1. YAZARLAR

  2. Mehmet ASLAN

  3. Ambarlı'nın aşığı Yahya Bey'e derin hürmetlerimle
Mehmet ASLAN

Mehmet ASLAN

Köşe Yazarı
Yazarın Tüm Yazıları >

Ambarlı'nın aşığı Yahya Bey'e derin hürmetlerimle

Değerli okuyucular,

2012 yılında kaybettiğimiz, Türkiye elektrik sektörünün renkli simalarından Yahya Bey’in vefatının hemen ardından, 26 Temmuz 2012 tarihinde Enerji-Platformu tartışma grubuna bir mesaj göndermiştim. O yazımı çok küçük bazı değişiklik ve ilavelerle bu kez Enerji Günlüğü'nde yayınlamak istedim. Zira enerji tarihine dair yazılarımızın, yeni kuşakların olduğu kadar eskilerin de ilgisini çektiğini görüyorum. 

yahya-denizci.jpg

Yahya Denizci, santral müdürlerinin teknik bilgileriyle övündükleri o çok eski çağlara ait kuşağın son temsilcilerinden biriydi. Şimdi artık (artık derken, 80’li yılların sonlarından itibaren) santral müdürleri daha değişik özellikleri ile övünür oldular.

Aramızda (TEK camiasında) ona “Deli Yahya” da denirdi. Zaten Aziz Nesin’in tabiriyle bir kişinin lâkabı “deli” ise oraya bir mim koymak gerekirdi. Yahya Bey de olanca işletmeci heyecanı, canlılığı, çabaları ile ancak olsa olsa “deli” lâkabına lâyık sayılabilirdi.

Onu ilk olarak 1973 yılı yazında Ambarlı Termik Santralı’na staj yapmak için gittiğimde tanımıştım. ODTÜ Elektrik’ten iki arkadaş, ben ve Mehmet Ertaş, elimizde staj belgelerimizle santrala gitmiştik. Kapıda bize “Elektrik Başmühendisi Yahya Bey” ile görüşmemiz söylendi. Biz de öyle yaptık. Ama belgelerimizi inceleyen Yahya Bey bizi hiç de memnuniyetle karşılamadı. “Siz ODTÜ’den mi geliyorsunuz?” diye sordu. Sonra da “Kim gönderdi sizi buraya kardeşim? Siz bu santralı havaya uçurursunuz.. Anarşist herifler!.. Defolun gidin, gözüm görmesin sizi.. “ diye bas bas bağırmaya başladı. Gerçekten 12 Mart döneminde ODTÜ adının pek de iyi anılmadığını biliyorduk, ancak açıkçası bu kadarını da beklemiyorduk. Ama ne yapalım, geri geri giderek odasından çıkmak üzereydik ki, birden Yahya Bey bir kahkaha patlattı ve “Gelin yahu, nereye gidiyorsunuz, şaka yaptım!” demesin mi.. 

yahya-denizci-kovulduk-001.jpg

Kovulduğumuz odada, Yahya Bey’le birlikte… Mehmet Aslan, Musa Öztufan, Tülay Karakılıç, Yahya Denizci ve Mehmet Ertaş.

Fakat daha sonra Yahya Bey’in tam olarak şaka yapmadığını da anladık. Bize santralı bir defa gezdirdikten sonra, santralın karşısında o zamanlar misafirhane olarak kullanılan tek katlı prefabrik binalarda birer oda verdi, önümüze santralla ilgili İngilizce bir sürü katalog attı ve “Bakın, burada bu kataloglardan yararlanarak staj raporunuzu hazırlayabilirsiniz, deniz kıyısında iskelemiz ve plajımız var, denize girebilirsiniz, ancak santraldan içeri adımınızı atmayın, görürsem canınıza okurum!” dedi.

Belki bir açıdan haklıydı. O sıralarda Ambarlı Santralı Türkiye elektrik enerjisinin %40’ını karşılıyordu. İşin şakası yoktu.

