1. YAZARLAR

  2. Dr. Nejat TAMZOK

  3. Yerli kömürde hayaller ve gerçekler
Dr. Nejat TAMZOK

Dr. Nejat TAMZOK

Yazarın Tüm Yazıları >

Yerli kömürde hayaller ve gerçekler

"Bilinen linyit ve taşkömürü kaynakları 2023 yılına kadar elektrik enerjisi üretimi amacıyla değerlendirilmiş olacaktır.”

Bu hedef, ilk defa, Haziran 2009 tarihli Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi’nde ortaya konulmuştu. Rusya ile yaşanmakta olan krizle birlikte, enerjinin mevcut yönetimi tarafından tekrar ve bu sefer daha kararlı bir şekilde gündeme getirildi.

Böylesi bir hedefin gerçekleşmesi durumunda, 2023 sonrası enerji kaynak dengelerinin büyük oranda değişmesi ve elektrik piyasalarının da ciddi ölçülerde etkilenmesi kaçınılmaz.

Dolayısıyla, söz konusu hedefi bir değerlendirmekte yarar var.

17 BİN MW’Yİ BESLEYECEK KÖMÜR

Önce hedefi tanımlayalım…

Yapılan resmi açıklamalara bakılırsa, bugün itibariyle toplam 15,6 milyar ton linyit ve 1,3 milyar ton taşkömürü rezervimiz bulunmakta.

“Rezerv” yerine “kaynak” olarak tanımlanmasının daha doğru olacağını düşündüğüm bu miktarın yaklaşık 3,5 milyar tonunun halen işletilmekte olan santrallerde kullanılacağı dikkate alındığında, elimizde kalan kaynak, toplam 13,4 milyar tondur.

Elbette bu kaynağın tamamı işletilebilir nitelikte değildir. Yaklaşık yüzde 80’i toplam 8 adet havzada bulunan bu kömürlerin ne kadarının işletilebilir olduğu bilgisi, detay fizibilite raporlarıyla kesin olarak ortaya konulamamıştır. Hedefin gerçekleştirilebilmesi bakımından son derece önemli olan bu konuda yıllardır yeterli mesafenin alınamamış olmasını kayda geçirmekte yarar var.

Bununla beraber, her ne kadar kesin işletilebilir rezerv bilgisine sahip değilsek de, elimizdeki kaynağın besleyebileceği santral kapasitesinin kabaca 17 bin megavat büyüklüğünde olacağını söyleyebiliriz.

Demek ki, ortaya konulan hedef, “yerli kömüre dayalı toplam 17 bin megavat kapasitedeki santralleri inşa edip, devreye almak” şeklinde tanımlanabilir.

7 YILDA BİR BAŞARI HİKAYESİ YOK

Bu noktada, hedefin konulduğu 2009 yılından bu yana yerli kömür santrallerinin kapasitesinin sadece yüzde 10 oranında arttırılabildiğini de kayda geçirelim.

Böyle olunca, 2009 yılında yerli kömür santrallerinin kapasitesi toplam gücün yüzde 20’si düzeyindeyken bugün yüzde 13’lere kadar gerilemiş durumda.

Dolayısıyla, 7 yıl önce ortaya konulan hedefe ilişkin olarak bugüne kadar bir “başarı hikâyesi”nin yazılmış olduğunu söyleyebilmek çok zor.

Üstelik bugün itibariyle yerli kömür santrali kurma yönünde kayda değer bir talep de bulunmamakta. Üretim lisansı alabilmiş az sayıdaki yerli kömür santralinin proje gerçekleşmeleri neredeyse sıfır noktasında.

17 BİN MW İÇİN 30 MİLYAR DOLAR LAZIM...

Ama 2009’da koyulan hedefin bitiş tarihi olan 2023 yılına kadar önümüzde daha 6 yıl var. Acaba, belirtilen kapasitedeki santraller bu 6 yıl içerisinde kurulabilir mi?

Evet! Bu, teorik olarak mümkün. Toplam kurulu gücü 17 bin megavat olan kömür santrallerini 6 yıl içerisinde tamamlayıp devreye alabilir ve böylelikle yerli kömüre dayalı kurulu gücün toplam güç içerisindeki payını yüzde 13’lerden 2023 yılında yüzde 22’lere kadar çıkarabilirsiniz.

Ancak, elbette bunun ciddi bedelleri olacaktır!

Öncelikle yatırım bedeli…

Söz konusu kapasitenin oluşturulması için 30 milyar dolar civarında bir kaynak gerekmekte. Ortalamaya vurursak, yılda 5 milyar Dolar.

Küresel piyasalarda bol para dönemi kapandı. Üstelik kömür yatırımlarının finansmanına ilişkin olarak piyasalarda giderek artan bir isteksizlik de bulunmakta. Dolayısıyla, bu koşullarda, böylesine yüksek bir finansmanı uluslararası piyasalardan uygun koşullarda sağlamayı beklemenin aşırı iyimserlik olacağını düşünürüm.

Finansmanın yurt içi kaynaklardan temin edilmesi durumunda ise - genel ekonomi üzerinde oluşacak yükler nedeniyle - maliyetler çok daha yüksek olacaktır.

EN FAZLA KÖMÜR TÜKETEN ÜLKE OLURUZ

Ortaya konulan hedefin; teknik, ekonomik, finansal, çevresel ya da politik parametreler dikkate alındığında ulaşılabilirliğinin son derece güç olacağını düşünmekteyim. Bununla beraber, sorunların bir şekilde aşılıp hedefin gerçekleştirilmesi durumunda ise Türkiye’nin kömür üretimi en az 4 kat, tüketimi ise 3 kat artış gösterecek. Böylelikle, Türkiye, dünyanın en fazla kömür tüketen ilk 4-5 ülkesi arasına girecek.

Türkiye’nin kömür üretimi, örneğin tüm bir Zonguldak Havzası’ndaki üretimin yaklaşık 180 katına, Soma Havzası’ndaki üretimin ise yaklaşık 20 katına çıkacak.

Kömür üretiminde bu kadar kısa sürede bu düzeyde yüksek bir sıçrama, dünya tarihinde de pek rastlanılır bir durum değildir. Dolayısıyla, böylesi bir hedefi gerçekleştirmek için yola çıkıldığında, beraberinde pek çok sorunla karşı karşıya kalınacağının da bilinmesi gerekir.

ÇEVRE, FİNANSMAN MALİYETİNİ YÜKSELTİR

Muhtemelen ilk karşılaşılacak olan sorun, küresel ya da yerel çevre hareketlerinin tepkileri olacaktır. Söz konusu tepkileri küçümsemek ya da göz ardı etmek büyük hata olur. Çünkü bunların şiddeti, bir şekilde finansman maliyetlerine yansımaktadır.

Kömüre dayalı 17 bin megavat gücündeki santrallerin elektrik üretimi, yılda en az 130 milyon ton düzeyinde bir karbondioksit emisyonu yaratacaktır. Bu miktar, Türkiye’nin elektrik üretimine bağlı mevcut karbondioksit emisyonunun neredeyse yarısına karşılık gelmektedir. Dolayısıyla, söz konusu emisyon, bir taraftan küresel ölçekte itirazlara neden olurken, diğer taraftan Türkiye’nin Birleşmiş Milletlere sunmuş olduğu emisyon azaltım hedefleri bakımından da önemli sorunlara yol açabilir.

SOSYOEKONOMİK SORUNLAR DA ÇIKACAK

Bununla beraber, kömüre dayalı santral projelerinin çevresel etkileri sadece karbondioksit emisyonlarıyla sınırlı değildir. Hava kalitesinden gürültü sorununa, su kaynaklarından ekosistemler üzerine olan etkilerine kadar pek çok sorun, yatırımlarla eş zamanlı olarak Türkiye’nin gündemine gelecektir. Geçtiğimiz yüzyılda bir ölçüde tolere edilebilen bu sorunlar, içinde bulunduğumuz yüzyılda yatırımların önünde ciddi ayak bağları oluşturmakta, ülkeler için önemli imaj sorunlarına neden olabilmektedir.

Dahası, yüksek ölçekli kömür üretimleri, doğrudan çevresel olanların dışında başka etkilere de yol açacaktır. Yatırım yapılacak olan bölgelerin bir kısmında, yerleşim yerlerinin değiştirilmesi ya da istihdam biçimlerindeki farklılaşma nedeniyle bir takım küçük çaplı göç olaylarının yaşanabilmesi son derece olasıdır. Bu bölgelerde; nüfus artışı, hızlı kentleşme, barınma, sağlık ve iş güvenliği sorunları yanında, üretim ilişkilerinin farklılaşmasından kaynaklanan ciddi sosyoekonomik sorunlar da hızla yatırımcının karşısına çıkacaktır.

