1. YAZARLAR

  2. Dr. Nejat TAMZOK

  3. Türkiye’nin gelecek 20 yıldaki enerji görünümü
Dr. Nejat TAMZOK

Dr. Nejat TAMZOK

Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye’nin gelecek 20 yıldaki enerji görünümü

Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi (IICEC) tarafından hazırlanan Türkiye Enerji Görünümü başlıklı rapor, geçtiğimiz günlerde düzenlenen bir telekonferans ile kamuoyuna tanıtıldı.

Oldukça detaylı hazırlanmış ve enerji sektörünü her yönüyle ele alan bu çalışmada, Türkiye’nin 2040 yılına kadar olan enerji görünümü, -referans ve alternatif olmak üzere- 2 farklı senaryo üzerinden modellenmekte, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda tüketeceği enerji kaynaklarına ilişkin tahminlerde bulunulmakta.

Çalışmanın en belirgin öngörüsünü tek cümlede özetleyebiliriz: Türkiye’de tüketilen toplam enerji içerisinde fosil kaynakların payı önümüzdeki 20 yılda azalacak, buna karşılık yenilenebilir ve nükleer enerjinin payı artacak.

Detayları ise şöyle: 2040 yılına kadar birincil enerji tüketimi içinde petrolün payı yüzde 29,2’den yüzde 22,8’e, kömürün payı yüzde 28,4’den yüzde 20,7’ye, doğalgazın payı ise yüzde 28,7’den yüzde 25,1’e gerileyecek. Böyle olunca, günümüzde enerji ihtiyacımızın yüzde 86,3 oranındaki kısmı bu üç fosil kaynaktan karşılanırken, 20 yıl sonra bu oran yüzde 68,6’ya kadar indirilmiş olacak. Fosil yakıtlardan boşalan yer ise yenilenebilir enerjiler ve nükleer enerji tarafından doldurulacak. Yenilenebilir enerjinin payı yüzde 13,7’den yüzde 24,8’e, nükleer enerjinin payı ise sıfırdan yüzde 6,6’ya yükselecek.

Benzer tahminler, elektrik üretimi tarafında da yapılmış. Referans senaryoya göre, elektrik üretiminde kömürlü santrallerin payı 2040 yılına kadar yüzde 37,6’dan yüzde 29,1’e, doğal gaz santrallerinin payı yüzde 18,3’den yüzde 13,3’e, sıvı yakıt santrallerinin payı yüzde 0,9’dan yüzde 0,3’e gerileyecek.

Diğer taraftan, hidrolik santrallerin payında da ciddi bir gerileme olacağı ve 2019 yılında elektrik üretimimizin neredeyse üçte birini karşılarken 20 yıl sonra yüzde 11,9 seviyesine kadar düşeceği tahmin edilmekte. Buna karşılık, nükleer, rüzgâr ve güneş elektriğinde ciddi artışların olması öngörülmekte: Rüzgâr santrallerinin payının yüzde 7,1’den yüzde 16,3’e, güneş santrallerinin payının yüzde 3,2’den yüzde 11,8’e, nükleer santrallerin payının ise sıfırdan yüzde 11’e yükseleceği tahmin edilmekte. 

Bu çalışmanın genelinden çıkardığım bazı notları sizlerle paylaşmak isterim:

Çalışmanın referans senaryosunda, önümüzdeki 20 yıl boyunca birincil enerji tüketiminde yüzde 71 ve elektrik üretiminde ise yüzde 90 artış öngörülmüş. Önceki 20 yılda aynı oranların sırasıyla yüzde 85 ve yüzde 150 civarında olduğu dikkate alındığında, artış hızındaki gerilemenin olumlu olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, enerji tüketimindeki öngörülen artış düzeyi, Uluslararası Enerji Ajansı’nın (UEA) bu çalışmadaki referans senaryoya eşdeğer olduğunu düşündüğüm senaryosuna göre tespit ettiği küresel ortalamaların neredeyse 3 katı düzeyinde. Enerji tüketim tahminleri küresel ortalamaların çok üzerinde olunca, bu durum karbondioksit tarafına da yansımış ve Türkiye’nin 2040 yılı emisyonu UEA ortalamasının 4 katından daha fazla olmuş. 

Türkiye, bugün ekonomik kalkınmasını büyük ölçüde demir-çelik, inşaat, kimya ya da tekstil gibi katma değer yaratma kapasiteleri oldukça düşük, ancak enerji tüketimleri aşırı yüksek ekonomik faaliyetlere dayandırmaktadır. Sanayide tüketilen toplam enerjinin neredeyse yüzde 60’dan fazlası bu nitelikteki sektörlerdedir. Ancak, örneğin makine, elektrik ya da elektronik ürünlerinin imalatının enerji tüketimindeki payı, 2019 yılı itibarıyla sadece yüzde 1 düzeyindedir.

