Tüm dünyayı etkisi altına alan ve hızla ilerleyen koronavirüs salgını ekonomileri sarsmaya devam ediyor. Petrol fiyatlarındaki çöküşle içiçe geçen salgın dönemi kısa vadede bazı fırsatlar yarattı. Özellikle enerjide dışa bağımlı olan ülkeler bu ucuz fiyatlardan stoklarını tamamlamaya koyuldu. Ancak hem stoklama kapasitesinin sınırı hem de durgun ekonomi bir noktadan sonra bu sevinci kaygıya dönüştürdü. İnsanların evlerine tıkılıp kaldığı, enerji talebinin yerlerde süründüğü ve ekonominin çarklarının her gün biraz daha durduğu bir ortamda bunun çok da sürdürülebilir bir durum olmadığı anlaşılmaya başladı.
Ancak bu farkındalığın dışında bence üzerinde durulması gereken ciddi bir kaygı daha var. Bol ve ucuz petrol ve doğalgazın yükseliş ivmesi yakalamış yenilenebilir enerji yatırımlarını sekteye uğratıp uğratmayacağı kaygısı…
İktidarların şu ana kadar geliştirdikleri politikalara bakıldığında bu kaygının çok da yersiz olmadığı açık. Kısa vadede kendilerine yarar sağlayacak, kolay ve kestirme yolları her zaman önceliklendirdiklerini biliyoruz. Ancak virüs benzeri felaketleri de tetikleyen bu bakış açısının artık değiştirilmesi gerekiyor.
Yaşadığımız koronavirüs salgını iklim krizi ile yakından bağlantılı. Tüketim çılgınlığı içinde ne yazık ki en önemli şeyin insan sağlığı ve yaşamı olduğunu unuttuk. İnsan sağlığı ve yaşamının da doğanın ve diğer canlıların sağlığı ve yaşamına bağlı olduğunu gözardı ettik. En sonunda, eğer şanslı azınlıktaysak bile, kullanamadığımız kabarık banka hesapları, petrol, gaz ve kömür dolu depolar, tıka basa giysi dolu dolaplar, eşya dolu evler vs.. ile kalakaldık. Her an hastalanma ve ölüm korkusu da cabası… Nefes alamayan doğa, bir anlamda kendi önlemlerini aldı. Ölümcül koronavirüsü salgını sonrası Çin başta olmak üzere bir çok ülkede hava kirliliği hızla azaldı örneğin.
Biz de doğal ve çevreye dost enerji kaynaklarının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha net bir şekilde görmüş, yaşamış olduk. Yenilenebilir enerji kaynakları sadece çevreye dost, yaşama dost olmaları açısından değil, aynı zamanda her geçen gün artan enerji ihtiyacımızı güvenli bir şekilde karşılayabilmemiz açısından da son derece gerekli. Çünkü krizler kömür ve gaz santrallerinin, rafinerilerin kapısına kilit vurabilir, fosil kaynakların sevkiyatlarını aksatabilir ama esen rüzgarı, parıldayan güneşi, denizin dalgalarını, akan suları engelleyemez. İklim krizini aşmamızda kilit rol oynayan yenilenebilir enerji kaynakları, sırf bu nedenle bile önümüzdeki dönemde çok daha fazla desteklenmeli ve yatırımlar arttırılmalı.
Nitekim ülkemizde yenilenebilir enerji sektörünün tüm temsilcileri üst üste açıklamalar yaptılar. Hepsi de Dünya Sağlık Örgütü’nce ‘pandemi’ (küresel salgın) olarak ilan edilen koronavirüs salgınının ‘mücbir sebep’ olarak kabul edilmesini ve mevcut destek mekanizması YEKDEM’in bitim tarihinin ötelenmesini talep ettiler. Tabi bir de uzun süredir netleştirilmeyen YEKDEM’in yeni halinin bir an önce netleştirilmesini.
Hükümetin açıkladığı 100 milyar liralık "Ekonomik İstikrar Kalkanı" adlı pakette ne yazık ki yenilenebilir enerji sektörünün bu taleplerine yanıt olabilecek bir teşvik ya da önlem bulunmuyor. Pakette sadece taşkömürü ve linyite bir teşvik var. Bu sektör, koronavirüs nedeniyle vergi süreçlerinde mücbir sebeple ertelemelerden faydalanabilecek sektörler arasında yer aldı. Daha sonra akaryakıt bayileri de mücbir sebep kapsamına alındı. Enerji Bakanlığı ya da EPDK gibi ilgili kurum ve kuruluşlardan da şu ana kadar konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapılmış değil.
Artık hükümetin fosil yakıtlara pozitif ayrımcı yaklaşımlarına bir son vermesinin zamanı geldi de geçiyor. Temiz, riski az, maliyeti az bir dünya ve ekonomi istiyorsak bir an önce yenilenebilir enerji sektörünün bu taleplerine kulak verilmesi gerekiyor. Aksi halde petrolün ziftine, kömürün karasına iyice bulanır, yok olur gideriz…