6 Şubat’ta yaşanan deprem felaketiyle sarsıldık. Tüm ülke bir kez daha acıya boğuldu. Günler geçmesine rağmen deprem bölgesinden gelen görüntüler hâlâ dayanılır gibi değil.
Felaketin öncesinde de sonrasında da ciddi yönetim sorunları olduğunu söylemek gerekir. Bu kadar çok afetle karşılaşıp afet yönetimini bir türlü öğrenemiyor olmamız gerçekten üzücü.
Kentleşme, yapılaşma alanlarındaki yanlış politika tercihlerinin, hatalı uygulamaların bedelinin son derece ağır olabildiğini bir kez daha gördük.
Aslında, felaketin öncesinde hazırlanan strateji dokümanı, eylem planı gibi çalışmalara bakarsanız, olumsuz sonuçlardan kaçınmaya yönelik sayısız cicili bicili cümleye yer verildiğini görürsünüz. Ama uygulamaya gelindiğinde, işlerin öyle yazıldığı gibi insan odaklı falan değil esasen rant odaklı yürüdüğünü hepimiz biliyoruz.
***
Yanlış yapıldığında telafisi çok zor olumsuzluklarla karşılaştığımız bir diğer alan da enerji sektörüdür. Burada da hatalı plan ya da uygulamaların bedeli; örneğin Çernobil ya da Fukuşima gibi nükleer facialar, Soma gibi büyük maden kazaları ya da küresel ısınma sonucu ortaya çıkan çevre felaketleri olabilmekte.
Benzer şekilde, enerji alanında hazırlanan dokümanlarda da “sürdürülebilirlik” ya da “yerli ve milli” benzeri sayısız yakışıklı ifadeyi bulabilirsiniz. Ama bu sektörde de işler pek öyle kitaba yazıldığı gibi olmuyor.
Bugün önümüzde yeni bir kitap var: Altı siyasi partinin yer aldığı ve “Altılı Masa” olarak bilinen oluşumun Ocak ayının sonunda kamuoyu ile paylaştığı “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”. Söz konusu metin, Cumhurbaşkanı adayının hem seçim beyannamesinin hem de uygulayacağı hükümet programının ana omurgasını oluşturacak.
Bu yazımda, Altılı Masa’nın mutabakat metninde enerji sektörüne ilişkin belirlenen genel çerçeveyi ele alıyorum.
***
Öncelikle, mutabakat metninin bütününde yeşil rengin ciddi bir ağırlık taşıdığını söylemek çok da abartılı olmayacaktır. Yeşil dönüşümü merkeze alan yeni nesil bir kalkınma stratejisinin uygulanacağı, çalışmanın daha en başında vurgulanmakta. Bu çerçevede, Avrupa Yeşil Mutabakatına uyum, öncelikli hedefler arasında sıralanıyor ve bu amaçla Yeşil Ekonomiye Geçiş Programı’nın yürürlüğe konulacağı beyan ediliyor.
Hazırlanan dokümanın neredeyse her yerinde “yeşil” ifadesi var: Yeşil Dönüşüm Merkezleri, Yeşil Teknolojik Dönüşüm birimleri, Yeşil Dönüşüm Ar-Ge Destek Paketleri, Yeşil OSB’ler, Yeşil Finansman, Yeşil Kalkınma Bankası, Yeşil İklim Bankası, Yeşil Dönüşüm Fonu…
İklim değişikliğiyle mücadeleye öncelikli bir politika olarak yer verilmiş: Bu kapsamda ‘Ekosistem Hakkı’nın anayasaya alınmasının ardından bir İklim Kanunu çıkarılması da hedefleniyor.
Hedefler arasında Paris İklim Anlaşması çerçevesinde Ulusal Katkı Beyanı’nın iyileştirilerek güncellenmesi ve Net Sıfır Karbon Emisyonu tarihinin 2053 yerine 2050 yılına çekilmesi de bulunmakta. İktidara gelindiğinde; Avrupa Birliği ile uyumlu bir Emisyon Ticaret Sistemi kurulacak, Karbon Fiyatlama Sistemi ve Karbon Bankacılığı başlatılacak, karbon vergisi ve Avrupa Birliği’ndekine benzer bir Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması getirilecek.
***
Dolayısıyla, Altılı Masa’nın mutabakat metninde iklim krizine karşı mücadeleye ilişkin açık bir taahhüt var. Bu bakımdan, metnin, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ve Paris Anlaşması ile belirlenmiş olan hedeflerle uyumlu olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer taraftan, söz konusu hedeflerle tutarlı bir sanayi ve teknoloji modeli de tarif edilmiş: Buna göre; sanayi sektörlerinin ileri teknolojiye dayanan, yüksek katma değerli bir yapıya dönüştürülmesi hedefleniyor. Bu kapsamda; endüstriyel robot imalatından enerji tasarrufu sağlayan ürünlere, elektrikli otomotivden otonom araçlara, yapay zekâdan yenilenebilir enerji teknolojilerine kadar pek çok alanda teşvikler getirileceği beyan edilmiş. Ayrıca; nükleer enerji, elektrik depolama, plazma, yeşil hidrojen, gazlaştırma, karbon yakalama ve depolama teknolojileri ile lityum ve nadir toprak elementleri gibi enerji sektörü için yeni ve kritik hammaddelerin değerlendirilmesine yönelik araştırmalar da desteklenecek alanlar arasında sıralanmış.
Elbette, enerji yoğunluklarının düşürülmesi ve enerji tüketim hızının giderek azaltılması için sanayi sektörlerinde öngörülen dönüşümün ve teknoloji alanında belirlenen hedeflerin önkoşul olduğu açıktır. Bununla birlikte, her ne kadar iklim değişikliğiyle mücadeleye vurgu yapılsa da, yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarının yaygınlaştırılmasına ilişkin olarak -teşviklerin yeniden düzenlenmesi ya da Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Destekleme Mekanizması’nın (YEKDEM) yeniden tasarlanması dışında- pek fazla somut hedef ve projeye rastlamadım. Benzer şekilde; enerji verimliliği, döngüsel ekonomi, akıllı ağ yapısı, ulaştırma gibi karbonsuzlaştırmayı doğrudan ilgilendiren temel alanlarda da daha çok soyut ifadelerle yetinilmiş.
***
2050 net sıfır emisyon hedefine fosil yakıt tüketimi azaltılmadan ulaşılması mümkün değildir. Bu bakımdan, mutabakat metninde yer alan “belli bir program dâhilinde en kısa sürede kömürden çıkacağız” ifadesi, söz konusu hedefle uyumludur. Bununla birlikte, yine aynı metinde yeni termik santral yapılmayacağına ilişkin beyanın bana oldukça iddialı geldiğini söylemeliyim. İklim değişikliğine ilişkin Paris ya da Glasgow kararlarında dahi en azından karbon tutma, kullanma ve depolama (CCUS) tesislerine sahip termik santrallere bir itiraz mevcut değilken, bu imkânın bile göz ardı edilerek böyle bir hedef konulması çok da akılcı görünmüyor.
Umarım, böylesi bir hedef, Türkiye’nin 2050 yılına kadar olan enerji talebini ve arz imkânlarını dikkate alan gerçekçi planlamalar temelinde konulmuştur. Tersi durumda, söz konusu kararın enerji sektöründe -arz güvenliği ya da yüksek enerji maliyetleri gibi- pek çok sorunu beraberinde getirmesi olasılığı son derece yüksektir. Önümüzdeki 25 yıllık süreçte fosil yakıtlardan büyük ölçüde çıkılabilmesi mümkün görünmektedir. Ancak bunun sloganlara değil ayağı yere basan planlamalara dayanması gerekir. Hedeflenen düşük enerji yoğunluklu kalkınma modelleri doğrudur; ancak ekonomik sektörlerdeki enerji dönüşümünün bugünden yarına hızla gerçekleşeceğini beklemek aşırı iyimserlik olur.
Ayrıca, aynı mutabakat metninde; gazlaştırma teknolojilerinin teşvik edilerek yerli kömürlerin ekonomiye kazandırılmasına ya da doğalgaz, petrol ve kaya gazı gibi kaynaklara yapılacak yatırımların teşvik edilmesine yönelik hedeflerin de bulunmasının fosil yakıtlar ya da termik santrallerle ilgili konulan hedeflere ilişkin kafa karışıklığına neden olduğunu da söylemeliyim.
Diğer taraftan, yeni termik santralleri tamamen dışlayan bir planlamanın, enerji ihtiyacının karşılanmasında yenilenebilir kaynakların beklenilen ölçüde yeterli kalmaması durumunda nükleer santral seçeneğine mahkûm olması da yüksek bir olasılıktır. Kaldı ki mutabakat metninde, nükleer güç santrallerine bir itirazın olmadığı ve aksine yeni nesil küçük modüler reaktörlere vurgu yapılıyor olması, söz konusu seçeneğin Altılı Masa’nın enerji politikalarında önemli bir yeri olacağına işaret etmektedir.
Bununla birlikte, yenilenebilir ya da nükleer enerjiye dönüşüm hedeflenip bunlara ait teknolojilerin dışarıdan temin edilmek zorunda kalınması durumunda, enerjide yeni dışa bağımlılıkların yaratılabileceği göz ardı edilmemelidir.
***
Doğrusunu isterseniz, mutabakat metninde enerjiye ilişkin yazılan hedef, politika ya da projelerin benzerlerini mevcut enerji yönetiminin dokümanlarında da bolca görebilmeniz mümkündür.
Yukarıda da belirttiğim gibi, iş icraata geldiğinde kitaba yazılanların her zaman hayata geçmediğini, sahadaki uygulamaların farklı olabildiğini aklımızın bir köşesinde tutmakta yarar var.
Yine de Altılı Masa’nın metnindeki ısrarlı yeşil vurgusunu, yeni büyüme modeli teklifini önemli buluyorum.
Başımıza gelen bunca felaketten sonra artık bu ülke ekonomide, teknolojide, çevre anlayışında, insana bakışta yeni bir sayfa açabilmelidir. Karbon temelli büyüme yerine temiz enerji odaklı, verimliliği, döngüsel ekonomiyi temel alan yeni bir kalkınma modeline geçmeyi başarabilmeli, afetlere daha dayanıklı ve insanların huzur içinde geleceğe bakabildiği bir Türkiye yaratabilmelidir.
Ankara/Şubat 2023