DR. NEJAT TAMZOK
İnsanoğlunun bugüne kadar kullandığı elektriğin çok büyük kısmı fosil yakıtlardan üretildi. Bu yakıtların egemenliği günümüzde de sürüyor. Fosil yakıtların yanında hidrolik kaynaklar da her zaman kullanıldı; 1970’li yıllardan itibaren bunların arasına nükleer enerji de katıldı.
Bunlardan kömür, en başından itibaren küresel elektrik üretiminde en yüksek oranda kullanılan yakıt oldu. 1970’li yılların sonlarına kadar petrolün payı da oldukça yüksekti; petrol fiyatlarında aşırı artışlar yaşanınca kullanımından neredeyse tüm dünya vazgeçti. Daha sonra geniş doğalgaz rezervlerinin bulunması ve ardından birleşik gaz çevrim türbin (CCGT) teknolojisinin gelişimi ile 1990’lı yıllardan itibaren elektrik üretiminde doğalgazın kullanımı hızla arttı.
Kaynaklar arasındaki rekabette çevre ya da jeopolitik/jeostratejik faktörler de rol oynadı. Ama sonucu belirleyen asıl dinamikler her zaman teknoloji, verimlilik ve dolayısıyla maliyetler oldu.
Bugün, söz konusu dinamikler, rekabetin kazananının değişmeye başladığını, çok da uzak olmayan bir gelecekte elektrik üretiminde kaynak kullanım tercihlerinin kökünden değişeceğini bize söylüyor.
***
Hidrolik dışındaki yenilenebilir kaynakların küresel elektrik üretimindeki payı bundan 10-15 yıl öncesine kadar yüzde 1’ler düzeyindeydi. Günümüzdeyse bu pay yüzde 8’lere kadar yükseldi.
Artışın arkasındaki asıl itici güç, iklim değişikliği çerçevesinde bu kaynaklara verilen kamu teşvikleriydi. Bununla beraber, bugün gelinen noktada farklı bir sürecin başlamış olduğu, bu kaynakların artık teşviklere pek fazla ihtiyaçları kalmadığı anlaşılıyor.
Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) tarafından geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve yenilenebilir enerjiden elektrik üretim maliyetlerini ortaya koyan raporda yukarıdaki tezi doğrulayan çarpıcı bilgiler bulunmakta.
Ajansın yaptığı araştırmaya göre; geçtiğimiz yıl devreye alınan kara tipi rüzgâr, jeotermal ve biyoenerjiden elektrik üretim maliyetleri, fosil yakıtlardan üretilen elektriğin maliyet aralığının en alt seviyesine kadar düşmüş durumda. 2017 yılında fosil yakıtlardan üretilen elektriğin maliyet aralığı – yakıt cinsine ve ülkeye bağlı olarak - kilovatsaat başına 5-17 dolar cent aralığındayken, aynı yıl devreye alınan kara tipi rüzgâr santrallerindeki maliyetler ortalama 6 cent, jeotermal ve biyoenerji santrallerindeki maliyetler ise ortalama 7 cent oldu.
Fotovoltaik (PV) ve yoğunlaştırılmış güneş enerjisi (CSP) santralleri ile deniz tipi rüzgâr santrallerindeki maliyetler biraz daha yüksek: 2017 yılı küresel ortalama maliyet PV’de 10 cent, deniz tipi rüzgârda 14 cent ve CSP’de ise 22 cent. Bununla beraber, bu santrallerin maliyetlerindeki gerileme hızı son derece çarpıcı: 2010-2017 yılları arasında elektrik üretim maliyetleri PV santrallerinde yüzde 73, CSP santrallerinde yüzde 33 ve deniz tipi rüzgâr santrallerinde ise yüzde 18 oranında gerilemiş.
Buraya kadar olan rakamlar 2017 yılına ait. Ama hikâye burada bitmiyor. Bir de 2016 ve 2017 yılında yapılan ihalelerde elde edilen maliyet rakamları var. Bunlar bize maliyet düşüşlerinin önümüzdeki yıllarda da devam edeceğini gösteriyor. Buna göre, 2020 yılına kadar ortaya çıkacak maliyetler; kara tipi rüzgâr ve PV santrallerinde 3-6 cent aralığında, deniz tipi rüzgâr ve CSP santrallerinde ise 6-10 cent aralığında olacak.