O yaz Ambarlı santralının plajında yüzmeyi öğrendim. Yahya Bey sık sık akşamüstleri plaja gelip bize katılıyordu. O zamanlar henüz bekârdı. İskeleden artistik atlayış numaraları çekiyordu. Bizimle birlikte staj yapan İTÜ’lü güzelce bir kız vardı, belki de onu tavlamaya çalışıyordu, kim bilir?

Sonra bir gün biz stajyerleri evine davet etti. (Dedikodulara göre aslında sadece kızı davet etmişti, ama kız kabul etmeyince, erkekleri de çağırmak zorunda kalmıştı!) Japonya’dan yeni dönmüştü. Bize “sake” ikram etti.

Epeyce yaşlı, saçları bembeyaz bir Elektrik Başteknisyeni vardı, bir gün atölyede onunla konuşuyorduk. “Yahya Bey yıllık izine çıkacakmış, bir yerlere tatile gidecekmiş” dedim. “Hayır,” dedi “Yıllık izine çıkar, ama hiçbir yere gitmez o herif, yine santrala gelir..” Aynen dediği gibi çıktı. Yahya Bey yıllık izinde de her gün yine santraldaydı. İşletmecilik ruhuna işlemişti, santral onun bütün hayatıydı..

O yaz Ambarlı’da şahit olduğumuz ilginç bir olay da akıntı ile soğutma suyu alma kanalına düşen iki tane çok iri deniz kaplumbağasıydı. Santralın soğutma suyunu denizden alan büyük kanalın rampa yaptığı bir yerde su akışı hızlanıyor ve rampanın sonunda büyük cisimlerin su alma haznesine girişini önlemek üzere konulmuş demir parmaklıklar bulunuyordu. İşte o su akışına kapılan kaplumbağalar kanala girip demir parmaklıklara kadar sürüklenmişlerdi. O kısımda üstü açık olan kanalda kaplumbağaları günlerce seyrettik. Hayvanlar bu hapishaneden kurtulmak için büyük bir gayretle su akışına ters yönde yüzmeye çabalıyor, epeyce bir mesafe kat’ediyor, ama sonunda yorulup kendilerini bırakınca yine sürüklenip büyük bir hızla demir parmaklıklara çarpıyorlardı. Günlerce bu mücadeleden vaz geçmediler. En sonunda Gülhane parkından bir ekip geldi, kaplumbağaları özel olarak tasarlanmış demir kafeslere sokup vinçle yukarı aldılar ve kamyonlara yükleyip götürdüler. Ama uygun ortamı sağlayamadıkları için kaplumbağaları uzun süre yaşatamadıklarını sonradan öğrendim.

Daha sonra, TEK’te çalıştığım dönemde de pek çok kez Yahya Bey’in adını duydum, hepsi de santral ve işletmecilikle ilgili çok enteresan hikâyelerdi.

12 Eylül döneminde santralın bir türbininde aşırı vibrasyon olmasına rağmen enerji sıkıntısından dolayı ünitenin devreden çıkarılmasına müsaade vermeyen TEK yöneticilerini önce telefonla Bakan’a, ondan da sonuç alamayınca gecenin bir vakti Kenan Evren’e şikâyet ettiğini duymuştum. Doğru mudur, bilmem, ama santralını çocuğu gibi seven “Deli” Yahya’dan beklenmeyecek bir şey değildi. 

