DR. NEJAT TAMZOK
Son dönemde, enerji sektöründeki önemli tartışma alanlarından biri de yerli kömüre teşvik konusu oldu.
Geçtiğimiz günlerde Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılan kömürle ilgili değişiklikler sonrası, bu tartışmalar daha da alevlendi.
Bu konuda, genel olarak, iki farklı görüş bulunmakta.
Bir taraf; kömür sektörünün yüksek oranda teşvik edildiğini, teşvikler nedeniyle yatırımcılar tarafından kömüre ciddi bir hücum olduğunu, bu nedenle de Türkiye’nin kirli fosil yakıtlara mahkûm olmaya devam ederek güneş, rüzgâr, jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelme fırsatını kaçırdığını ileri sürmekte.
Diğer taraf ise, özellikle enerji arz güvenliği sorunundan yola çıkarak, Türkiye’nin yerli enerji kaynaklarına olan ihtiyacını vurgulamakta ve bu gerekçeyle teşviklerin yanında durmakta. Mevcut siyasi iradenin politika tercihinin de yine bu yönde olduğu açık.
Pekâlâ, yerli kömür, gerçekten bir tarafın iddia ettiği kadar yüksek oranlarda teşvik ediliyor ve bu nedenle Türkiye temiz enerjiden uzaklaşıyor mu? Ya da, diğer tarafın ileri sürdüğü gibi, yerli kömüre yapılan teşvikler sayesinde, Türkiye, enerjide dışa bağımlılığını azaltabilecek mi?
Kömür sektörünün her zamankinden daha fazla gündemde olduğu bugünlerde, bu soruların cevaplarını aramakta yarar var.
TEŞVİKLERİN ETKİSİNİ DOĞRU HESAPLAMAK
Öncelikle, yerli kömüre verilen teşviklerin boyutuna bir bakalım…
Son yıllarda, konuyla ilgili olarak hem yerli hem de yabancı kaynaklar tarafından çeşitli araştırmalar yayınlandı. Bunların çoğunda, kömüre yapılan teşviklerin hesaplanmasında abartıya kaçıldığını söylemek mümkün.
Örneğin, bu araştırmaların bazılarında, Zonguldak Havzası’ndaki Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun Hazine tarafından sübvansiyonu da teşvik hesaplamalarına dâhil edildi. Benzer şekilde, kamu iktisadi teşebbüslerinin kömür ya da kömüre dayalı santral işletmeleri için, işin doğası gereği yapmak zorunda oldukları harcamalar ya da iyileştirme/yenileme yatırımları da kömüre teşvik kapsamında değerlendirildi.
Hesaplar bu şekilde yapılınca, yerli kömür yatırımlarının ekonomiye toplam maliyeti de astronomik rakamlara ulaştı. Bu rakamlara, kömür madenciliğinin çevre ve sağlık maliyetleri gibi negatif dışsallıkları da eklenince, söz konusu araştırmaların çoğunun ulaştığı sonuç, Türkiye’de faaliyet gösteren ya da planlanan yerli kömür yatırımlarının tümüyle çöpe atılmasının gerektiği oldu.
ALTERNATİF FAYDALARI DİKKATE ALMAK ŞART
Doğrusunu isterseniz, Zonguldak Havzası’nı ayakta tutabilmek için yapılan sübvansiyonun veya kamu kuruluşlarının rutin faaliyetleri için yaptıkları harcamaların, kömürün maliyet hanesine net olarak yazılması gerektiği ve bu harcamaların hiçbir fayda yaratmadığı tezi oldukça sorunludur.
Öte yandan, bir kamu kuruluşuna Hazine’den yapılan transferler hesaplara dâhil edilirken, diğer kamu iktisadi teşebbüslerinin kömür üretimi faaliyetlerinden elde ettikleri ve Hazine’ye aktardıkları oldukça yüksek miktarlardaki gelirlerin dikkate alınmaması da doğru olmaz.
