Avrupa Komisyonu, Yeşil Mutabakat kapsamında geliştirdiği önerilere ilişkin yasa tasarılarını geçtiğimiz günlerde kamuoyu ile paylaştı.
Önerilerden biri; Avrupa Birliği’nde benzinli ve dizel motorlu yeni otomobil satışlarına 14 yıl içinde son verilmesi. Bir diğer öneri, 2026 yılından itibaren karayolu taşımacılığının emisyon ticareti kapsamına alınması. 2030’dan itibaren Avrupa Birliği ülkelerinde tüketilen enerjinin en az yüzde 40’ının yenilenebilir kaynaklardan sağlanması da bir diğer çarpıcı başlık.
Komisyonun üzerinde en çok durduğu, en fazla vurgu yaptığı başlık ise sınırda karbon vergisi oldu. Birlik dışındaki ülkelerden yapılacak ithalattaki karbon vergilerini düzenleyen Sınırda Karbon Ayarlama Mekanizması’nın 2026’dan itibaren ve öncelikle demir-çelik, çimento, gübre, alüminyum ve elektrik sektörlerini kapsayacak şekilde uygulanması öneriliyor.
Elbette, Komisyon tarafından yapılan önerilerin tamamının olduğu gibi kabul edilmesi o kadar kolay değil. Diğer öneriler gibi sınırda karbon vergisi de gerek Avrupa Parlamentosu’nda gerekse üye ülkelerde tartışılacak, ekonomik sektörlerle uzun müzakereler yapılacak. Dolayısıyla yasa tasarılarının nihai karara bağlanabilmesi uzun bir zaman alacak. Ancak, bu başlığın hem Avrupa Birliği içerisinde hem de birlikle ticari ilişkileri bulunan ülkelerde ciddi eleştiri ve tartışmalara konu olmaya devam edeceği açık...
Komisyonun ilk stratejisi, Kasım ayında Glasgow’da yapılacak İklim Değişikliği Konferansı’nda söz konusu vergi düzenlemesiyle ilgili olumlu sonuçlar almaya çalışmak olacaktır. Dolayısıyla bu alandaki en kapsamlı tartışmaların bu konferans sırasında yapılması muhtemel. Diğer taraftan, küresel ticaret anlaşmazlıklarına yol açacak bu verginin tartışılacağı bir başka platform da Dünya Ticaret Örgütü olacaktır.
YENİ BİR MODELE GEÇMEK
Paketin açıklandığı 14 Temmuz günü yaptıkları açıklamalarda, sınırda karbon vergisini özellikle vurgulayan Komisyon yetkilileri, bu uygulamanın yürürlüğe girmemesi durumunda yerküreyi kurtaramayacaklarını da sıkça ima etmekten geri durmadılar. Dolayısıyla bu konu, Yeşil Mutabakat’ın neredeyse en kritik meselesi gibi görünüyor.
Ama bana sorarsanız, işin sırrı, Komisyon Başkanı Von der Leyen’in açıklamasındaki bir cümlede saklıydı. Avrupa’da mevcut fosil yakıt ekonomilerinin sınırlarına ulaştığını ve yeni bir modele geçmeleri gerektiğini net ifadelerle vurgulayan başkan şöyle devam etti: “İşte bu yüzden iklim hedefi için yola çıktık.”
Mevcut durumu bundan daha iyi açıklayan bir ifade olabilir mi? Aslında insanın içinden, “Keşke yeni bir modele geçmek için değil de gerçekten iklim için yola çıksaydınız,” demek geliyor ama maalesef durum tam da böyledir: AB’nin dışa bağımlılığı petrol ve doğalgazda yüzde 90, kömürde yüzde 65’e kadar yükselmiş durumda. Yenilenebilir enerjiye yaptığı tüm yatırımlara karşın enerjide dışa bağımlılığı 2019 yılında yüzde 61 ile en yüksek düzeyinde. Komisyon başkanının söylediği gibi, Avrupa, gerçekten de fosil yakıt ekonomilerinin sınırlarına ulaşmıştır.
AVRUPA EKONOMİSİNİ KURTARMAK
Fosil kaynaktaki ithalat bağımlılığını azaltmak isteyen AB’nin gideceği mecburi istikamet, zaten belirlenmiş durumda. Avrupa’nın çıkışı, Yeşil Mutabakat’tadır, iklim hedeflerindedir ve Von der Leyen de bunu ifade etmektedir.
