Covid-19 pandemisi sebebiyle yüzyüze yapılamayan 2020 Dünya Ekonomik Forumunun Küresel Riskler Raporu, Ocak 2021 ortalalarında yayımlandı. Raporun, gerçekleşme ihtimaline göre sıralanmış riskler listesindeki ilk beş sırayı çevre ve iklim değişikliği ile alakalı riskler oluşturuyor.
İklim Değişikliğinin Önüne Geçmede Başarısızlık, etkisi en sert şekilde hissedilecek risklerin başında geliyor. Rapor, devletleri ve organizasyonları iklim gerçeklerini fark etme ve sürdürülebilir bir ekonomiye geçiş yapma konusunda uyarıyor.
Bu rapor, ait olduğu 2020 yılının içinde değişik ülkeler tarafından alınmaya başlanan aksiyonların da izlerini taşıyor. Çin, 2060 yılına kadar karbon nötr olma sözü verirken ABD Başkanı Joe Biden, göreve başladığı ilk gün seçim kampanyasında ısrarla vurguladığı Paris İklim Anlaşması’na yeniden katılma kararı aldı. Avrupa Birliği ise Aralık ayında karbon emisyonlarını 2030’a kadar en az yüzde 55 oranında azaltacağını açıkladı.
Neredeyse tüm dünya emisyonlarını kapsayan, iklim değişikliği konusundaki ilk çok uluslu anlaşma özelliğine sahip Paris Anlaşması, şu ana kadar 177 ülke tarafından imzalanmış durumda. Bu anlaşmayla imzacı ülkeler, küresel sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutmayı, tercihen 1,5 dereceyi yakalamayı hedefliyor.
Anlaşmayla her ülke karbon emisyonlarını azaltma hedeflerini kendisi belirliyor. Niyet edilen ulusal katkı (NDC) olarak adlandırılan bu hedeflerin, beş yılda bir gözden geçirilmesi, gelişmiş ülkelerinin, iklim değişikliğine uyum sağlayabilmeleri ve yenilenebilir enerjiye geçmeleri için yoksul ülkelere yardım etmesi hususlarını öngörüyor.
Ülkemizde de geçtiğimiz günlerde, İklim Değişikliğiyle Mücadele Sonuç Bildirgesi Bakan Murat Kurum tarafından açıklandı. 14 maddeden oluşan bildirge İklim Kanunu çıkarılmasını hedefliyor. Bu amaçla kanun hazırlığına yardımcı olacak, temel ilke, sorumluluk ve eylemleri içeren kapsamlı bir rapor hazırlanıp Meclis’e sunulacak. Yine Bildirge’ye göre sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum sağlamasına yönelik “2050 Ulusal İklim Değişikliği Stratejisi ve Eylem Planı”nın uygulamaya konulacak.
Bakanlık, ülke çapında atıkların geri kazanımının 2035 yılına kadar yüzde 60’a çıkarılmasını, elektrik üretiminde güneş enerjisi kapasitesi 10 gigavata, rüzgâr enerjisi kapasitesi de 16 gigavata yükseltilmesini ayrıca, 2023’te binalarda kullanılan fosil yakıtlar yüzde 25 azaltılırken 2030’a kadar tüm binalara enerji kimlik belgesine sahip olma zorunluluğu getirilmesini hedefliyor.
Bu bildirgeyi Türkiye’nin iklim kriziyle mücadele konusunda 2009’da hazırladığı İklim Değişikliği Stratejisi (2010-2023) ve 2011’de yayımlanan İklim Değişikliği Eylem Planlarının devamı olarak görebiliriz. 1992’de Rio’da kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 2004’te, 1997’de imzalanan Kyoto Protokolü'ne 2009’da taraf olan Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı 2016’da imzalayan 175 ülkeden biriydi. Buna karşın, anlaşma henüz mecliste onaylanmadığı için yürürlüğe giremedi. Türkiye, hâlihazırda Eritre, Güney Sudan, Irak, İran, Libya ve Yemen’le birlikte anlaşmayı onaylamayan son yedi ülke arasında.
Anlaşmaya göre ülkeler, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olarak iki kategoride sınıflandırılırken, tüm ülkelerin karbon salınımına karşı ortak sorumluluğu olduğu ancak mücadele kabiliyetlerinin göreceli olarak farklılıklar içerebileceği gerçeğinden hareketle sorumluluk üstlenmesi bekleniyor.
Buna bağlı olarak, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine maruz kalan gelişmekte olan ülkelerin anlaşmaya uyum süreçlerinin hızlandırılması ve sera gazı emisyon azaltma yeteneklerinin yükseltilmesi amacıyla gelişmekte olan ülkelere finansman, teknoloji transferi ve kapasite geliştirme imkanların gelişmiş ülkeler tarafından ihraç edilmesi gerekiyor.
Anlaşma metnindeki en temel teknik belirsizlik, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke sınıflandırmasının hangi kıstaslara göre yapıldığı net bir şekilde belirtilmemesi. Türkiye’nin itirazları da bu noktada etrafında şekilleniyor. Meclisin anlaşmayı onaylamamasındaki en büyük neden, Türkiye’nin anlaşmada gelişmiş ülkeler arasında sayılması.
Bu durum, Türkiye’yi karbon salınımında en büyük paya sahip ilk 10 ülkeyle aynı sorumluluklara ortak ederken, finans yardımından da mahrum kalma sonucunu doğuruyor. Ancak, hükümet hem nüfus hem de ekonomik anlamda “gelişmekte olan” ülke statüsünde değerlendirilmesinin daha uygun olacağını ve anlaşmanın taahhütlerini yerine getirmek için finansal desteğe ihtiyacı olacağını düşünüyor.
Türkiye, yukarıdaki gerekçe ve yaklaşımlara dayanarak 2050 yılına kadar iklim değişikliğiyle mücadele stratejisini ve eylem planını kendisi belirlemiş durumda. Ancak, bütün devletlerin, konuyla ilgili bilim adamlarının ve toplumsal sınıfların mutabık kaldığı husus dünyamızın geri döndürülemez zararlar almaya başladığı, küresel iklim değişikliği ve bunun nedenleriyle acil mücadele edilmesidir. Bu mücadele global ve tarım, sanayi, madencilik gibi tüm sektörlerin entegre mücadele ettiği ve bilimsel çağrılara uygun bir mücadele olmak zorundadır.
İklim Değişikliğiyle Mücadele Sonuç Bildirgesi ile birlikte Türkiye’nin Paris Anlaşmasıyla arasını açması öncelikle Türkiye’nin korona virüsü pandemisi ile beraber ekonomik sorunlarının katlanarak artması gerçeği ve yaşanan iktisadî darboğazın aşılabilmesi çabalarından bağımsız düşünülemez. Bildirgede açıklanan “Emisyon Ticaret Sistemi” ve düşük emisyonlu üretime yönelik teşvik mekanizmaları, kaynağını ekonomik konjonktürden alan önlemler. Ancak, tüm bunlara rağmen, dünya ekonomisiyle entegrasyonumuz bizi Paris Anlaşmasıyla uyumlu olmaya zorluyor. Kasım 2021’de Glasgow'da yapılacak iklim zirvesi bu anlamda ülkemiz için çok önemli bir toplantı olacak gibi görünüyor.