Değerli Enerji Günlüğü okuyucuları...
Yıllar önce Yatağan’da baca gazı arıtma tesisinin kurulması ile ilgili tartışmalar sürüp giderken çok saf ve iyi niyetli bir arkadaşımız bize şöyle demişti:
Yahu alt tarafı bir filtre değil mi, takıverin gitsin şunu!
Ahhh ah! demiştim arkadaşımıza… Sadece alt tarafı olsa iyi de, bu meretin üstü de filtre!
Üstelik fiyatı da Yatağan için 77,8 Milyon Dolar! Şaka değil, kurulacak olan şey, bir kimyasal reaksiyon fabrikasıydı.
Devlet zamanında defalarca programa alınmasına rağmen Devlet Planlama Teşkilatı’nın karşı çıkması nedeniyle bir türlü yapılamamıştı. Sonunda 1997 yılında, Refahyol hükümeti döneminde sözleşme imzalanabilmişti. Güriş-Bischoff Konsorsiyumu tarafından yapılan tesisin 2000 yılında devreye girmesi planlanıyordu, ancak bir sürü aksilikler ve anlaşmazlıklar nedeniyle tesisin devreye girmesi 2007 yılına kadar uzadı. Yani diyeceğim, bu işler sanıldığı kadar basit ve kolay değil...
16 Kasım 1999 tarihinde Muğla Valisi Lütfi Yiğenoğlu santralı ziyaret etti. Ama Vali’nin esas merak ettiği şey artık pek yakında devreye girmesi ümit edilen Baca Gazı Arıtma Tesisi’ydi. Bu nedenle önce BGA Tesis Müdürlüğü’ne ait bir salonda Vali’ye brifing verildi, daha sonra da tesisi yerinde görmek için hep birlikte sahaya gidildi. Sahada dolaşırken yanından geçtiğimiz her bölüm hakkında Vali’ye bilgi veriyorduk: “Efendim, bu Kireçsütü Hazırlama Tesisi, bu Booster Fanı, bu Sprey Kulesi (yani Absorber), bu Gypsum Susuzlaştırma Tesisi, v.s., v.s., …” Biz anlattıkça Vali, sanki bir şey arıyormuş da bir türlü bulamıyormuş gibi yukarılara, bacalara doğru bakınıp duruyordu. En sonunda dayanamayıp patladı: “İyi de kardeşim, şu filtre nerde, filtre? Onu gösterin bana…”
Baca Gazı Arıtma Tesisi, veya çok kullanılan tabirle Baca Filtresi deyince, konu ile ilgili olmayan pek çok insanın zihninde canlanan şey herhalde bacaya takılan kalbur gibi gözenekli filân bir şey olsa gerek… Bu yüzden Sayın Vali’mizi ayıplamamak lâzım. Daha sonra görevden alınıp Merkez Valisi olarak Ankara’ya geldiğinde, bir klasik müzik konserinde karşılaşmış ve sohbet etmiştik. Çok muhterem, makul ve zeki bir insandı. Zekâsını, Yatağan ziyareti esnasında da bir vesileyle çaktırmadan belli etmişti. Tesis Müdürlüğü, saha ziyaretinden sonra çikolata ikram etmişti. Baştan fark etmemiştik, biz afiyetle çikolatalarımızı yerken Lütfi Bey, bir çikolata alıp başparmağı ile işaret parmağı arasında uzun süre tutmuştu. Sonra bize dönerek: “Beyler, biliyor musunuz?” demişti, “Diyorlar ki, bu çikolatanın bir hakikisi varmış, bir de sahtesi… Bunu anlamak için alıp bir süre iki parmağınızın arasında tutmanız gerekirmiş. Çünkü hakiki kakao yağı insan vücudunun sıcaklığında erirmiş. Bakalım sizinki eriyecek mi?”
Sonra kendisiyle sohbete devam etmiştik. Ama bizim aklımız Vali’nin iki parmağının arasındaydı hep. En sonunda: “Anlaşıldı, sizin bu çikolata erimeyecek galiba,” dedi, “yiyelim bari!”
Aramızda günlerce tartıştık durduk, Vali’nin bu sözünü. Acaba ne demek istemişti? Yoksa bizim Baca Gazı Arıtma “numarasını” yemediğini, sadece yemiş göründüğünü mü söylemek istemişti?
Kim bilir?
Biliyorsunuz, bu günlerde gündemde olan konu, baca gazı arıtma tesisi olmadığı için kapatılan santralların nasıl ve ne zaman tekrar açılacağı. Bu santrallar kapalı kaldıkça, bu işletmeleri belirli müeyyideleri olan sözleşmeler çerçevesinde devralmış olan yeni sahipleri her gün milyonlarca lira zarar ettikleri gibi, Soma’da, Kangal’da, Zonguldak’ta ve Afşin’de on binlerce işçi ve kamyon esnafı işsiz kalma korkusuyla huzursuz olmaya başladı.
