Tertemiz bir enerji kaynağı ya da enerji elde etme yöntemi bulunmadığı, hepsinin az veya çok bir yerlere dokunduğu, biz enerjiyi üretelim ve/veya tüketelim derken onun da dünyamızı tükettiği malum.
Çoğumuzun umuru bile değil, “günümüz dünyası, teknoloji enerjisiz olmaz, nereden gelirse oradan kullanacağız” derken, hatta enerji tüketiminin yüksekliği gelişmişlik göstergesi olarak gösterilirken, çevreye duyarlı, gelecek kaygısı olanlarımız ise “tüketiyoruz ama hiç olmazsa daha temizini tüketelim, şu yaşlı dünyamıza daha az zarar verelim” derdindeyiz.
Fosil yakıtlar “out” hele petrol ve kömür “tu kaka”, doğal gaz ehven-i şer…
Güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir kaynaklar “in” ama henüz yetersiz bir de istikrarlı değil, bir var bir yok.
Bunların arasında bir de nükleer var…
Kirli değil ama yüksek riskli görülmesi nedeniyle neredeyse batışa geçmişken Rusya- Ukrayna çatışması sonrası deyim yerindeyse yıldızı yeniden parladı nükleer enerjinin.
Japonya’da deprem felaketi sonrası güvenilir denilen Fukushima nükleer santralinde yaşananların ardından birçok ülke mevcut tesisleri kapatma kararı almış, yeni projelerden vaz geçmişken, Ukrayna savaşı, Avrupa’da yaşanan doğal gaz krizi nükleer santralleri yeniden öne çıkardı.
Peki bizde durum ne? Konuya nasıl yaklaşılıyor?
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, web sitesinde “Çevreyi, toplumu ve gelecek nesilleri göz önüne alan güvenilir, güvenli, rekabetçi, sürdürülebilir ve erişilebilir enerji kaynaklarına olan ihtiyaç, diğer alternatiflere göre nükleer santralleri ön plana çıkarmaktadır” şeklinde bir tümce kullanmış.
Bakanlık, nükleer santrallerin işletme sırasında karbon salımı yapmadığını bu sebeple iklim krizi ile mücadelede de önemli bir katkısı olduğunu savunuyor. Evet, nükleer santraller kurulduktan sonra fosil yakıtlara göre çevreyi çok daha az kirletiyor, karbon salımı düşük, daha ufak bir alan işgal ediyor, kurulduğu bölgede çevre arazilere zararı daha düşük. Kurulum sonrası birim başına enerji üretim maliyeti de düşük.
Ancak... Nükleer santrallerin kurulum süreleri ve kurulum maliyeti devasa boyutlarda. Kurulum sırasında kullanılan materyaller, bunların edinimi, üretimi... Bunlar çevreyi kirletmiyor mu?
Peki ya soğutma suyu problemi? Kullandığı su miktarı? Örneğin Akkuyu Nükleer Santrali’nin soğutma suyu denizden alınacak ve tekrar denize pompalanacak ama o bölgede deniz suyu sıcaklığının en az 1 Cº artacağı, bunun da deniz yaşamı üzerinde hiç de azımsanmayacak bir değişime yol açacağı hesaplanıyor.
Enerji tesislerinin aşırı miktarda su kullanımı, dünyamızın gerçek anlamda en kısıtlı kaynağı olan suyu tüketip zarar veriyor. İş sadece bununla da bitmiyor. Operasyon sırasında kullanılan dışında, nükleer yakıt için uranyum zenginleştirilmesinde de çok büyük ölçüde su kullanılıyor ve kirletiliyor.
Nükleer atık konusu ise ayrı bir baş belası. Kullanılan yakıtların radyoaktifliğini yitirmesi binlerce değil, on binlerce yıl gerektiriyor ama nükleeri savunanlar; “Atık yakıtın yüzde 90’ı zaten geri dönüştürülüyor, kalan yüzde 10 ise son derece güvenli bir şekilde saklanıyor, hiç merak etmeyin” diyor.
Sormak istiyorum, kaç yıl güven garantisi veriyorsunuz? Yüz yıl, beş yüz yıl, üç bin yıl? Bu arkadaşlar neyin güvencesini veriyorlar bize biliyor musunuz? Biz varken sorun olmaz bizden sonrası tufan...
