Türkiye`de elektrik dağıtımı tümüyle özelleşti.
Bu durum ikide bir büyük başarı olarak gösteriliyor.
Doğrudur, bu operasyonla Hazine`nin kasasına yaklaşık 13 milyar dolarlık bir kaynak girdi.
Ama gelinen noktada ortada övünülecek bir durum olup olmadığı tartışılır hale geldi.
İki nedenle... Bu nedenlerden biri daha teknik. Dağıtım şirketleri, her tüketicinin elektriğini istediği tedarikçiden alabilmesin imkân sağlayacak altyapıyı hâlâ kurabilmiş değiller.
Oysa özelleştirilen şirketlerin, serbest tüketici limitinin sıfırlanacağı 2015 yılı sonuna kadar buna ilişkin hazırlıkları tamamlamaları gerekiyordu olmadı.
İkinci ve sektörün geleceği açısından daha önemli olan nedene gelince... Özel sektör oyuncuları elektrik dağıtım şirketlerini devralırken çoğunlukla döviz cinsinden borçlandı.
Kurlar düşük seyrederken sorun yoktu ama özellikle son bir yıldır, bu şirketlerin TL cinsinden borçları hızla arttı. Halbuki dövizle borçlanmalarına rağmen bu şirketlerin gelirleri TL cinsinden...
Dağıtımı devralan sermayedarların, bu finansal borçları ödemekte zorlandıklarını bilmek için kahin olmaya gerek yok.
Dağıtımdan sonra elektrik üretim özelleştirmelerine geçildi. Orada da epey yol alındı ama açıklanan hedeflere bakılırsa gidilecek yol uzun.
Döviz borcu yükü, üretim santrallerini devralan oyuncular için de geçerli. Hatta bunlardan bazıları zaten dağıtım özelleştirmesinde de rol almıştı.
Evet, Türkiye enerjide, hadi biraz daraltalım elektrikte gerçekten serbest bir piyasa kurmak istiyor. Ama bunun için öncelikle, eldeki yapının bu mantığa göre işletilmesi şart.
EPİAŞ`ın yakın zamanda işletmesini devraldığı serbest elektrik piyasasındaki fiyatlar hep aşağıyı gösteriyor.
Peki kimin elektrik faturası düşüyor?
Hiç kimsenin.
Neden?
Çünkü tedarikçi gerçekten görünen fiyatlardan teklif sunamıyor tüketiciye.
Niye?
Çünkü orada görülen fiyatlar referans olamıyor. Bunun nedeni de, devletin verdiği yüksek fiyattan (dövizle!) alım garantisiyle çalışan santrallerin getirdiği yükün, tedarikçilerin maliyetlerini yükseltmesi. Bir de talep ve üretim tahminlerinin tutturulamayışından kaynaklanan piyasa dengesizliğinin yol açtığı maliyet artışları var.
İşte bu iki yük, yani dengesizlik ve YEKDEM maliyeti, tedarikçinin gerçek maliyetinin yüzde 20-30`una ulaşabiliyor zaman zaman.
Demek ki, normalde elektrik üretim yatırımı yapmayı düşünebilecek firmalar için gösterge sayılması gereken serbest piyasa fiyatları referans vasfından uzak!
Ne? Tam anlaşılmıyor mu? Ya da anlatamıyor muyuz?
Evet, haklısınız, işler çok karışık. Ama çözümsüz değil.
Peki nedir?
Aslında söylemeye de dilim varmıyor ama bu işlerin kalıcı çözümü elektrik tarifelerine zam yapmaktan geçiyor.
Çünkü "zam geldi denilmesin" kaygısıyla maliyet-fiyat arasındaki bağı koparırsanız ileride hep birlikte altında kalırız.
Aradaki makas bir gün mecburiyetten ve aniden kapanınca bazılarının parmağı, eli, kolu, hatta kimilerinin boynu kesilir maazallah...
Parmak, el ve kol neyse de, hiç kimse boynunun vurulması riskini kolay kolay göze alamaz herhalde...
Sonuç itibariyle, madem serbestlik deniliyor, o halde piyasanın sağlıklı işlemesi şart.
Piyasanın kestiği parmak acımaz demek doğru değil, çünkü gerçek anlamda bir piyasalaşmadan söz edemiyoruz bu şartlarda.
Üstelik enerji piyasasında yaşanacak bir kriz (aslında piyasalaşma süreci tökezliyor) tüm sektörleri, yani ekonominin bütününü olumsuz etkiler...
...
YAZARLAR
Mehmet KARA
- Söylemeye de dilim varmıyor ama...
Önceki ve Sonraki Yazılar