yahya-denizci-vardiyada-001.jpg

Vardiyada işçilerle beraber…

Anlattıklarına göre Sedat Yıldız, TEK Genel Müdürü olduğunda, bütün santral müdürlerini Ankara’da toplantıya çağırmış, şikâyetlerini, sorunlarını dinlemek istemiş. Hayatı boyunca kim bilir kaç tane Genel Müdür görmüş geçirmiş Yahya Bey umursamaz bir tavırla personel politikasından dert yanmış: “Yahu biz habire Makine ve Elektrik Mühendisi istiyoruz, bunlar ise bize inadına Kimya Mühendisi gönderiyorlar, santral kimyacı doldu taştı!” diye bağırmış. Sedat Yıldız’ın kendisi de Kimya Mühendisi’ydi ve bunu Yahya Bey’in bilmemesi imkansızdı.. (Bundan sonrasını aklımda bir mizansen olarak kuruyorum: Sedat Yıldız olanca öfkesiyle titreyerek ve bir yandan da parmağıyla kapıyı göstererek: “Dışarı!!!” diye bağırıyor. “Çık dışarııı!!” Yahya Bey’se hiç kazımayan bir sırıtışla sallana sallana odadan çıkıyor… Belki de böyle olmuştur.)

Buna benzer bir sürü deli dolu hikâyeler… Bunlardan biri de santral bahçesindeki bir elma ağacının üzerindeki elmaları sayarak bekçiye zimmetlemesiydi. Ne zaman bir elma olgunlaşıp dalından koparak yere düşse, zavallı bekçi hemen koşup iple dalına bağlıyormuş. Daha sonra Yahya Bey elmaları toplatıp tabldotta işçilere yedirmiş de bekçi elma nöbetinden kurtulmuş.

yasar-denizci-kizi-ozlem.jpg

Kızı Özlem’le, belki de o elma ağacının altında…

Birisi de, Yahya Bey’in çok yüksek sesle konuşması hakkında idi. Zaten tanıdığım bütün santralcılar yüksek sesle konuşurdu. Sanırım bunun sebebi çok gürültülü türbin kodunda uzun zaman geçirmeleri, bu esnada birbirleriyle ancak bağırarak anlaşabilmeleri ve bu nedenle işitme melekelerini de biraz kaybetmeleridir. Ancak Yahya Bey’inki sanki bir mertebe daha yüksekti. Bir gün odasında, Ankara ile bir telefon konuşması yapıyormuş. O sıralarda Ambarlı’da görevli olan bir yabancı mühendis, bizimkilerden birine sormuş: “Yahya Bey ne yapıyor?” Bizimki cevaplamış: “Ankara ile telefon görüşmesi yapıyor..” Yabancı mühendis: “Tamam, onu biliyorum da..” demiş. “Telefona ne gerek var? Ankara’dakiler onun sesini telefonsuz da duyuyorlar zaten!..”

yahya-denizci-ankara-ile-konusurken.jpg

Ankara’yla konuşurken…

Ben Yatağan’da çalışırken Ambarlı’ya görevli olarak gittiğim bir defasında santraldaki odasında ziyaret etmiştim. Teknik bilgisi ve çalışkanlığıyla çok övündüğünü bildiğim için, ona bir hınzırlık yaptım: “Yahya Bey,” dedim. “Bizim santralda el yazması imzasız bir defter var, içinde santralla ilgili bir çok püf noktaları, çizimler, anlatımlar filan var.. Biz mühendisler hepimiz o defterin bir fotokopisini çektirip aldık, çekmecemize koyduk, ne zaman başımız sıkışsa o deftere bakıp sorunları çözüyoruz..”

Oysa o defteri Polonya’ya eğitim için gidildiğinde Yahya Bey’in yazdığını bal gibi de biliyordum. Onu biraz mutlu etmek istemiştim. Ama umduğumdan çok daha fazla mutlu olduğunu gördüm. Ben anlattıkça gözleri açıldı, fal taşı gibi oldu, en sonunda dayanamayıp patladı: “O DEFTERİ BEN YAZDIM!!” diye bağırdı. “Öteki herifler Polonya’da karı-kız peşinde koşarken, ben boş durmadım, adamların anlattıklarını not ettim, akşamları temize çektim.. Bak, şimdi ne kadar işe yarıyor, değil mi?”

Yıllardır, hep onu bir kez daha ziyaret edip, hatıralarını ve enerji sektörü konusundaki görüşlerini almak istemiştim. Olmadı. Günlük işler ve koşuşturma bırakmadı.

Başımız sağolsun. Toprağı bol olsun. Onu çok özleyeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar