle TL cinsinden çok ciddi bir artış gösterdi.
Bankalar bu şirketlerin kapısına dayandı ve mevcut kredileri erken kapatmaları yönünde zorlamaya başladı. Bu konuda ellerinde bolca enstrüman da var. Böylece, elektrik fiyatına zam yapmak yerine bu şirketleri daha düşük kar marjlarıyla çalışmaya zorlamanın da sonuna gelinmiş oldu.
Bu arada, son iki haftadan bu yana doğalgaz santralleri ile özel sektör doğalgaz ithalat ve toptancıları arasında yaşananlar da elektrik fiyatlarının arttırılması zorunluluğunu gösteren bir başka gelişme. BOTAŞ, doğalgazdan elektrik üreten santrallere ihtiyaçlarının ancak yüzde 40’ı kadar gaz verebileceğini, üstelik bu kısma da yüzde 8 zam yaptığını, ihtiyaçlarının kalanını özel sektör oyuncularından tedarik etmeleri gerektiğini duyurmuştu. Bunun nedeni ise özel sektördeki ithalatçıların ellerindeki gazı satacak yer bulamamasıydı. Çünkü BOTAŞ’ın gaz fiyatı, özel sektör oyuncularının maliyetlerinin çok altındaydı. Ancak elektrik fiyatlarının düşük kalması, gaz santrallerini “Çalışırsam 100 zarar edeceğim, çalışmazsam 50, en iyisi hiç çalışmayayım, zararım küçülsün” deme noktasına getirdiği için sorun yine çözülemedi. EPDK da tarihinde ilk kez, gaz yılının başlaması için tamamlanması gereken prosedürleri ertelemek durumunda kaldı. Hem de iki kez. Doğalgaz şebekesinden iletim kapasitesi almak için rezervasyon taleplerinin normalde 30 Kasım 2017’ye kadar BOTAŞ’a ulaştırılması gerekirken, EPDK bunu önce 11 Aralık 2017’ye erteledi. Gaz santralleri ithalatçı/toptancılarla yine anlaşamayınca şebeke kullanım talepleri için son başvuru tarihini bu kez 18 Aralık 2017’ye öteledi.
İşte tüm bu yaşananlar gösteriyor ki, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) enerji sektörüyle ilgili bazı kararları almakta gecikmiş durumda. Hem maliyet artışlarını gözeterek elektrik fiyat tarifelerini yeniden belirlemekte, hem de bunun yol açtığı 2018 Gaz Yılı’na yönelik kararları zamamında almakta...
EPDK tabii ki vatandaşın enerji faturalarının artmasından yana olamaz. Ama bu yaklaşımın sonucu, sistemi tıkanmaya yol açacak noktaya kadar taşımamalı. Çünkü EPDK sistemin sağlıklı işlemesinden sorumlu bir kurum, tüketiciyi koruma derneği değil. Zamanında alınmamış kararların bir maliyeti vardır. Bu maliyet gecikmiş kararın maliyetinin içinde gelir.
Sistemin canı cehenneme, zam mam yapılmasın, vatandaşın faturası artmasın da diyebilirsiniz. Ama merak etmeyin, sistem çökmese bile, zam yapmamanın maliyeti yine vatandaşların cebine yansıyacaktır. Zam yapılmadığı için tıkanan sistemin açılmasına harcanacak kamu kaynağı, uzun vadede enflasyon olarak yine onlara ödetilecektir.
Her neyse çok uzattık. Burada keselim. Zamanında yapılmayanların faturasını herkes ne zaman öder tam bilemiyoruz ama bunları söylediğimiz için dayağı ilk yiyen de biz olabiliriz.
Mehmet KARA