Küresel enerji savaşlarındaki rekabet hala petrol, kömür ve doğal gaz arasında geçmekte.
Günümüzde, dünyada tüketilen toplam enerjinin beşte dördünden fazlası bu üç fosil yakıttan biri tarafından karşılanmakta. Ancak, bu üçlü, küresel ısınmaya ilişkin tartışmaların da baş aktörleri.
Gelecekte, bugünkünden çok daha büyük bir dünya ekonomisinin aynı oranda fosil yakıt tüketmesi durumunda, ciddi çevre sorunlarının ortaya çıkacağı yönünde güçlü iddialar bulunmakta.
Yine de, tüm bu olumsuz görüntüye karşın, fosil yakıtların payı son kırk yılda sadece 5 puan düşürülebildi.
Dolayısıyla, alternatif enerji kaynaklarının giderek daha fazla oranda kullanılması önemli. Aslında, söz konusu kaynakların kullanımında son yıllarda ciddi mesafeler de alındı.
Fosil yakıtlarda yaşanan son on yıllık yüksek fiyat dönemi, alternatif kaynakların geliştirilmesine yönelik devlet teşvikleri ya da garantilerin tüm dünyada yaygınlaşmasını sağladı.
Ham petrolün 140 dolarları gördüğü, kömür ve doğal gazın daha önce hiç rastlanılmayan fiyatları yakaladığı bu on yıllık istisnai dönemde, alternatif enerji kaynaklarının kullanımı da önemli ölçüde arttı.
Özellikle enerji ithalatçısı ülkeler, bu dönemde, söz konusu kaynakların kullanım payını sürekli arttırdılar. Avrupa bu konuda başı çekti, Türkiye de bu gelişmeye bir ölçüde dahil oldu.
Bu dönemde bir başka gelişme ise fosil yakıtlar cephesinde yaşandı.
Bir taraftan çevre odaklı kamuoyu baskısı, diğer taraftan gelecekte piyasayı alternatif kaynaklara bırakma kaygıları, fosil yakıt endüstrilerini, söz konusu yakıtların çevreye olan zararlarını azaltacak teknolojilerin geliştirilmesine milyarlarca dolar harcamaya sevk etti. Bu alanda en iddialı projeler ise kömür endüstrisi tarafından geliştirildi.
KÖMÜR, LİDERLİĞİ ELE GEÇİRECEK
Aslında, kömür, son dönemde dünyada tüketimi en fazla artan fosil yakıt oldu. Son on beş yıl boyunca küresel üretim ve tüketimi kesintisiz artan kömürün, 1960’lı yıllarda petrole terk ettiği tahtını yeniden ele geçirmesi an meselesi.
Yapılan pek çok tahmin çalışması, küresel enerji tüketim payında liderliği ele geçirecek olan kömürün, en azından 2035 yılına kadar bu unvanını rahatlıkla muhafaza edebileceğini gösteriyor.
Özellikle gelişmekte olan ülkeler için kömürün, diğer enerji kaynaklarına göre ciddi bir maliyet avantajı bulunmakta. Bu nedenle, pek çoğu, kömür kullanımından yakın zamanda vazgeçmeye niyetli değil.
YENİ KAYNAKLARIN NEFESİ KÖMÜRÜN ENSESİNDE
Yine de kömür endüstrisinin pek rahat olduğu söylenemez.
Günümüzde, küresel ısınmanın en büyük nedeni olan karbondioksit emisyonlarının neredeyse yarısı kömürden kaynaklanmakta. Bir önceki çağın son 13 yılında ancak yüzde 19 artış gösteren küresel karbondioksit emisyonu, kömür tüketiminin zirve yaptığı yirmi birinci yüzyılın ilk 13 yılında bunun iki katından fazla artış gösterdi.
Dolayısıyla, iklim değişikliği tartışmalarının odağındaki kömür endüstrisi, yeni enerji kaynaklarının nefesini diğerlerinden çok daha fazla ensesinde hissetmekte. Bu nedenle, 2035 sonrasında da en azından mevcut konumunu muhafaza edebilmek için çareler aramakta.
CO2 EMİSYONLARI EN BÜYÜK DERT
Doğrusunu isterseniz, son yıllarda özellikle “temiz kömür teknolojileri” alanında elde edilen gelişmelerle, kömürün çevreye olan etkileri önemli ölçüde azaltılabildi.
Bununla beraber, kömürün yakılması sonucunda ortaya çıkan ve küresel ısınmanın en başta gelen nedenlerinden sayılan karbondioksit emisyonları, kömür endüstrisinin önündeki en ciddi engel olarak varlığını hala sürdürmekte.
Dolayısıyla, kömür endüstrisi, bir enerji kaynağı olarak 20-30 yıl sonrasında da varlığını sürdürebilmesinin, büyük ölçüde karbondioksit emisyonlarına ilişkin problemin çözümüne bağlı olacağının farkında.
Mevcut karbondioksit emisyonları ile özellikle yeni ve yenilenebilir kaynakların rekabeti karşısında çok fazla dayanabilmeleri mümkün değil. Bu nedenle de geleceklerini büyük ölçüde karbon tutma ve depolama teknolojisinin gelişimine bağlamış durumdalar.
