Geçen hafta hükümetin iki nükleer santral yapımı için yabancı ortakları ile yaptığı anlaşmaları tamamlamasıyla birlikte nükleer enerji yeniden tartışmaların merkezine oturdu.
Anlaşmaların imzalanması yetkililer tarafından önemli bir enerji yatırımı ve ekonomik atılım olarak ilan edildi. Öte yandan çevreci aktivistler ve nükleer santralin yapılacağı yerlerde yaşayan insanlar protesto edip çeşitli anti-nükleer kampanyalar başlattılar.
Peki, gerçekten bu adıma sevinelim mi yoksa üzülelim mi?
Her şeyden önce, benim açımdan kendi ülkelerindeki bütün nükleer santralleri kapatan Japonya’nın neden Türkiye’de nükleer santral yapma işini devraldığını anlamak, buna böylesine hevesle neden izin verildiğini anlamaktan daha kolay olsa da zorlayıcı.
Nükleer santraller önemli enerji kaynakları. Dünyada birçok ülkede enerji kaynağı olarak nükleer santraller kullanılıyor.
Öyleyse neden buna karşı çıkılıyor?Bunun santralin kurulacağı alana özel pek çok öznel nedeni olabiliyor ama en genel anlamıyla nükleer santrallerin maliyeti çok yüksek ve tabi doğa ve insan sağlığı için çok büyük riske sahipler. Riskin en can alıcı kaynağı da nükleer yakıt atıkları ve radyoaktif atıklar.
Radyoaktif atıklar, düşük radyasyon düzeyli kısa yarı ömürlü, düşük radyasyon düzeyli uzun yarı ömürlü ve yüksek radyasyon düzeyli uzun yarı ömürlü olmak üzere üç kategoride toplanıyor. Özellikle son grup olan yüksek radyasyon düzeyli uzun yarı ömürlü radyoaktif atıkların yok edilmesi çözüm bekleyen bir sorun. Çünkü son derece tehlikeli olan bu atıkların yok olma süreçleri binlerce yıl sürebiliyor.
Kullanılmış nükleer yakıt ise bir başka sorun. Yaklaşık olarak yılda bir kez yenisi ile değiştirilmesi gereken nükleer reaktörün içerisindeki nükleer yakıtın üçte birini oluşturan bu “tüketilmiş yakıt” son derece radyoaktif. Radyasyonun çok iyi şekilde zırhlanması açısından ve ayrıca da ısı yayılımına karşı, derin su havuzları içinde tutulması gerekiyor. İşte, “nükleer atık” olarak adlandırılan bu oluyor.
Bu atıkların nasıl güvenli bir şekilde saklanıp paketleneceği konusunda son dönemde dünyada bir hareketlilik görülüyor. Anlaşılan nükleer kazalar ve bunların korkunç ve geri dönülemez sonuçlarına tanık olan dünya ne yardan ne de serden geçiyor.
Fransa, İsviçre ve Belçika nükleer atıklarını şeyl gazı formasyonu dışında kazılan tünellere doldurmayı planlıyorlar. Kanada, Japonya ve Amerika da bu düşünceye oldukça sıcak bakıyor ve değerlendiriyorlar. Fakat uzmanlara göre bu plan, bazı şeyl gazlarının çok az su geçirgenliğine sahip olmalarından dolayı saptanmalarında gözden kaçabilecek durumlar olduğundan, küçük de olsa radyoaktivite riskine sahip.
Yetmişten fazla nükleer santrale sahip olan Amerika ise bu konuda yeni bir çalışmanın içinde. Amerika’nın kafasındaki kullanılmış nükleer yakıtı ve diğer yüksek seviye radyoaktif atıkları yok etme yolu, onları derin sondaj deliklerine doldurmak.Güvenli bir gömme alanı bulma ve bu iş için en güvenli tekniği kullanma konusunda jeologları ve bilim insanlarını seferber etmiş durumda.
Denver’de bulunan Amerika Jeolojik Topluluğundan bilim insanları daha önce hiç denenmemiş olan 3 mil (4.828032 kilometre) derinliğindeve20 inç ( 50.8 santimetre) genişliğinde 700’den fazla kuyunun açılabilmesinin teknik olarak uygulanabilir olup olmadığı ve bu kuyulardan daha geniş depolardaki nükleer atığı yeniden paketlemek zorunda kalacak işçilerin ne kadar riske maruz kalacakları konularını ayrıntılarıyla inceliyorlar. Çalışmalarının sonuçlarını da gelecek hafta paylaşacaklar; şey gazı formatlarının potansiyelini açıklayacaklar, derin kuyuların açılma zorluklarını ve imkanlarını gösterecekler ve yüksek seviyede atıkların güvenli yok edilmesi için önemli olan jeolojik işlemlerin anlaşılmasında yardımcı olacak bir bilgisayar modeli oluşturma çalışmalarının seyriyle ilgili bilgi verecekler.
Sadece kullanılmış nükleer yakıtı ve diğer yüksek seviye radyoaktif atıkları yok etme süreci bile böylesine zor, zahmetli ve uzun bir yol…
YAZARLAR
Sabiha KÖTEK
- Dünya nükleer atıklardan kurtulmanın yollarını arıyor
Önceki ve Sonraki Yazılar