METİN TÜRKYILMAZ
Haziran ayında Enerji Günlüğü’nde yer alan “Türkiye yerli enerjiye neden mecbur?” başlıklı yazımızda, “neden yerli enerji” konusunu işlemiştik. İzninizle önce o yazıdan bir paragrafı buraya alıyorum.
“.. Bu ülkenin hızla yerli enerji kaynaklarına yönelmesi elzemdir. Kaybedilecek zaman da yoktur. Önümüzdeki 15 yılda enerji ithalatının 1 trilyon dolar olmaması ve ülkenin batmaması için yapılması gereken hızla yerli kaynaklara yönelmektir. Ama yerli kaynaklara yönelmek de ‘her ne pahasına olursa olsun’ anlayışıyla yapılacak bir şey değildir. Türkiye’nin en büyük zenginliği tarımsal ve turistik potansiyelidir, doğasıdır, topraklarıdır, meralarıdır, ormanlarıdır, akarsularıdır, gölleridir, denizleridir. Bunlara zarar vermeden, her türlü çevre önlemini alarak, gerekirse iki katı maliyetle enerji yatırımları yaparak yerli kaynaklara, özellikle yenilebilir enerji kaynaklarına yönelmek zorundayız…”
Öncelikle Türkiye’nin enerji tüketiminin hızla arttığını hepimiz biliyoruz. BP’nin enerji raporuna göre, 1965-2015 döneminde ton petrol eşdeğeri (TEP) olarak enerji tüketimimiz 15 kat artışla 7,8 milyon TEP’den 131,3 milyon TEP’e çıkmış. Türkiye, dünya birincil enerji tüketimi içindeki payını da 5 kat artırmış ve yüzde 0,2’den yüzde 1’e yükseltmiş durumda. Kişi başına birincil enerji tüketimi 250 kilogram petrol eşdeğerinde 1680 kilogram petrol eşdeğerine çıkmış.
Kim ne derse desin, Türkiye’nin çok büyük fosil yakıt kaynakları kısıtlı. Petrol ve doğalgaz yataklarımız yetersiz. Taşkömürü yatakları da uzun dönemde ülke ihtiyacını karşılamaya yetmiyor. Kaya gazı yataklarının ne kadar olduğu şimdiden belli değil. Bir tek linyit kaynaklarımız ülke ihtiyacını karşılayabilecek düzeyde.
Fakat buna karşın, neredeyse bazı bölgelerde 365 gün güneşin göründüğü bir ülkeyiz. Çok büyük rüzgar potansiyelimiz var. Su kaynaklarımız, ekonomik olarak yılda 140 milyar kilowattsaat (kWh) elektrik üretmemize izin verebilecek düzeyde. Jeotermal kaynakları açısından zengin bir ülkeyiz. Denizlerimiz dalgalı ve dalgadan enerji üretimine çok uygun. Hidrojen enerjisi ve biyokütle enerjisinde de kaynaklarımız fazlasıyla var.
Nükleere hiç girmiyorum. Uranyum yataklarımız da var ama özellikle toryum kaynaklarında zenginiz. Yani alternatifimiz çok. Yeter ki bunları kullanabilelim.
Ama lütfen işin kolayına kaçıp, ithal kömürle, doğalgazla çalışan elektrik santralları kurmayalım. Yıllar önce yaptığımız gibi Gökova’nın yakınına Termik Santral inşa etmeyelim. Cennet vadileri barajlarla yok etmeyelim. Nehirlerde can suyu bile bırakmayıp, doğal ortamı tamamen bozmayalım.
Kısacası, enerji yatırımları yaparken maliyetten kaçmayalım. Bu yatırımları doğaya zararını minimuma indirecek şekilde planlayalım. Enerji bir şekilde bulunur, hatta ithal de edilir. Ancak kaybolan doğa geri gelmez.
Anadolu, bereketli topraklarıyla bir yıldız... Denizi, kumu, adaları, ırmakları, gölleri, vadileri, ovaları, yaylaları, dağları hatta bozkırları, sulak alanlarıyla bir cennet… Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar’ın açıklamasına göre, buğday, arpa, mercimek, nohut, soğan, sarımsak, havuç, zeytin, üzüm, incir, fındık, Antep fıstığı, ceviz, badem, elma, armut, ayva, nar, erik, kiraz, vişne, çavdar, yulaf, bakla, bezelye, kestane, kuşburnu, kekik, ahududu, alıç, ahlat, karadut, keçiboynuzu, böğürtlen, kızılcık, muşmula, menengiç, üvez, anason, Bektaşi üzümü, çam fıstığı, kara yemiş, koca yemişin anavatanı, kaynağı Anadolu…
Bu kadar zenginlik hangi topraklarda var? “Adam eksen adam biter” denilen bu bereketli topraklar bizim, çocuklarımızın, torunlarımızın geleceği. O yüzden enerji ihtiyacımızı olabildiğince yerli ve yenilenebilir kaynaklardan karşılamalıyız ama doğayı da bozmadan. Eğer bu ülke, 120 milyar dolara yakın tarım ve gıda ürünü tüketimini ve ihracatını karşılayabiliyorsa, turizmden yıllık ortalama 30 milyar dolar kazanıyorsa, bunu doğasına ve kültürel zenginliklerine borçludur.
Şöyle düşünmek bizi doğruya götürür. Bazı yıllarda olduğu gibi enerji ithalatına 60 milyar dolara varan ödemeler yapabilirsin. Önlem almazsan çok daha fazlasını ödemek zorunda da kalabilirsin. Ama hiçbir zaman doğaya, dolayısıyla tarıma ve turizme zarar vermemelisin. Aksi takdirde gıda için de yılda 50-60 milyar dolar harcaman gerekebilir, 30 milyar dolarlık turizm gelirinden de mahrum kalabilirsin.
Yapılması gereken, güneşi, rüzgarı, dalgayı, jeotermali, hidrojeni ve biyokütlesiyle yenilenebilir bütün kaynaklarımızı sonuna kadar kullanmak. Hidrolikten de doğaya zararı minimuma indirerek yararlanmalıyız.
Artık linyiti hiç yazmıyorum. Öyle görünüyor ki linyit ve taşkömürü yataklarımızı en verimli şekilde kullanmak zorundayız. Ama ne olur, gidip Gökova gibi bir cennetin yakınına da termik santral kurmayalım.
Termik santrallarımızı da doğaya en az hasar verecek şekilde bacagazı arıtma filtreleri, desülfürizasyon ünitesi, elektrostatik filtreleriyle, son teknolojiye uygun, eksiksiz inşa edelim. Bu santrallerden çıkan suyu da en uygun şekilde arıtalım. Elbette tüm bunlar maliyeti artırır. Ama bunları yapmazsak kaybedeceklerimizin değeri hiçbir şeyle ölçülemez.
Anadolu yıldızını söndürmeyelim.
Metin TÜRKYILMAZ - Enerji Günlüğü / Temmuz 2017