Aynı şekilde, negatif dışsallıklar maliyetlere ilave edilirken, kömür madenciliğinin; bölgesel sanayileri geliştirme ve dolaylı istihdam yaratma kapasitesi, kırsal alanlarda yapılıyor olmaları bakımından ekonomik ve toplumsal eşitsizlikleri giderici etkileri ya da kırsal bölgelere altyapı hizmetlerinin götürülmesine vesile olmaları gibi pozitif dışsallıklarının göz ardı edilmesi de önemli bir eksikliktir.
Ayrıca, yerli bir enerji kaynağının geliştirilmesi sonucunda, Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyen enerji arz güvenliği sorununun hafifletilecek olması nedeniyle ortaya çıkacak maddi yararların da teşviklerin değerlendirilmesine yönelik fayda/maliyet analizlerinde dikkate alınması gerekir.
Teşvik, elbette, devlet bütçesi için bir maliyet unsurudur. Ancak, enerjide farklı yatırım alternatiflerinin karşılaştırılmasında tek başına maliyetlerin dikkate alınıp faydaların göz ardı edilmesi, bizleri doğru sonuçlara ulaştırmayacaktır.
YERLİ KÖMÜR YATIRIMI DESTEKLERİ
Bununla beraber, buraya kadar olan eleştiriler, yerli kömürün teşvik edilmediği anlamına gelmemektedir. Tersine, özellikle son yıllarda yapılan düzenlemeler neticesinde, yerli kömüre son derece önemli teşvikler söz konusu olmuştur.
Öncelikle, yerli kömür yatırımları için, Maden Kanunu’nda tanımlanmış önemli teşvikler bulunmaktadır. Örneğin, madenlerden alınan “devlet hakkı”nda indirimler sağlayan düzenlemelerin kömür yatırımcıları için büyük fayda sağladığını tespit etmek gerekir.
Bu alandaki asıl teşvikler ise 2012 Haziran’ında yürürlüğe giren Yatırım Teşvik Programı ile gündeme gelmiştir. Bu program, kömür arama ve üretimi ile kömür yakıtlı elektrik santrallerine yapılacak yatırımlar için oldukça cazip teşvikler getirmiştir. Bunlar arasında; KDV ve gümrük vergisi muafiyetleri, gelir vergisi indirimleri, sosyal sigorta prim desteği, arazi tahsisi ve faiz destekleri bulunmaktadır.
Gerçi, yeraltında çalışan kömür üreticilerine, Soma faciası sonrasında çıkarılan “torba yasa” ile işçi ücretleri ya da çalışma sürelerine ilişkin bazı yükler getirildi. Ancak, dünyanın en ağır işlerinden birini yaptırdıkları işçilerini günde 8 saatten az çalıştırırlar ve üstelik asgari ücretin üzerinde bir ödeme de yaparlarsa para kazanamayacaklarını ileri süren kömür üreticileri, söz konusu yükleri – yapılan yeni yasal düzenlemeler sonucunda - devletten fazlasıyla geri almaktalar.
DARBOĞAZA GİRMİŞ OYUNCULAR İÇİN...
Ve nihayet Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılan son düzenleme...
Geçtiğimiz günlerde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren düzenleme ile yerli kömüre dayalı santrallerin üreteceği elektrik için alım ve fiyat garantilerinin söz konusu olacağı anlaşılıyor.
Verilecek garantilerin maddi çerçevesi henüz netleşmedi ve bununla ilgili Bakanlar Kurulu düzenlemesi beklenmekte. Ancak, bu düzenlemenin, kömür santrallerinin özelleştirilmesi sırasında verdikleri tekliflerde ipin ucunu kaçırmış olan ya da yatırım hesaplarını doğru düzgün yapamamış ve bu nedenle darboğaza girmiş firmalara destek amacıyla yapıldığı sektörün tamamı tarafından zaten bilinmekte.
Bununla beraber, söz konusu düzenlemenin, kömüre dayalı santral yatırımları için ciddi bir teşvik işlevi göreceği ve söz konusu yatırımların devlete ve vatandaşa olan maliyetlerini de ciddi ölçülerde artıracağı ortada.
