MEHMET KARA
Türkiye elektrik sektörü, 2001 yılında çıkarılan 2013 yılında yenilenen Elektrik Piyasası Kanunu ile yeniden şekillendi.
Serbestleşme temelli bu dönüşüm halen devam ediyor. Bu dönüşümün şimdilik tamamlanmış görünen tek ayağı dağıtım.
Üretim kısmında da epey yol alındı. Yeni üretim yatırımları özel sektöre bırakılmış durumda. Devletin elindeki elektrik santralleri de adım adım özel sektöre devrediliyor. Bu devirlerin bir sınırı var. Keban, Atatürk, Karakaya gibi barajlı büyük ölçekli hidroelektrik santrallerinin kamuda kalacağı hep söylendi, söyleniyor.
Elektrikte piyasalaşma meselesinin en can alıcı kısmı, fiyatların serbestçe oluşması. Çünkü bu sektörde yer alan ve/veya yeni giriş yapmayı düşünenler açısından referans alınacak kısım tam burası.
Çünkü elektrik piyasasına ancak ve ancak geleceğe dair projeksiyon çizebilenler girmeye cesaret eder. Elektrik fiyatlarının gelecekte nereye doğru gideceği konusunda öngörüde bulunabilmek için fiyatları etkileyen faktörlere bakmak şart.
Oysa şu anda Türkiye’de elektrik fiyatlarının nereye evrileceği konusunda öngörüde bulunabilmek çok kolay değil. Çünkü enerji girdilerinin fiyatları salınıma bırakılmıyor. Öncelikle elektriğin yüzde 40’ına yakınının ana girdisi konumundaki doğalgazın fiyatı esnek değil. Çünkü tedarikçi ülke/şirket sayısı da sınırlı, bunu ithalat yoluyla ülkeye getirip satan oyuncu sayısı da...
Ayrıca elektrik santrallerinin talep ettiği doğalgazın fiyatı, elektrik fiyatları üzerindeki yükseltici etkisini törpülemek amacıyla zaman zaman aşağıda tutulabiliyor. Yani araba atın önüne koyulabiliyor.
Aynı şekilde, büyük ölçekli kamu enerji santralleri de elektrik piyasasındaki fiyat oluşumları üzerinde yumuşak yastık olarak kullanılabiliyor. Bundan 40-50 yıl önce inşa edilmiş, parası halkın vergilerinden karşılanmış büyük ölçekli HES’lerde üretilen elektriğin maliyeti hesaplanırken amortisman ya da eşdeğer maliyet dikkate alınmayabiliyor.
Dolayısıyla ülkede uzun vadede oluşacak elektrik talebini tahmin etseniz bile elektrik fiyatlarının nereye doğru gideceğini hesaplamanız zorlaşıyor.
Sonuç itibariyle ülkedeki elektrik fiyatlarının nereye gideceğine dair öngörülebilirlik eksikliği, uzun vadede bu sektörün en önemli sorunu olmaya devam ediyor.
Bakın, içindeki yüksek vergileri saymazsanız akaryakıt fiyatlarının oluşumunda tam serbestliğin esas olduğunu söylemek mümkün. İtalya piyasasındaki benzin ve motorin fiyatları ile kurlardaki hareketler, fiyat oluşumunda esas alınıyor. Rafineri çıkış fiyatları bu faktörlere göre ayarlanıyor, ana dağıtıcılar da istasyonlara tavsiye edilen perakende satış fiyatlarını duyuruyor, o kadar. (Tabii gazeteci milleti bu alandaki gelişmeleri hala ‘benzine zam, motorine, LPG’ye zam ya da indirim’ olarak yayınlıyor, o başka.)
O yüzden de enerji bakanına ya da enerji bürokrasisine “benzine zam var mı, motorin fiyatı artacak mı?” diye soru sorulmayalı yıllar oldu. Bunun yerine, “akaryakıttaki vergi oranları çok yüksek, düşürmeyi düşünüyor musunuz” diye soruluyor ilgili yetkililere.
Elektrik piyasasında da öngörülebilir fiyat oluşumuna hizmet edecek bir fiyatlandırma mekanizması kurulabilirse elektrik fiyatları konusunda da ‘zam/indirim var mı’ türü sorular da ileride unutulur gider. Borsa endeksi gibi, düştü-yükseldi diye telaffuz edilir.
Ama bunun gerçekleşebilmesi için yukarıda değindiğimiz, elektrik fiyatı üzerinde etkili faktörlerin durumunu netleştirmek önemli. Yani maliyet bazlı bir fiyatlandırma modeli. Aslında bunları daha önce de defalarca yazdık. Ama akaryakıt fiyatlarındaki son artışlar, bu konuyu bize bir kez daha düşündürdü ve bu satırlar ortaya çıktı.
Herkese öngörülebilir bir gelecek dileğiyle...
Mehmet KARA