1. YAZARLAR

  2. Metin Türkyılmaz

  3. Anadolu kadınının linyiti: Tezek…
Metin Türkyılmaz

Metin Türkyılmaz

Yazarın Tüm Yazıları >

Anadolu kadınının linyiti: Tezek…

METİN TÜRKYILMAZ

Hafızamız milletce zayıf. Çabuk unutuyoruz. Rusya ile ilişkiler, 9 Ağustos 2016 Erdoğan-Putin zirvesiyle normale dönünce, geçmişte ne olduyu çok da hatırlamıyoruz. Biraz anılarımızı tazelersek; Rus uçağı 24 Kasım 2015 tarihinde düşürüldüğünde, Rusya’nın buna karşılık olarak doğalgazı keseceği, Aralık, Ocak, Şubat gibi kışın en sert aylarında doğalgazsız kalacağımız tartışmaları yapılmıştı. Bunu sanırım hatırlarız.

Hatta dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, bir konuşmasında, bazı Erzurumluların “Gerekirse tezek yakarız ama sınırlarımızı çiğnetmeyiz” dediğini aktarmış ve “Olursa bizim milletimiz vatanı ve onuru için gerekli fedakarlıkları göstermeye hazır bir millettir” ifadelerini kullanmıştı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da  Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’na katıldığı Fransa’dan Katar’a geçerken, uçakta gazetecilerle sohbet etmiş, bir gazetecinin “Ortalama vatandaş ‘doğalgaz konusunda bir sıkıntı yaşar mıyız’ diye endişeleniyor, ne diyeceksiniz” şeklindeki bir sorusu üzerine, “Biz hayat boyu doğalgazla yaşamadık biliyorsunuz, doğalgazla tanışalı ne kadar zaman olduğu belli. Bu millet çileye alışık bir millettir. Kaldı ki Rus doğalgazı olmazsa biz yandık, bittik diye bir durum yok. Rusya dışında birçok ülkeden doğalgaz aldığımızı zaten dile getirdim” demişti.

Gerçi Rusya, akıllıca bir strateji izledi ve doğalgaz kesintisine gitmedi. En önemli müşterileri arasında olan Türkiye’ye doğalgaz ambargosu uygulamadı. İhracatına, para kazanmaya devam etti. Açıkladığı ambargo ve yaptığı düzenlemelerle Türk ekonomisi ve ürünlerine nokta atışlar yaptı, zarar verdi. Bu başka bir yazının konusu. Biz gelelim, tezeğe…

O dönemden aklımda kalan konulardan biri de tezektir. Adını uzun süredir duymamıştım. Babamın köy öğretmenliği yaptığı çocukluğumun ilk çağında ben de köyde yaşadım. Babaannemin köy evinden bilirim. Tezek ve bizim oraların ifadesiyle kerme görmüşlüğüm vardır ama nasıl yapıldığını tam olarak hatırlamıyorum.

Yalnız, olaya tezek boyutundan bakarsak, sobada kermenin taşkömürü, tezeğin linyit anlamına geldiğini de bilirim. Annemin, babaannemin, halalarımın, sobanın, en altına kerme, üzerine tezek, onun üzerine meşe odunu, en üstüne de çalı çırpı koyduklarını, sobayı böyle tutuşturduklarını da görmüşlüğüm var.

Meşe derken odunları da aslında üçe ayırmak gerekiyor. Yakacak odunlar içinde linyitten daha az kalori veren kömür çeşidi turbayı söğüt odunu, linyiti kavak odunu, taşkömürünü ise meşe odununun temsil ettiğini de bilirim. Tabii bunlar 40-45 yıl öncesinin anıları. Benim 18 yaşındaki oğlum, 7-8 yaşlarındayken halamın evinde ilk sobayı gördüğünde, merak içinde baktığını, sorular sorduğunu da hatırlıyorum.

Ufak bir araştırma yaptım. Araştırmama ve izlenimlerime göre, Orta ve Doğu Anadolu lisanıyla tezek olayı dörde ayrılıyor. Bunlar tezek, kerme, yapma ve kıkak (hışır) olarak adlandırılıyor. Belki bu isimler yöreden yöreye farklılıklar gösterebilir. Örneğin yapma ve kıkak denilen türleri ben de hatırlıyorum ama adlarının böyle olduğunu bilmiyordum. Annemle konuştum, yapmaya yapma denildiğini, kıkakı ise hışır olarak adlandırdıklarını söyledi. Koyun, keçi dışkısına ise giğil dediklerini belirtti.

Bilmeyenler için yazıyorum, öncelikle sığırlar, eşekler, varsa at ahırda, koyunlar ve keçiler ise ağılda kışı geçirirler; ki ağıla bazı yörelerde köm de deniyor. Büyükbaş hayvanlar, yazın da ahırda gecelerler. Koyun ve keçiler yaz boyunca ağıla girmez, hevşe denilen açık yerlerde kalırlar. 

Tezek yapmak ve hayvanlara temiz bir zemin sağlamak amacıyla sığır dışkıları, her sabah ve her akşam ahırda küreklerle toplanır, ahır süpürülür, temizlenir. Mayıs adı verilen bu dışkılar, ayrı ayrı yerlerde toplanır. Mart sonu Nisan ayı başı gibi bu dışkılara su eklenir, iyi tutuşması ve yapışması için samanla karıştırılır, yayvan yuvarlaklar halinde, tahta kalıp içinde bastırılır.

Bazı bölgelerde harmana serilir, büyük silindir taş olan loğ ile loğlanır ve iyice sıkıştırılıp kalıp haline getirilir. Daha sonra tezekler harmanlarda kurumaya bırakılır. Tamamen kuruduktan sonra kalıptan çıkarılmış yuvarlak halinde, loğlanmış olanlar ise belle kesilmiş şekilde tüfek gibi birbirine çatılır. Bir süre de bu şekilde bırakılır. Daha sonra taşınıp istiflenir ve kışın sobada kullanmak üzere bekletilir.

İşin ekonomik boyutu o kadar büyük ki tezek, kerme taşımak üzere “geşgere” adı verilen ağaçtan yapılan iki kollu  ve ortada kolların üzerinde tablası olan taşıma aracı bile imal edilmiş. 

Gelelim kermeye… Koyun ve keçilerin kaldıkları ağıllar da sabah-akşam temizlenir. Fakat, bu süreler arasında yapılan dışkılar toplanmaz, hayvanların ayakları altında ezilir. Zemin son derece sert bir tabakayla kaplanır. Bu tabaka 15-20 santimetre kalınlığına ulaştığında; (ki ilkbahara kadar bu boyuta ulaşır) bellerle kare şeklinde plakalar halinde kesilir ve kadınlar tarafından iyice kuruması için harmanda güneş alan bir yere serilir.

Tamamen kuruduktan sonra istiflenir ve kışı sobada yakılmak üzere bekletilir. Tezek çabuk tutuşurken, kerme yavaş tutuşur ama daha uzun süre yanar. Bundan dolayı kerme, tezeğe göre daha değerli bir yakıttır. Nasıl binlerce yılda linyit kömürü az sıkışmış, taş kömürü çok sıkışmışsa bunda da durum böyledir. 

Yapma dediğimiz tezeğin yapımı fazlasıyla mide bulandırıcıdır. Kadınlar, sabah inekler yaylıma çıkarken bıraktıkları taze dışkıları toplar, samanla karıştırıp harç yaparlar. Daha sonra elleriyle elipse yakın yuvaklak bir şekil verip, taş duvarlara yapıştırırlar. Küçük ve ince olduğu için daha hızlı kurur. Kullanımı daha pratik ama kalori değeri de bir o kadar düşüktür.

Yazın, öğle saatlerinde ve gece koyun ve keçiler, genelde ağılların yanında veya önünde, çitle çevrili açık alanlarda tutulurlar. Buna bazı yörelerde hevişe veya hevşe denir. Hevşeler, kurt gibi yırtıcı hayvanlar girip, koyunları telef etmesin diye ağaç ve çalılarla güçlendirilmiş yüksek çitli veya duvarlı yapılır. Koyun ve keçiler yağmurdan etkilenmesin diye bazılarının üzerinde çatma da bulunur. Yapının özelliği köylünün ekonomik duruma göre değişir.