Konunun geniş kapsamı ve önemi, ister istemez siyasilerin ilgisini cezbetti. Birkaç gün önce AK PARTİ Genel Başkan Yardımcısı ve Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, Afşin-Elbistan A santralını ziyaret ederek konu hakkında ilgililerden bilgi aldı. Halk arasında sakal ve bıyıkla karakterize edilen çok karmaşık durum nedeniyle olacak, hitabet yeteneği herkesçe bilinen Sayın Mahir Ünal’ın bile dili biraz dolandı. Aynı konuşma içinde arka arkaya iki tane “birinci önceliğimiz” ifadesi kullandı:
“Burada daha önce de ifade ettiğimiz gibi bizim birinci önceliğimiz içinde yaşadığımız çevrenin korunması ve halk sağlığının muhafaza edilmesi.”
“Ama biz bu konuda hassasiyetimizi dile getirirken diğer taraftan da burada çalışan yaklaşık 3 bin 700, 600 de dekapaj çalışan olmak üzere 4 bin 300 kişinin de işsiz kalmaması da bizim birinci önceliğimiz içerisinde.”
Mevcut durumda ve kısa dönemde birbiriyle çelişen bu iki “birinci öncelik”ten hangisinin “daha birinci” olduğunu sanırız kısa sürede görebileceğiz. Bu konu siyasilerin çözmesi gereken sosyal bir sorun olduğu için bizim uzmanlık alanımızın dışında kalıyor.
Ancak Sayın Mahir Ünal’ın söylediği bir şey daha var ki o konuda birkaç söz söylemekten kendimizi alamayacağız:
“Filtrelerin ne kadar sürede tamamlanacağı konuşuldu. Çelikler firmasının bize verdiği bilgi Haziran 2020'de bu işi tamamlayacaklarını belirttiler.”
Bir tanesini yukarıda ifade ettiğimiz üzere, Türkiye’de şimdiye kadar yapılmış olan Kükürt Arıtma Tesislerinden elde ettiğimiz tecrübeye dayanarak, bu sürenin makul olup olmadığını tartışmaya dahi lüzum görmemekteyiz. Bizim dikkat çekmeyi gerekli gördüğümüz bir başka husus var: Bu iddiayı ortaya atanların konu ile ilgili herhangi bir teknik uzmanlıklarının olduğunu sanmıyoruz. Muhtemelen, iş sahiplerinin bu tür sıkışık durumlarını fırsata çevirmeye çalışan bazı ticaret erbabı bu iddianın kaynağını teşkil edebilir.
Nitekim, bizim hiç bilmediğimiz ve başkalarının da bildiğini sanmadığımız, “ileri plazma teknolojisi” gibi cilâlı bir takım ifadelerin kullanılmakta olduğuna dair bazı duyumlarımız var. Elbette ki akıl akıldan üstündür ve hiç umulmayacak şekilde bizi mahcup ederek, ülkemizin önemli bir sorunu haline gelen bu konuyu çok kısa sürede halledip yerli ve milli kaynağımız olan linyitin elektrik üretiminde yeniden değerlendirilmesini ve on binlerce fukara insanımızın işsiz kalmamasını sağlayan her çözüm, herkesten ziyade bizi memnun edecektir.
Ama iş sahiplerinin, eğer gereksiz para ve vakit kaybına uğramak istemiyorlarsa, İsaac Asimov’un dediklerine kulak vermelerinde fayda vardır:
O dönemde yaşayan herkesin hatırlayacağı üzere, 90’lı yıllarda dünyada yayınlanan bütün teknik dergilerde her ay, her hafta tartışılan iki çok popüler konu vardı. Birisi soğuk füzyon, diğeri ise oda sıcaklığında süperiletkenlik.
Gençler hatırlamazlar ise kabahat bulmaya gerek yoktur. Çünkü, yıllar var ki, bu iki inanılmaz derecede harika konu artık unutulmuş bulunuyor. (Bunların mahiyetini ve detaylarını öğrenmek isteyenler internetten bilgi alabilirler sanıyorum.)
İşte İsaac Asimov, o yıllarda Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi’nde yayınlanan bir yazısında bu iki konuyu ele alıyor, bir makaleye sığacak detayda açıkladıktan sonra yazısını şöyle tamamlıyordu:
“Soğuk Füzyon ve Oda Sıcaklığında Süperiletkenlik, o kadar güzel, o kadar güzel şeyler ki gerçek olamayacak kadar güzel! (Too good to be true!)”
Altı ayda desülfürizasyon, bana soğuk füzyondan da, süperiletkenlikten de daha güzel, çok daha güzel görünüyor.
Keşke mümkün olsa da yesek, en azından "yemiş" görünsek...
Sağlıcakla kalın.