KALKINMAYA ÖNEMLİ KATKISI OLUR

Ancak, kömür madenciliğine dayalı elektrik üretim faaliyetlerinin sadece olumsuz taraflarını görmek, bu konuda eksik değerlendirmelere yol açabilir. Söz konusu faaliyetlerin, elbette, ekonomik ve toplumsal kalkınmaya son derece önemli katkıları da bulunmaktadır.

Öncelikle, bu faaliyetlerin, genellikle kırsal alanlarda yapılıyor olmaları bakımından, ekonomik ve toplumsal eşitsizlikleri giderici etkileri ve dışsal fayda sağlama kapasiteleri son derece yüksektir. Bu faaliyetlerin gerektirdiği altyapı hizmetleri, kalkınmanın da temel unsurlarındandır.

Kömür madenciliğinin, doğrudan yüksek istihdam yaratma kapasitesinin yanında, diğer bölgesel sanayileri de geliştirmek suretiyle dolaylı istihdam yaratma özelliği de bulunmaktadır. Büyük ölçekli kömür madenleri, yapıldıkları bölgeler için her zaman son derece önemli gelir kaynaklarını oluştururlar.

Üstelik Türkiye’nin, tüm bir ekonomisini son derece olumsuz etkileyen ciddi bir enerji arz güvenliği sorunu bulunmaktadır. Dolayısıyla, gerek enerji sorununu bir ölçüde hafifletmek, gerekse faaliyetlerin sağladığı katkılardan yararlanabilmek amacıyla, bu kaynaklarını kullanabilme hakkı da olmalıdır.

VERİMSİZLİĞE KARŞI HAVZA PLANLAMASI

Bununla beraber, yerli kömür kaynaklarından elektrik üretiminde yararlanmada geçmiş dönemlerde yapılan hataların tekrarlanması ve “Havza Planlaması”na dayanmayan anlayışlarda ısrar edilmesi; kaynak kayıplarına, verimsizliğe, iş güvenliği ve çevre sorunlarına yol açacaktır.

“Genel Havza Planlaması”, içi boş bir kavram değildir.

Kömür havzaları; elektrik üretim tesisleri, kömür madenleri, yöre sanayisi, tarımı, ormanları, su kaynakları, toplumsal-ekonomik durumu bir arada dikkate alınarak bir bütün olarak projelendirilmelidir.

YENİLENEBİLİRLE BİRLİKTE PLANLAMA

Söz konusu havzalarda; yöre sanayi sektörleriyle bütünleşik, yörenin toplumsal kalkınması ve yoksulluğun azaltılarak gelir dağılımının düzeltilmesi hedeflerine yönlendirilmiş bir planlama esas olmalıdır.

Çevre ve iş güvenliği alanlarında “mevcut en iyi standartlar” tatbik edilmelidir.

Yerli makine-ekipman sanayinin, yerli teknolojilerin, mühendislik yeteneklerinin ve nitelikli istihdamın geliştirilmesi, bu projelerin öncelikli hedefleri arasında yerlerini almalıdır.

Ve eğer mümkünse, bu havzalar, yenilenebilir enerji çeşitlerini de kapsayan enerji havzaları şeklinde tasarımlandırılmalıdır.

YETKİN İDARE VE KADRO İHTİYACI

Yukarıda genel çerçevesi çizilen havza planlamalarının ise, bu konuda yetkinlik düzeyi yüksek kamu idareleri ve kadrolar vasıtasıyla yapılabileceğinin, ayrıca bilinmesi gerekir.

Bununla beraber, böyle yapılmayıp, kömür havzaları içerisindeki sahaların yapay olarak yaratılmış parçalar halinde – kurumsallaşmamış, sermaye yapıları güçsüz bir takım firmalara işlettirilme düşüncesi, telafisi mümkün olmayan olumsuz sonuçlara yol açacaktır. Böylesi bir işletmecilik tercihi, yukarıda değinilen bütünsel planlama anlayışıyla elde edilecek toplumsal yararın oluşumunu engelleyecek olup, sürdürülebilir doğal kaynak yönetimine de tamamen aykırıdır.

Yakın tarihlerde yaşadığımız Soma ya da Elbistan faciaları, bu tarz işletmecilik anlayışlarının en bariz sonuçlarıdır ve söz konusu facialardan artık bir ders çıkarılmış olması gerekir.

Yok, eğer ders çıkarılmadıysa ve yine aynı hatalar tekrar edilirse, hem enerji sektörünün geleceği hem de Türkiye’nin imajı bakımından son derece olumsuz sonuçlarla karşılaşmaya hazırlıklı olmalıyız.

Dr. Nejat Tamzok

Ankara/Haziran 2016

Önceki ve Sonraki Yazılar