DR. NEJAT TAMZOK
Meslek hayatıma, 80’li yılların ortalarında kömür üretim projelerinde çalışarak başladım. Yaklaşık 10 yıl proje ekiplerinin içinde bulundum.
O yıllar yerli kömüre dayalı termik santral yatırımlarının en hareketli olduğu yıllardı. Türkiye, 1970’li yıllarda yaşanan petrol krizlerinin içinden güç bela çıkmış, elektrik üretiminde petrole olan yüksek bağımlılıktan kurtulmak için yerli kömürlerini can simidi gibi görmüştü.
İlgili kamu kurumları durup dinlenmeksizin proje peşinde koşuyordu. Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü kömür kaynaklarını bulup geliştiriyor, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu kömür üretim projesini, Türkiye Elektrik Kurumu da elektrik üretim projesini hazırlayıp hızla yatırıma dönüştürüyordu.
Bugün mevcut yerli kömür santrallerinin neredeyse yüzde 60’ı 1980 ile 1995 arasındaki 15 yıllık o hareketli dönemde işletmeye alındı. Bunlar arasında; Seyitömer, Tunçbilek, Afşin-Elbistan, Kangal, Soma, Orhaneli, Yatağan, Yeniköy, Kemerköy ve Çayırhan gibi bugün hepimizin bildiği termik santraller bulunmaktaydı.
Bu santraller için gereken kömür projelerinin bir kısmının hazırlanmasında, o dönemde ben de çalıştım.
İlk nesil kişisel bilgisayarlar daha yeni piyasaya çıkmaktaydı. Henüz ortada ne renkli haritalar çizen ne de gelişmiş ekonomik analizler yapan yazılımlar vardı. Maden haritalarını boya kalemleriyle ışıklı masalarda çizer, rezerv miktarlarını elimizdeki cetvellerle ölçerek bulurduk. Projenin kârlılık hesaplarını ise görünüşü daktiloya benzer “facit” makinelerle yapardık.
NE TALEP ANALİZİ NE REKABET KAYGISI
Yine de işimiz bugüne göre daha kolaydı.
Projelerini hazırladığımız kömür de elektrik de kamu kuruluşları tarafından üretilecekti. O nedenle talep kaygımız yoktu. Neticede, kamu tarafından üretilenler yine kamu tarafından belirlenen fiyatlardan yüzde yüz garantili satılacaktı.
Projelerin kârlılıkları hesaplanırdı. Net bugünkü değer pozitif çıkarsa iş tamamdı, yatırım yapılabilirdi. Çıkmazsa biraz daha çalışılır; satış fiyatları az yükseltilir, indirgeme oranları az düşürülür, sonunda yatırım yapılması istenilen proje kârlı hale getirilirdi.
O tarihlerde daha ne doğal gaz ne de ithal kömürün adı geçmekteydi. Elektrik üretiminde rüzgâr ya da güneş alternatifleri ise hiç ortada yoktu. Dolayısıyla endişelenecek rakip bir enerji kaynağı mevcut değildi.
Dış çevredeki gelişmeleri de çok fazla dikkate almaya gerek yoktu. Enerji sektörü neredeyse değişmez kuralların olduğu bir kamu alanıydı, çevresel kısıtlar son derece cılızdı, teknolojideki gelişmelere dair tehdit ya da fırsatlar o tarihlerde bugünkü kadar görünür değildi.
Uzatmayalım; o dönemde ne ayrıntılı talep analizlerine ne de rekabet ya da teknoloji analizlerine ihtiyaç vardı.
ÇOK PARAMETRE, SAYISIZ ANALİZ
Günümüzdeyse işler böyle yürümüyor. Artık tek başına projenin kârlılığı yeterli değil. Enerji yatırımına karar verecek olan girişimciler, kârlılık hesaplarını kılı kırk yararak yapmanın yanında pek çok başka parametreyi de incelemek, sayısız analiz yapmak zorundalar.