KÖMÜRE DESTEĞİN NEDENİ TEMİZ ENERJİYİ İHMAL DEĞİL
Gelelim yazının başındaki soruların cevaplarına…
Doğrusu, yerli kömür yatırımları, bugüne kadar pek çok diğer sektörden daha fazla destek görmüştür. Ancak, Türkiye’nin temiz enerji kaynaklarına yeterince yönelememiş olmasını kömür ya da kömüre dayalı santral yatırımlarına sağlanan teşviklere bağlamak abartılı bir görüş olacaktır.
Çünkü yerli kömüre verilen bütün bu teşvikler, bugüne kadar istenilen sonuçları doğurmuş değildir. Bırakınız “kömüre hücum”a neden olmayı, yerli kömürün toplam enerji kullanımı içindeki payının gerilemesine dahi engel olamamıştır.
2008 yılında 80 milyon ton düzeyine kadar tırmanan yıllık kömür üretimi, bugün neredeyse 55 milyon tonun altına gerilemiştir. Yerli kömüre dayalı santrallerin toplam elektrik üretimi içindeki payı 2000 yılında yüzde 30’lar düzeyindeyken, günümüzde hızla yüzde 10 çizgisine doğru düşmektedir.
Yerli kömürün kaybettiği alan ise ithal kömür ve doğal gaz tarafından doldurulmuştur. Dolayısıyla, temiz enerjinin rakibi, aslında yerli kömür değil, ithal kömür ve doğal gazdır.
Demek ki, taraflardan birinin ileri sürdüğü tezin yarısı doğrudur.
Aynı rakamlar, diğer tarafın tezini de çürütmektedir. Yerli kömüre teşvik düzenlemeleri çıkarılmış, ancak sonuç alınamamıştır.
Son çare olarak, alım ve fiyat garantileri denenecektir. Bununla beraber, bu girişimden de – ihtiyaç içerisindeki firmaların talepleri hariç - sektörün hayrına sonuçların alınabileceği şüphelidir.
Çünkü bu alanda, teşvik mekanizmalarıyla çözülmesi mümkün olmayacak yapısal sorunlar bulunmaktadır.
GÜÇSÜZ VE TECRÜBESİZ FİRMALARLA BU İŞ OLUR MU?
Öncelikle, kömür tarafında da santral tarafında da kurumsallaşmış ve özel olarak bu alanda deneyim/birikim sahibi firma sayısı son derece azdır. Yakın dönemde yapılan özelleştirmeler sonrasında, yeni yapıda yer alan firmaların pek çoğunun kömür ya da santral işletmeciliği deneyiminin 10 yılı bile bulmadığı görülmektedir.
Yeterince kurumsallaşmamış, üstelik kömüre dayalı santral projeleri gibi özel bir alan için yeterli sermaye büyüklüğüne de sahip olmayan firmaların; aramalara, kömür üretimi ya da santral teknolojilerine, insan kaynağına, Ar-Ge’ye, iş güvenliği ve çevre standartlarını yükseltmeye yönelik sistemlere uzun vadeli yatırımlar yapabileceklerini düşünmek aşırı iyimserlik olur. Bununla beraber, söz konusu yatırımlar olmaksızın, bu alanda, üretim verimliliğini ve maliyet etkinliğini yakalayabilmek ya da iş facialarından uzak ve çevreyle barışık sürdürülebilir bir faaliyette bulunabilmek mümkün değildir.
Kömüre yatırımın giderek güçleştiği, kömür yakıtlı santral yatırımlarına giderek daha zor finansman sağlanabilen bir dünyada kurumsallaşmamış, sermaye yapıları güçsüz firmaların şansı giderek daha da azalacaktır. Bu sektörde, getirilerin ancak uzun vadede elde edilebileceğinin bilincinde olarak yatırımlarını şekillendirebilecek, sermayesi güçlü kurumsal yapıların ortaya çıkmaması durumunda, verimli bir sektör yapısının sadece devlet teşvikleri sayesinde ortaya çıkarılabileceğini beklemek ciddi bir hata olacaktır.
Ankara/Temmuz 2016
e-Posta: nejattamzok[at]yahoo.com