Çok açık ve net. Nükleer atıklar dünyanın başına gelecekte çok büyük dert açacak. Dünyamızı babadan miras olarak görenler için dert değil ama gelecek nesillerden emanet görenler için büyük dert.
Nükleer santraller operasyon dönemleri ile değil daha çok öncesi ve sonrası ile tartışılmalı bence. Bugün dünyada 30’dan fazla ülke nükleer enerjiyi kullanıyor, yenileri de yolda.
Elektrik enerjisinin çok önemli bir kısmını nükleerden elde eden başta Fransa (yüzde 63) olmak üzere, ABD, Kanada, Güney Kore, Japonya, Rusya, Çin gibi ülkeler bu konuda geri adım atmaya pek niyetli değiller ama nükleer enerjinin arka planında yer alan nükleer yakıt konusunda müthiş bir mücadele devam ediyor.
Verilen bu kavganın petrol savaşlarında farkı yok ama bizler pek farkında değiliz bunun.
Nükleer yakıtın temel kaynağı uranyum. Uranyum kaynakları konusunda da bir güç mücadelesi devam ediyor. Örneğin geçtiğimiz aylarda Nijer’deki askeri darbe ABD/Fransa koalisyonu ile Çin/Rusya koalisyonunu karşı karşıya getirdi. Peki niçin? Nijer halkını çok sevdiklerinden mi? Asla! Bütün mesele, ülkedeki uranyum yataklarına hakim olma ya da olmama üzerinden dönüyor. Ayrıca uranyum zenginleştirme teknolojisine sahip ülkeler, elde ettikleri yakıtı petrol veya doğal gaz gibi bir tehdit unsuru olarak da kullanıyorlar.
İlginçtir, bu konuda da karşımıza yine Rusya çıkıyor. Hem Rusya’daki ana şirket hem Kazakistan’daki ortaklığı sebebiyle, dünya nükleer yakıt pazarında da karşımızda yine onlar var.
Peki sevgili emperyalimiz ABD ne yapıyor bu konuda? Avrupa’yı doğal gaz konusunda Rusya’ya ambargo uygulamaya zorlayan ABD, 2023 yılında Rusya’dan aldığı nükleer yakıtı tam iki katına çıkarıyor.
Çünkü kendi kaynakları yeterli değil, çünkü kısa-orta vadede de yeterli olmayacak. Ayrıntılara girilecek olursa yazılacak, söylenecek çok şey var ama özetleyecek olursak, üretim sürecinde ehven-i şer bir enerji kaynağı diyebileceğimiz nükleerin, kurulum öncesi yakıt kaynakları sebebiyle hem savaş hem sömürü sebebi hem de üretim ve zenginleştirme sürecinde bir çevre felaketi tetikçisi.
Nükleer santrallerinden çıkan yakıt atıkları ise binlerce yıl dünyamızın başına dert olacak ve kur-tu-la-ma-ya-ca-ğız.
Yani değerli arkadaşlar, teknoloji bizim enerji açlığımıza nükleer üzerinden çözüm üretebiliyor ama bu seçenek de temiz değil. Yani eller hem kirli hem kanlı, bu da böyle biline...
Hem nükleerden üretilmiş elektriği tüketip hem de “şu ülkede çocuk işçiler uranyum madeninde çalışıyor, şu ülkede darbe olmuş, insanlar ölmüş, niye ki” demeyelim. Tüm bunların arkasında enerji kaynakları var. Biz tükettikçe daha çok, daha çok tükettikçe de bu savaşlar, bu sömürü olacak, bu yıkım olmaya devam edecek.
En güvenilir, en temiz, en ucuz enerji tasarruf ettiğimiz, kullanmaktan sakındığımız enerjidir.
Günümüz dünyasında, internet ortamında her paylaşımın, her tıklamanın, beğeninin ne kadar enerji tüketimine yol açtığını hiç sorguladınız mı? Bunun üzerinde düşünelim ve sorgulayalım lütfen. Ama siz yine de bu yazıyı dostlarınızla paylaşmak üzere birkaç tuşa tıklayın lütfen!