Ekonomik faaliyet alanlarına ilişkin köklü bir dönüşüm yerine mevcut profil içerisinde verimlilik artışları hedeflendiğinde enerji tüketiminde ancak sınırlı bir yavaşlama elde edilebilmiş. Bununla birlikte, sanayinin mevcut yapısına ilişkin köklü bir değişimin öngörüldüğü bir senaryoda Türkiye’nin enerji tüketim seviyelerinin çok daha aşağılara çekilebileceğini düşünüyorum. Çalışmanın özellikle referans senaryosunda yapı değişikliğine ilişkin unsurlar bir ölçüde dikkate alınmakla birlikte, bu alanda tam bir dönüşümün ele alındığı ayrı bir senaryonun çalışılması,  Türkiye ekonomisi üzerine doğrudan etkilerini görebilmek bakımından yararlı olacaktır. Ekonomide, daha az enerjiyle daha yüksek getirinin elde edilebileceği inovasyonun, bilgi ve yüksek teknolojinin öne çıktığı ekonomik faaliyet alanlarına yönelmek suretiyle enerji tüketiminde önemli bir tasarruf sağlanabilecektir; bu dönüşümü gerçekleştiremediğinde Türkiye’nin ne orta gelir tuzağını aşmasını ne de enerji faturasını rahatlatmasını çok mümkün görüyorum. 

Çalışma, yakın tarihte Karadeniz’de yapılan doğal gaz keşfinin nihai sonuçları konusunda oldukça iyimser bir tarafta yer almakta ve önümüzdeki dönemlerde gaz rezervlerinin artacağını, Tuna-I lokasyonundan yılda en az 10 milyar metreküp seviyesinde bir üretimin yapılabileceğini öngörmekte. Buna göre; bugün doğal gaz tüketiminin yüzde 1’inden azını üretebilen Türkiye’nin 2040 yılında referans senaryoda %25’ini ve alternatif senaryoda ise yaklaşık yarısını üretebileceğini tahmin etmekte.

Bununla birlikte, doğal gaz tüketiminin miktar olarak artsa da toplam enerji tüketimi içindeki payının önümüzdeki 20 yılda gerilemesi öngörülmüş. Referans senaryoya göre; Türkiye’nin toplam doğal gaz tüketimi 2040 yılına kadar yüzde 50 oranında artacak, ancak toplam içindeki payında yaklaşık 4 puanlık bir gerileme olacak. Aynı şekilde, doğal gazdan elektrik üretimi yüzde 40’a yakın bir oranda artacak, ancak toplam üretim içindeki payı 5 puan birden düşecek.

Çalışmanın temel öngörüsünün, yani fosil yakıtlardan yenilenebilir ve nükleer enerjiye dönüşümün gerçekleştirilebilmesi için önümüzdeki 20 yıllık dönemde en az 2 nükleer santralin devreye alınması, rüzgâr santrali kurulu gücünün 3,7 kat ve güneş kurulu gücünün ise 5,7 kat arttırılması gerekiyor. Rüzgâr ve güneşe ilişkin öngörüler, küresel eğilimlerle de büyük oranda çakışmakta; maliyetlerdeki gelişmeler rüzgâr ve güneş santrallerinin tüm dünyada -en azından çalışmada belirtilen oranlarda- yaygınlaşacağını net bir şekilde göstermekte. Bununla birlikte, modelin, hidrolik kaynaklardan elektrik üretiminin büyük ölçüde gerileyeceğine dair öngörüsü, elektrik üretiminde hidrolik kaynaklar dâhil yenilenebilir payının beklenenden çok daha düşük bir seviyede oluşmasına neden olmakta ve önümüzdeki 20 yılda yüzde 43,8’den ancak yüzde 46,7 seviyesine kadar yükselebilmekte.

Çalışmanın referans senaryosunda, önümüzdeki 20 yılda toplam kömür tüketiminin yüzde 25 ve kömürden elektrik üretiminin ise yüzde 50’ye yakın bir oranda artacağı öngörülmüş. Yapılan pek çok tahmin çalışmasında, küresel kömür tüketiminin yakın dönemde gerileyeceğinin öngörüldüğü dikkate alındığında, yüksek kömür tüketiminin Türkiye için -özellikle Paris süreci ve ABD’nin yeni Biden yönetiminin yaklaşımları çerçevesinde- önemli bir sorun alanı teşkil etmesi beklenebilir.

Sonuç olarak, enerji talep modelleri, sayısız parametreye bağlı olmaları nedeniyle hata payları ve zorluk dereceleri oldukça yüksek olan çalışmalardır. IICEC tarafından yapılan bu çalışmanın son derece değerli ve enerji üzerine çalışanlar için ufuk açıcı olduğunu düşünüyorum. Böylelikle, Makine Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu tarafından yıllardır yayınlanmakta olan Türkiye Enerji Görünümü çalışmalarına bu defa kapsamlı bir modelleme çalışmasına da yer veren bir yenisi eklenmiş oluyor. Böylesi çalışmaların sürekliliğinin sağlanması ve kurumsallaşmasının Türkiye enerji sektörünün planlanabilmesi bakımından önemli olduğunu ve sayılarının artmasının da yararlı olacağını düşünüyorum.  

Önceki ve Sonraki Yazılar