Yeşil Mutabakat, iklimi korumaya yönelik unsurlar içeren bir plan elbette. Ama ondan da fazla, AB ekonomisini korumaya, Avrupa'nın büyümeye devam etmesini sağlamaya yönelik bir plan bu. İklim önlemleri, aslında büyüme stratejisinin çıktıları olarak görülüyor.
Açıkçası, Avrupa Birliği, iklim sorununu kendisi için fırsata çevirmek istiyor. Bunu da zaten açıkça ilan ediyor. Fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjilere geçiş sürecinde, yeni küresel standartlar ve dış ticarette yeni vergi düzenlemeleri yoluyla rekabet gücünü korumak, düşük emisyon ya da dijital dönüşüm gibi güçlü taraflarını oyunun içerisine daha fazla dahil etmek, ürettiği dönüşüm teknolojilerini AB dışındaki ülkelere satarak avantaj elde etmek istiyor.
Dolayısıyla sınırda karbon vergisi, Avrupa Birliği (AB) için olmazsa olmaz bir araç. Ve bu nedenle de Yeşil Mutabakat’ın en önemli maddesi olarak gündemdeki yerini alıyor.
TÜRKİYE ÇOK AĞIR ETKİLENECEK
Avrupa Birliği, elbette kendi istediği kuralları geliştirmekte serbest. Ancak, sınırda karbon vergisi, özellikle gelişen ya da az gelişmiş ülkeler için ciddi bir yük oluşturacaktır. Avrupa Reform Merkezi’nin araştırmasına göre Türkiye, söz konusu vergiden en fazla etkilenecek ülkeler arasında Rusya’dan sonra ikinci sırada geliyor.
Geçtiğimiz yılın verilerine bakıldığında, Türkiye’nin toplam ihracatında AB ülkelerinin payı yüzde 40’ın üzerinde. Öncelikle kapsama alınan sektörlerden alüminyumda ihracatın yaklaşık yüzde 40’ı, demir-çelik ve gübrede yüzde 30’dan fazlası, çimentoda ise yüzde 10’a yakını AB ülkelerine yapılıyor. Dolayısıyla enerjisinin yüzde 80’inden fazlasını fosil yakıtlardan karşılayan Türkiye’nin, sınır vergisiyle birlikte önemli bir pazar kaybı yaşaması olasılık dâhilinde.
Bununla birlikte, Avrupa Birliği (AB) paketinin açıklanmasından iki gün sonra Resmi Gazete’de yayımlanan Türkiye’nin Yeşil Mutabakat Eylem Planı sınırda karbon vergisini hiç sorgulamıyor, tersine neredeyse tamamen benimsemiş görünüyor. Eylem planının ilgili maddeleri, AB’nin Sınırda Karbon Ayarlama Mekanizması’na uyum sağlamaya yönelik çabalar şeklinde tasarlanmış durumda.
ÖNCELİKLİ SEKTÖRLERLE SINIRLI KALMAZ
Söz konusu verginin, - sadece öncelikli sektörlerle sınırlı kalmayacağı, giderek tüm bir ekonomiyi kapsayacağı dikkate alındığında - Türkiye ekonomisi ve dolayısıyla çalışanlar ya da vatandaşlar üzerine olumsuz etkileri olması kaçınılmazdır. Avrupa Birliği’nin öneri paketinde, gerek üye ülkeler gerek etkilenecek tüketicilerle ilgili destek paketleri mevcut. Ancak, korkarım Türkiye gibi ülkeler sadece sınır vergilerini değil aynı zamanda AB’nin yüksek fiyatlı dönüşüm teknolojilerinin bedellerini de ödemek durumunda kalacaklar.
Elbette, küresel ısınmayı durdurmak için her ülke elinden geleni yapmalı ve önlemlerini almalı. Ancak buna ilişkin ortaya konulan planların odağında tek tek ülkelerin ya da birliklerin ekonomik çıkarları değil doğrudan iklim hedefleri bulunmalı, özellikle düşük gelir grubundaki ülkeler ve vatandaşların yararına düzenlenmeler yapılmalı. Bunun dışındaki uygulamalar, iklim değişikliğini önlemeyi sağlayamayacak ama küresel eşitsizliğin daha da artmasına neden olacaktır.