Politik, sosyal, teknolojik ya da çevresel gelişmeleri hem yerel hem de küresel düzeyde izlemeksizin sadece yatırımın kârlılığına odaklanarak karar vermek ciddi risklerin alınmasına ya da önemli fırsatların kaçırılmasına neden olabiliyor. Yeni yüzyılın her alandaki hızlı ve dinamik yapısı, enerji projelerine sadece teknik ya da finansal pencerelerden değil aynı zamanda uzun dönemli stratejik çerçeveden de bakılmasını – her zamankinden daha fazla - zorunlu kılıyor.
Üstelik enerji yatırımları kısa ömürlü işler de değildir. Bir hidrolik santralin ömrü neredeyse 80 yıldır. Nükleer santral en az 60 yıl süresince işletilebilir. Bugün yatırıma başladığınızda bu yüzyılın sonlarına kadar elektrik üretmeye devam edersiniz. Kömür ya da jeotermal santrallerinin 40, doğal gaz santrallerinin 30, rüzgâr ya da güneş tesislerinin 25 yıl teorik ömürleri bulunmakta.
Demek ki enerjiye yatırım söz konusu olduğunda, tüm hesapların en azından çeyrek asırlık bir zaman kesitinin dikkate alınarak yapılması, risklerin ve fırsatların böylesi geniş bir zaman dilimi içinde hesaplanması gerekir.
TÜRKİYE NE YÖNDE BÜYÜYECEK?
Risk ya da fırsatların en büyüklerine ise talebin içerisinde rastlamak her zaman mümkündür. Acaba üreteceğiniz elektriğe pazar bulabilecek misiniz yoksa elinizde mi kalacak?
Devletin yaptığı son talep tahminine göre, 10 yıl sonraki elektrik talebi bugüne göre yüzde 25 ile 50 arasında artacak. Ama talebin 2023 yılında bugüne göre yüzde 80 oranında artacağını söyleyen resmi belgeler de mevcut. Yatırımlarınızı bu oranlara göre ayarlayacaksınız.
Nüfus artışları, büyüme hızları, şehirleşme; bunların hepsi talebi etkileyecek. Bunların yanında ekonomideki sektörel öncelikler de dikkatle izlenmeli. Türkiye; demir-çelik, çimento, tekstil ürünleri gibi aşırı enerji tüketen sanayilerle mi yoluna devam edecek, yoksa inovasyon, bilgi ve yüksek teknolojinin öne çıktığı düşük enerji yoğunluklu yeni bir ekonomik büyüme modeline mi geçecek? Yatırımlarınızın âkıbeti bu sorulara verilecek cevaplarda gizli…
VERİMLİLİK ODAKLI İNOVASYONLAR DÜNYASI
“Sanayi 4.0”ın enerji sektörüne yansımaları ne yönde ve ne ölçüde olacak? Yapay zekâ, sanal gerçeklik, arttırılmış gerçeklik, robotlar, nesnelerin interneti, öğrenen nesneler, 3 boyutlu yazıcılar, blockchain ve daha pek çokları… Giderek tüm ekonomik faaliyetler üzerinde etkili olan bu sürecin, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de enerji sektörünü etkilemesi ve dönüştürmesi kaçınılmaz. Ama ne zaman, ne düzeyde?
Verimlilik ve üretkenliğe yönlendirilmiş bir “inovasyonlar dünyası”nın şekillendirdiği bir gelecekte, bugün girişilen yatırımlar bir anda çöpe dönüşebilir. Bugünün proje geliştiricilerinin – eskilerden farklı olarak- çözmeleri gereken en karmaşık bilmecelerden biri de budur.
HANGİ KAYNAGI KULLANMALI?
Yatırım yapılacak enerji kaynağının seçimi de artık o kadar kolay değil. Uzun vadeli stratejik bakıştan yoksun bir seçim, yatırımcıyı ciddi problemlerle karşı karşıya bırakabilir.
Türkiye’de elektrik üretiminde tercihini fosil kaynaklardan yana kullanan yatırımcılar bugüne kadar fazla bir sorun yaşamadı. Üstelik fosil kaynak fiyatlarında son birkaç yıldır yaşanan gerileme bunları daha da cazip hale getiriyor.