Bu rakamların benzerleri geçtiğimiz yıl içerisinde Türkiye’de de ortaya çıktı: Konya Karapınar bin megavat YEKA-GES ihalesinde kilovatsaati 6,99 cent teklif verildi. Yine bin megavat YEKA-RES ihalesinde ise son fiyat kilovatsaat başına 3,48 cent olarak ortaya çıktı. Birkaç ay önceki rüzgâr santrali bağlantı kapasite tahsisi ihalelerinde ise bazı firmalar üretecekleri elektriği piyasa takas fiyatının altında bir fiyattan satmaya razı oldular.
Bir taraftan yenilenebilir enerji teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, kurulu güç kapasitelerinin giderek artması ve santral kurulum maliyetlerinde ortaya çıkan gerileme, diğer taraftan bu gelişmelere paralel büyüyen piyasalarda daha deneyimli ve kurumsallaşmış küresel şirketlerin tedarik tarafında rekabeti tetiklemeleriyle yenilenebilir enerjiden elektrik üretim maliyetlerinin giderek daha da düşmesi kaçınılmaz görünüyor. Depolama teknolojilerindeki gelişim de dikkate alındığında, bu sürecin elektrik üretiminde hızlı bir dönüşüme yol açması muhtemeldir.
***
Ortaya konulan bu tablodan çıkaracağımız tek bir sonuç var: 2020 ve sonrasında fosil yakıtlardan elektrik üretecek olanların işleri her yıl biraz daha zorlaşacak.
Ve elbette, elektrik ihtiyacının yüzde 70’e yakınını fosil yakıtlardan üreten ülkemizin de bu tablodan çıkaracağı önemli dersler var.
2009 tarihli Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi’nde 2023 yılına kadar rüzgâr enerjisi kurulu gücünün 20 bin megavat düzeyine ve jeotermal kurulu gücünün ise 600 megavat düzeyine çıkarılması hedeflenmiş, o tarihte güneş ve biyoenerji kurulu gücüyle ilgili bir rakam hedefi konulmamıştı. Daha sonra, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2015-2019 Stratejik Planı’nda ortaya koyulan 2019 hedefleri rüzgârda 10 bin megavat, güneşte 3 bin megavat, jeotermal ve biyoenerjide ise 700 megavat seviyelerindeydi.
Türkiye, özellikle son üç yıldaki performansıyla - hidrolik dışındaki yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam elektrik üretimindeki payını 2 kat arttırarak yüzde 10’lar düzeyine kadar çıkarabildi. Bugün itibariyle rüzgârda 6.600 megavat, güneşte 3.900 megavat ve jeotermalde 1.100 megavat kurulu gücümüz bulunuyor.
Bununla beraber, yenilenebilir enerjiden elektrik üretim maliyetlerinin yukarıda aktarılan gelişimi dikkate alındığında, elektrik enerjisi hedef ve stratejilerinin yeniden gözden geçirilmesinde büyük yarar var.
Önümüzdeki tabloya bakıldığında; en iyi tahminle dahi fosil yakıtlar ya da nükleerin 2030 yılı sonrasında yenilenebilir enerjilerle rekabet edebilmeleri son derece güç görünmekte. Dolayısıyla, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde devreye girecek nükleer santralin ya da kömür santrallerinin en az 60 yıllık ömürlerinin ne kadarlık kısmında yenilenebilir kaynaklarla rekabet edebilecekleri hem kamu hem de özel girişimci tarafından iyi hesap edilmeli, bir süre sonra bu defa da nükleer ya da kömür santrallerinin teşvik edilme zorunluluğunun ortaya çıkabileceği gözden uzak tutulmamalı.
Dr. Nejat Tamzok / Ankara – Nisan 2018
Nejattamzok (at) yahoo.com