Doksanlı yılların başında Sovyetler Birliği aniden dağıldığında dünyadaki dengeler değişmiş, yeni bir dönem başlamıştı. ABD ve Sovyetler Birliği’nin başını çektiği iki kutuplu sisteme göre konumlanan çoğu ülke, o tarihten sonra dış politika tercihlerini yeniden yapılandırdılar.
O dönemdeki gelişmelerden en fazla etkilenen ülkelerden biri de Türkiye oldu. Geçtiğimiz yüzyılın ortalarından itibaren dış dünyayla ilişkilerini Soğuk Savaş dengelerini gözeterek şekillendiren Türkiye, ortaya çıkan yeni dinamiklere göre değerlendirmeler yapmış, Sovyetler Birliği sonrasında ortaya çıkan ülkelerle başta enerji olmak üzere pek çok alanda yeni işbirlikleri geliştirmişti.
ABD liderliğindeki tek kutuplu dünya düzeninin ortaya çıkardığı rahatsızlıklar ise o tarihlerden itibaren gündemden hiç eksik olmadı; yeni bir dünya için denge arayışları söz konusu süreç boyunca devam etti.
Önceki dönemin iki süper gücünden biri olan Sovyetler Birliği’nin mirasçısı Rusya, Ukrayna kriziyle birlikte neredeyse tüm dünyadan soyutlanmaya yönelik amansız ambargolarla karşı karşıya kalınca, denge arayışlarını hızlandırmak ve yeni stratejiler geliştirmek durumunda kaldı.
İşte, geçtiğimiz günlerde Putin tarafından imzalanan Rusya'nın Yeni Dış Politika Stratejisi de (https://mid.ru/en/foreign_policy/fundamental_documents/1860586/) tek kutuplu bir dünya karşısında alternatif bir dünya düzeninin oluşturulmasını hedeflemekte. Üstelik söz konusu alternatifin, sadece ABD’ye karşı değil ama Avrupa Birliği de dâhil ABD’nin yanında görünen bir grup ülkeye, hatta -politika metnindeki ifadeyle- genel anlamda mevcut Batı ittifakına karşı oluşturulacağı vurgulanmakta.
ABD ve onun liderliğindeki devletlerin, hâkim konumlarını kötüye kullanarak küresel meselelerde tahakküm kurmaya çalışmak, neo-sömürgeci ve hegemonik emeller peşinde koşmakla suçlandığı strateji belgesinde; bundan böyle Batı ile ilişkilerde yeni bir yaşama modelinin hayata geçirileceği ilân edilmekte. Moskova’daki son Putin-Jinping görüşmesinden sadece 10 gün sonra açıklanan bu yeni strateji ile Batı İttifakı karşısında Büyük Avrasya Ortaklığı’nın ikinci bir güç odağı olarak konumlanacağı yeni bir dünya tasarımı yapılmakta.
Yayınlanan belgeye bakılırsa, merkezinde Rusya, Çin ve Hindistan’ın yer alacağı bu yeni yapıda; Şanghay İşbirliği Örgütü (SCO), Bağımsız Devletler Topluluğu (CIS), Avrasya Ekonomik Birliği (EAEU), Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (CSTO) ve Güneydoğu Asya Ülkeler Birliği (ASEAN) gibi örgütlerin potansiyellerinden yararlanılacak ve Avrasya’nın tüm devletleriyle ortak bir ağ kurulmaya çalışılacak.
Elbette, bu ilk defa dile getirilen bir strateji değildir.
Ancak, son dönemde Batı baskısından iyice bunalan Rusya’nın bundan sonra bu fikre çok daha sıkı sarılacağı anlaşılmakta: Muhtemelen Rusya, başta enerji ve ulaşım olmak üzere altyapı yatırımlarını hızla Asya-Pasifik tarafına kaydırmak ve özellikle de Çin ve Hindistan’la daha yoğun ortaklık projeleri geliştirmek isteyecektir. Enerji alanındaki ortaklıklar ise elbette Rusya’nın en fazla odaklandığı hedefler arasındadır.
Yazının başında belirttiğim gibi, Türkiye, geçtiğimiz otuz yıllık dönemde başta Rusya ve Azerbaycan olmak üzere kuzeydeki enerji zengini ülkelerle -Mavi Akım, Türkakım, TANAP, Bakü-Tiflis-Erzurum, Bakü-Tiflis-Ceyhan gibi- önemli enerji projelerini hayata geçirdi.
Yıllar içinde, bu enerji kaynaklarının topraklarımız üzerinden batıya aktarılması, enerjide bir koridor ülke ve giderek bir enerji ticaret merkezi haline gelinmesi Türkiye için öncelikli hedeflerden biri haline geldi.
Ancak, bir yandan Avrupa'nın fosil enerji talebi hızla gerilerken diğer yandan Rusya’nın bu yeni stratejisinde enerji kanallarının artık Doğu’dan Batı’ya değil ama tam aksi istikamete yönlendirilmek istenmesi, enerjiye ilişkin altyapı yatırımlarının giderek daha fazla Asya-Pasifik tarafında yoğunlaştırılması, Türkiye’nin gelecekteki enerji planlarını da elbette büyük oranda etkileyecektir.
Aslına bakarsanız, Rusya da biraz Türkiye’ye benziyor; Batı’yla çatışmadan duramıyor ama Batı’sız da olamıyor. O nedenle, yeni stratejisini ne ölçüde gerçekleştirebileceğini çok da kestiremiyoruz. Ama Türkiye’nin mevcut planlarını son dönemdeki gelişmeleri de dikkate alarak güncellemesinde büyük yarar var.