SIFIR CO2 İLE KÖMÜRDEN ELEKTRİK MÜMKÜN MÜ?
Uluslararası Enerji Ajansı tarafından, iklim değişikliği sürecini geriletmede en etkili olacak unsurlardan biri olarak; yenilenebilir enerji, nükleer santraller ve verimlilik programlarıyla birlikte sayılan söz konusu teknoloji sayesinde, kömürün yakılması sonucunda ortaya çıkan karbondioksit emisyonu atmosfere karışmadan tutulacak ve yeraltının derinliklerine gönderilerek orada muhafaza edilecek. Böylelikle, kömürden elektrik üretimi sıfır karbondioksit emisyonu ile mümkün olabilecek.
En azından teoride böyle.
Ancak, gerçekleşmesi durumunda, kömürün önündeki engellerin tümüyle ortadan kalkması ve özellikle elektrik üretimi bakımından kömürün, yenilenebilirler dahil diğer enerji kaynakları karşısında önemli bir avantaj yakalaması söz konusu. Kömür endüstrisinin çok uzun bir süre daha ayakta kalabilmesini mümkün hale getirecek olan bu gelişmenin, gelecekteki küresel enerji denklemi üzerinde de elbette çok büyük etkileri olacak.
GÖZLER KANADA SASKATCHEWAN`DA
Dolayısıyla, tüm bir kömür endüstrisi, neredeyse nefesini tutarak bu alandaki gelişmeleri izlemekte.
Bakışların odaklandığı nokta ise Kanada’nın Saskatchewan Eyaleti.
Kanada’nın Saskatchewan Eyaleti’nde, dünyanın, karbon yakalama ve depolama teknolojisine sahip ticari ölçekteki kömüre dayalı ilk elektrik santral ünitesinin inşaatı uzun zamandır sürmekteydi. Nihayet, geçtiğimiz yılın Ekim ayında işletmeye alınabildi.
Aslında, söz konusu teknoloji, burada 45 yıldır çalışmakta olan 6 üniteli ve toplam 835 MW gücündeki linyite dayalı Boundary Dam Santrali’nin sadece üçüncü ünitesine entegre edildi.
Söz konusu teknoloji sayesinde, 160 MW gücündeki üniteye buhar sağlamak amacıyla yakılan kömürün karbondioksit emisyonlarının önemli bir kısmı tesiste tutulmakta ve daha sonra borularla 65 kilometre uzaktaki Weyburn petrol sahasına gönderilmekte. Kalan kısmı ise 3,4 kilometre derinlikteki bir tuz akiferine pompalanmakta.
Böylelikle, yılda 1 milyon ton, yani yaklaşık 250 bin otomobilin bir yıldaki emisyon miktarı kadar karbondioksitin atmosfere salınımı engellenmekte.
İlk anda, kömür endüstrisinin sıfır emisyon rüyası gerçekleşmiş gibi görünüyor.
NE KADAR EKONOMİK?
Bununla beraber, tam olarak böyle değil.
Teknik olarak tıkır tıkır işlemekte olan projenin ekonomik yapılabilirliği hala sorunlu. Yatırım dönemi 7 yıl süren projenin ilk yatırım tutarı toplam 1,2 milyar ABD Doları oldu. Üstelik santral ünitesinin neredeyse yüzde 20 çıktısı, iç tüketimde harcanmakta. Böyle olunca, yapılan hesaplamalara göre; bu projenin maliyetleri karşılayabilmesi için elektrik fiyatlarının neredeyse iki katından fazla artması gerekiyor.
Üstelik bu projenin ekonomik olabilmek için pek çok avantajı da bulunmakta. Bir kere, yatırım maliyetlerinin 200 milyon dolarlık kısmı Kanada Hükümeti tarafından karşılanıyor. Sonra, madencilik için son derece uygun jeolojik koşullara sahip ve santrale çok yakın bir mesafede karbondioksit satışının yapılabileceği bir petrol sahası da mevcut.
SIRADA MISSISSIPPI ÖRNEĞİ VAR...
Bu avantajların hiç birine sahip olmayan bir başka karbon tutma ve depolama projesi ise ABD’nin Mississippi Eyaleti’ndeki Kemper County’de devam etmekte.
Kurulumuna 4 yıl önce başlanan karbon tutma ve depolama teknolojisine sahip 582 MW gücündeki linyite dayalı elektrik santrali, ABD’nin bu alandaki ilk ticari ölçekli projesi olacak. 2016 yılının ilk yarısında işletmeye girmesi beklenen santralin karbondioksit tutma kapasitesi yıllık 3 milyon ton.
Ancak, başlangıçta 2 milyar ABD doları olarak tahmin edilen yatırım maliyeti şimdiden 6,1 milyar ABD dolarına yükselmiş durumda. Bitirilebilirse, bugüne kadar yapılan en pahalı termik santral unvanını alacak.