Ama yine de dikkatli olmakta yarar var: Son yıllarda enerji arz güvenliğine ilişkin yaşanan tedirginliklerden sonra doğal gaz santrallerine sıcak bakılması pek olası görünmüyor. Doğal gaz santrallerinin elektrik üretimindeki payının son 2 yılda yüzde 50’lerden yüzde 30’lar düzeyine gerilemesi bunun bir işareti. İthal kömür santralleri de birkaç yıl önceki kadar rahat değiller. Özellikle ithal kömüre getirilen ek mali yükümlülük sonrasında yatırımcılar daha çekingen davranacaklardır. Yerli kömürde ise uzun bir süredir teşvikler, miktar ve fiyat garantileri söz konusu.
Ama tüm bunlar projenin ilk birkaç yılında yararlı olabilecek veriler. Daha uzun vadeli, belki daha önemli sorular var. Petrol, doğal gaz ve kömürdeki düşük fiyat düzeyleri daha ne kadar sürer? Fosil yakıtlar çağının tepe noktasını gördüğü ve inişe geçtiğine dair tüm dünyada ciddi tartışmalar var. Bu yeni dönemde sermayenin fosil kaynaklara giderek daha mesafeli olması kaçınılmaz.
Nükleerde 2023 ile 2030 yılları arasında kurulu güçleri 15 bin megavat düzeyine yaklaşan üç adet santralin işletmeye alınması planlanıyor. Bu gerçekleşirse, elektrik talebinin neredeyse beşte birine yakın kısmı nükleer santrallerden gelecek demektir. Ancak Fukuşima sonrası dünyada nükleer santraller konusunda ciddi bir tereddüt yaşandı. Yeni bir Fukuşima ile nükleer santrallerin geleceği nasıl şekillenir?
Üstelik fosil yakıtlar ya da nükleerin, yenilenebilir kaynakların hızla yükselen rekabeti karşısında daha ne kadar ayakta kalabilmeleri mümkün olur? Fotovoltaik güneş santrali maliyetlerindeki gerileme son 7 yılda neredeyse yüzde 70, rüzgâr santrali maliyetlerindeki gerileme ise aynı dönemde yüzde 25 oranında oldu. Maliyetlerin yanında; elektrik depolama, akıllı şebekeler ve benzeri pek çok teknolojik yeniliğin güneş ve rüzgârın avantajına çalışacağı anlaşılıyor.
Türkiye’de ise bundan 10 yıl önce rüzgâr ve sadece 4 yıl önce güneş enerjisine dayalı elektrik üretimi bulunmazken, bugün kurulu gücün neredeyse yüzde 10’u rüzgâr ve güneş santrallerine ait. Son 3 yılda mevcut yerli kömür kurulu gücünün yaklaşık yarısı büyüklüğünde rüzgâr ve güneş santrali işletmeye alındı. Hem finansman hem de yatırımcı tarafında gözler giderek daha fazla yenilenebilir enerji projelerinde olacaktır.
KAMU YARARI MI, KISA GÜNÜN KARI MI?
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sıkça görülmeye başlanan doğa felaketlerinin baş şüphelisi olarak görülen sera gazı emisyonlarına ilişkin düzenlemeler nasıl şekillenecek? Paris süreci nereye doğru evrilecek ve Türkiye enerji sektörünü hangi süreçte, ne düzeyde etkileyecek?
Enerji piyasalarının serbestleşme süreci devam edecek mi, yoksa bol alım ve fiyat garantilerinin olduğu devlet kontrolünde yeni bir modele doğru mu gidilecek? Sektör uygulamaları politikacının ya da bürokratın iki dudağının arasında mı olacak? Yakın gelecekte yatırımcıyı kamu yararına öncelik verilen bir enerji sektörü mü yoksa kısa vadeli kârların piyasası mı beklemekte?
Bunlar gibi daha pek çok soru cevaplanmak üzere enerji yatırımcısının önünde durmakta.
Bu soruları doğruya en yakın cevaplayabilecek; politik, sosyal, çevresel ya da teknolojik alanlardaki dönüşümleri en iyi okuyabilecek, riskleri ve fırsatları en önce ve en hızlı algılayacak olan girişimciler önümüzdeki dönemde enerjinin kazananı olacaklardır.
Dr. Nejat Tamzok / Ankara, Ağustos 2017 / [email protected]