Son bir haftada Türkiye’de elektrik üretim/tedarik sektörü, bir kısım sanayiciler arasında ciddi bir tartışmaya konu. Sanayiciler meseleyi sadece kendi aralarında tartışmakla yetinmedi elbette. Özellikle medya üzerinden, siyaset cephesi ve ekonomi bürokrasisini de konuya dahil etme çabası açık şekilde gözleniyordu.
Aslında tartışma konusu, bugüne dek sıkça gündeme gelen “yüksek elektrik fiyatları” idi. Ancak görünüşe bakılırsa bir kısım sanayici bu kez kendince bir zayıf halka tespit edip doğrudan elektrik fiyatlarına değil de, o en zayıf halkaya hücum etmişti. Rüzgar, güneş, jeotermal, biyokütle ve hidroelektrik yatırımlarını teşvik için yaklaşık 13 yıl önce yürürlüğe sokulan yenilenebilir enerji kaynaklarını destekleme mekanizmasının (YEKDEM) elektrik fiyatlarını arttırıcı etkisiydi hedefe koydukları…
Yani aslında kimi sanayici ya da tüccarın zayıf gördüğü o halka, onların zannettiği kadar da zayıf sayılmazdı. Hatta tam tersine, sağlam bir arka planı vardı. Çünkü yenilenebilir kaynaklar, sadece enerjinin, hatta sadece ekonominin değil, genel anlamda küresel geleceğin inşasında çok büyük, önemli ve sağlam bir tutamaktır.
Türkiye için ihtiyaç duyulan elektriğin kömür ve doğalgaz gibi ithal kaynaklar yerine yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilmesini sağlamanın da adıdır YEKDEM aynı zamanda. Hatta belki de elektrik üretim maliyetlerinin bugünkünden çok daha yüksek seviyelere ulaşmasını engellemiş bir faktördür YEKDEM. Zira HES, RES, GES, BES ve JES’lerde ürettiğiniz elektriğin kaynağı yerli, yani yurt dışına döviz ödemiyorsunuz. Hatta birer elektrik üretim kaynağı olarak jeotermal, biyokütle ve suyu biriktirmek için kısmen harcama yaptığınız halde rüzgâr ve güneşte bu kadarı da söz konusu değil.
Hadi diyelim ki konunun iklim değişikliğiyle mücadele ve sürdürülebilirlik arka planına sahip felsefe kısmını bırakalım, somut duruma bakmaya kalkalım, durum değişir mi? Yani kısa vadeli çıkarları aşırı zedelendiği için kimi sanayicilerin YEKDEM mekanizmasını günah keçisi ilan etmesine hak verilebilir mi?
Bizce burada da kullandıkları argümanlar çok haklı sayılmaz. Çünkü sanayicilerin kullandıkları elektrik için Nisan ayında ödedikleri Piyasa Takas Fiyatı (PTF) + YEKDEM dahil fiyat 411 TL. Oysa EPDK’nın belirlediği sanayi tarifesi tam 486 TL. Yani sanayiciye piyasadan ikili anlaşmayla rekabetçi fiyattan enerji alma imkanı tanınmasaydı, kilovatsaat başına bugün ödediklerinin tam yüzde 18 fazlasını ödeyeceklerdi kullandıkları elektrik için.
Hadi tüm bunları da bir yana bırakalım ve sanayicinin daha düşük maliyetle enerji tüketme isteğine itiraz etmeyelim. Ama bu talebin gerçekleşebilmesi uygun bir zemine ihtiyaç gösterir. Peki var mı öyle bir zemin? Şimdilik pek sayılmaz. Çünkü Türkiye enerjide dışa bağımlı. Uzun vadede bu bağımlılığı azaltabilmenin yolu da yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı yatırımları cazip kılmaktan yani desteklemekten geçiyor. Yani YEKDEM ya da benzeri uygulamaların devamından.
Bu durumda kısa vadede çıkarına gördüğü YEKDEM’siz elektrik fiyatı talep eden sanayici uzun vadede kendi enerji maliyetinin düşmesini engellemiş olmayacak mı?
Kaldı ki, YEKDEM maliyeti sanayicilerin elektrik faturasına yansıtılmazsa kimin cebinden çıkacak bu maliyet? Tabii ki tüm halkın cebinden çıkacak. Yani çok az elektrik tüketen ya da hiç tüketmeyen vatandaşın ne günahı var ki sanayiciye daha az yük bindirilsin diye evindeki üç ampul, iki priz için tükettiği elektriğin fiyatı artsın?
Diyelim ki oraya da yansıtılmadı, bu para Hazine’den çıkacaktır. Ve bu da vergiler ya da kamu hizmetlerinde getirilen zamlar yoluyla yine tüm vatandaşlara yansıtılacaktır.
Peki sanayici ne yapsın? Bu da başka bir yazının konusu olsun...
Ama size iki ipuçu: Verimli ve türetici.