CO2`Yİ HAPSETMEK KALICI ÇÖZÜM MÜ?
Özetle, kömür endüstrisinin karbon tutma ve depolama rüyası, bugün itibariyle son derece pahalı.
Kaldı ki, bu teknoloji için, maliyetlerin dışında da ciddi darboğazlar söz konusu. Karbondioksitin, sızıntı olmadan yeraltı açıklıklarında depolanması konusundaki tereddütler henüz giderilmiş değil. Kaza ile de olsa atmosfere tekrar salınıp salınmayacağı konusundaki tartışmalar sürüyor.
Ayrıca, karbondioksitin çok yüksek miktarlarda depolanabilmesi için bir boru hattı alt yapısının da gerekli olacağı açık. Dolayısıyla, taşıma alt yapısının oluşturulması, önemli bir ilave yatırım yapılmasını da gerekli kılacak.
Ama yine de, kömür endüstrisinin bu rüyadan vazgeçme niyeti yok. Ya da en azından son 15 yıldır yoktu diyelim.
Ama artık işler değişmiş gibi görünüyor.
Yazının başında belirttiğim gibi; alternatif yakıtların gelişimine uygun zemin hazırlayan yüksek fosil yakıt fiyatları dönemi, dolaylı olarak karbon tutma ve depolama teknolojilerinin geliştirilmesinde de ciddi rol oynadı.
Fakat, fosil yakıt fiyatlarında son dönemde hız kazanan fiyat gerilemeleri, yüksek fiyat döneminin kapanıp yeni bir düşük fiyat dönemine girildiği yönünde ciddi işaretler oluşturmakta.
Boundary Dam yatırım maliyetlerinin üçte bir düzeyine indirilebilmesi durumunda rüzgar ya da güneş santrallerinden daha ucuza ve sıfır karbondioksit emisyonu ile elektrik üretebileceğini hesaplayan kömür endüstrisi için bu projelere para yatırmaya devam etmek, bundan böyle kumar oynamaktan farksız.
Dolayısıyla, karbon tutma ve depolama teknolojilerinin gelişiminde önemli bir gecikmenin yaşanması kaçınılmaz gibi görünüyor.
YENİ TEKNOLOJİLER İÇİN ORTAM MÜSAİT Mİ?
Doğrusunu isterseniz, düşük petrol fiyatlarından etkilenecek olan sadece karbon tutma ve depolama teknolojisi de olmayacak. Kömür gazlaştırma, sıvılaştırma ya da benzeri teknolojik gelişmelerin de aynı ölçüde etkilenmesi kaçınılmaz.
Bununla beraber, aynı analiz, karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik pek çok ar-ge alanı için de rahatlıkla yapılabilir. Fosil yakıt fiyatlarındaki gerilemenin uzun dönemli olması halinde, yenilenebilirlerden elektrikli araçlara, biyoyakıtlardan verimlilik programlarına kadar, teşvik bağımlısı olan çok geniş bir teknoloji alanının son on yıldaki bereketli ortamları bulabilmesi o kadar da kolay olmayacak.
Son olarak; petrol fiyatlarındaki mevcut gerilemenin en ciddi etkileri ise muhtemelen, bu yılın Aralık ayında Paris’te yapılacak olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda görülecek.
Atmosfere salınan karbondioksit ve diğer sera etkili gazların sınırlandırılmasına ilişkin kuralların belirleneceği söz konusu konferansta, bu fiyat düzeylerinde küresel fosil yakıt tüketiminin azaltılabilmesine yönelik bağlayıcı kararların çıkması ancak bir mucize olur...
Dolayısıyla, petrol fiyatlarındaki gerilemeye sevinmek konusunda fazla acele etmemeliyiz. Çünkü madalyonun öteki yüzünde gelecek nesiller için daha kirli bir yerküre olabilir.
Dr. Nejat Tamzok
Ankara/Mart 2015
e-Posta: nejattamzok [at] yahoo.com
Kaynaklar
- Global CCS Institute, Large Scale CCS Projects, <http://www.globalccsinstitute.com/projects/large-scale-ccs-projects>, Erişim tarihi: 19 Mart 2015.
- International Energy Agency, Energy Technology Perspectives 2010: Scenarios and Strategies to 2050, OECD/IEA, Paris, 2010.
- International Energy Agency, Tracking Clean Energy Progress 2014, OECD/IEA, Paris, 2014.
- Massachusetts Institute of Technology, Carbon Capture and Sequestration Technologies, <https://sequestration.mit.edu/index.html>, Erişim tarihi: 19 Mart 2015.
- Nejat Tamzok, “Kömürün Geleceği”, TMMOB 8. Enerji Sempozyumu, İstanbul Kültür Üniversitesi, 17-19 Kasım 2011.
- Saskpower CCS, The World`s First Post‑Combustion Coal‑Fired CCS Facility, <http://saskpowerccs.com/>, Erişim tarihi: 19 Mart 2015.
YAZARLAR
Dr. Nejat TAMZOK
- Petroldeki gerilemeye sevinmeli miyiz?
Önceki ve Sonraki Yazılar