Kısa yaz gecelerinde küçükbaş hayvan dışkılarının bilye şekli, ayak altında fazla bozulmaz, parçalanmaz. Sabah erken saatte koyun ve keçiler yaylıma gider.  Dışkılar ikindi serinliği çökene kadar güneş altında kurur. Kadınlar bunu çalı süpürgelerle süpürerek toplar, daha sonra elerler. Parçalanmış olanlar elekten düşer; bunlar gübre olarak kullanılır. Elekte kalan parçalanmamış olanlar torbalara konur, kışa kadar saklanır. Kışın sobadaki tezek etkisini yitirmeye başladığında, kıkak denilen, bazı bölgelerde hışır olarak adlandırılan bu kuru yakıt, sobanın içine dökülünce, ateş yeniden parlar, daha uzun süre yanmaya devam eder.

Tabii sobayı tutuşturmak o kadar da kolay değil. Odunu her dakika harcayamazsınız, bulamazsınız da… Çünkü özellikle Orta ve Doğu Anadolu’da zengin orman, ağaç alanları yoktur. Su kenarlarında söğüt, kavak yetiştirilir. Durum böyle olunca başka bir metod devreye giriyor. Özelikle evdeki odun, tezek ve kerme stokunun suyunu çektiği, “Mart bacadan baktırır, kazma kürek yaktırır” döneminde, yani ilkbaharda, kadınların eğlenceli işlerden biri de harmanlarda, çayırlarda, tarlalarda kurumuş inek dışkısı toplamaktır. Çocukken, benim de bu faaliyetlere katılmışlığım vardır. Her çocuk gibi, büyükler sizi çaktırmadan yarıştırırken daha gayretli toplamak durumunda kaldığınız da oluyor.

Çocuklar deyince aklıma geldi. Köy okullarında her öğrenci okula giderken yanında bir tezek de götürürmüş. Hatta 1940’larda yaşanan bir olayı babamlar anlatırdı. Çocuğun biri hastalanmış ama görev disiplini tam olan bir çocuk. Daha sonra hem kendisi hem de oğlu matematikçi, kızı doktor oldu. Hayatı boyunca da saat dakikliğiyle yaşadı.

Her neyse, işte bu öğrenci, kendisi hastalıktan gidemeyince, kardeşini okula bir tezekle göndermiş. Eğitmen görünce “abin nerede” diye sormuş, çocuk “abim hasta onun yerine ben geldim” demiş. Tabii eğitmen de abinin yerine okula gelinir mi diye dayağı atmış. Şimdi acaba bu uygulamanın devam ettiği okul var mı diye de merak ettim. Habertürk Gazetesi’nin internet sitesindeki 15 Ocak 2016 tarihli bir haberden  alıntılıyorum:

“Van’ın Çatak İlçesi’ne bağlı Kacit Köyü’nde öğrenciler kucaklarında tezek ve odunla okula gidiyor. Sınıf Öğretmeni Hakim Tomay, hava sıcaklığının zaman zaman sıfırın altında 20 dereceye kadar düştüğü köyde, öğrencilerin getirdiği odun ve tezekleri, kendilerine gönderilen kömürü tutuşturmak ve ek yakacak olarak kullandıklarını söyledi.”

Buyurun buradan yakın… Demek ki 70 yılda değişmeyen şeyler de varmış…

Bu yazıyı yazarken ister istemez sürekli düşündüm. Bu olayda “erkekler niye yok” diye. Hatırladığım kadarıyla, sadece ağıllarda belle kerme kesme ve tezekte kürekle saman karıştırma işlerini yapıyorlardı.

Elini bu işe bulaştıran Anadolu kadınıdır. Ki mayıslı elleriyle bile olağanüstü gururlu, fedakar ve  güzeldir.

Bu fedakarlıklarıyla Kurtuluş Savaşımıza katkıları o kadar büyüktür ki onlar olmadan savaş kazanılamazdı.

Ve burada Nazım Hikmet’e atıf yapmadan olmaz. Yazımızı, ucsuz bucaksız kültürümüze Kurtuluş Savaşı Destanı gibi bir destan kazandırmış; Kurtuluş Savaşı’nın isimli isimsiz kahramanlarını tarihin unutulmazları arasına kaydetmiş büyük şairimizin, kadınlarımızı anlattığı o meşhur dizeleriyle bitirelim. 

Ve KADINLAR
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız…

Nazım Hikmet-Kurtuluş Savaşı Destanı

Metin TÜRKYILMAZ / Enerji Günlüğü / 06.09.2016

Önceki ve Sonraki Yazılar