Tanıyanlar bilir, negatif enerji yaymayı hiç sevmem. Dermansız bir iyimserlik hastalığına yakalanmışım diyebilirim kendime. Ama aşağıda yazacaklarım pek iç açıcı şeyler değil. Hadi başlayalım...
Türkiye 1980’li ve 1990’lı yıllarda sık sık elektrik kesintileri yaşardı. Enerji buhranı ya da bugün daha çok kullanılan şekliyle enerji krizi de ülke gündeminde önemli yer tutardı.
Nasıl tutmasın ki? Sadece evi karanlıkta kalan vatandaşın değil, ekonomi aktörlerinin de kritik bir sorunuydu bu. Zira üretim demek enerji ihtiyacı demek. Geç kalmış sanayileşmesini hızla geliştirmeye çalışan Türkiye gibi bir ülkede sorunun etkisi bir kat daha fazla hissediliyordu tabii.
Yani yeterli ve kesintisiz elektriğe kavuşma ihtiyacı ya da sorunu ortada veya çözümsüz bırakılamazdı. 1970’li ve 80’li yıllarda barajlı hidroelektrik santralleri ile kömür santralleri kurularak elektrik arzı arttırıldı. Buna fuel oil ile çalışan santraller de eklenebilir.
Ama hızlı büyüyen bir ekonomiye bunlar da yetmiyordu. Çünkü bir yandan elektriksiz köy bırakmamak gibi politik ve sosyal hedefler doğrultusunda iletim ve dağıtım şebekesi büyütüldüğü için, bir yandan da yeni yeni sanayi tesisleri kurulduğu için elektrik talebi artıyordu.
Krizler yüzünden bazı yıllar kesintilere uğrasa da uzun yıllar ortalamasına göre Avrupa ve dünya ortalamasının çok üzerinde büyüyen Türkiye, enerji arzını arttırma ihtiyacını 1990’lı yıllarda da sert şekilde hissetmeye devam etti. Ancak kömür ve hidroelektrik santrallerinin hayata geçirilmesi uzun yıllar alıyordu. Bu yüzden hızla yükselen talebi en hızlı şekilde karşılayabilmenin yolu bulunmalıydı. Bunun için de hükümetler doğalgaz santrali çözümlerine sarıldı. Hem hızlı kurulabiliyor hem de kömür santralleri gibi kesintisiz elektrik üretimi yapabiliyorlardı. Üstelik doğalgaz çevrim santralleri şebeke yönetimi açısından da ciddi bir kolaylık sağlıyordu. Kömür santrallerine göre daha hızlı aç-kapa yapılabiliyor, değişen ihtiyaca göre elektrik üretimi düşürülüp yükseltilebiliyordu.
Gelgelelim doğalgazın da ülke ekonomisi açısından sorunlu bir tarafı vardı. O da, bugün olduğu gibi geçmişte de ekonominin önde gelen sorunlardan biri olan dış ticaret açığını arttırmasıydı. Öyle ya, ülkede doğalgaz yoktu, tamamına yakını ithal (halen yüzde 97-98) ediliyordu.
Diyelim ki başka alanlardan, örneğin turizm faaliyetlerinden elde ettiğiniz döviz ile doğalgaz alabiliyorsunuz. Ama mesele parayı bulmanızla bitmiyor ki? Alacağınız ürünün fiyatını siz belirleyemiyorsunuz. Son dönemde doğalgaz fiyatları 20 kata varan artışlar gösterdi ve siz hiçbir şey yapamıyor, elektriksiz kalmamak için artan bu faturayı sineye çekmek zorunda kalıyorsunuz.
Peki Türkiye fosil yakıt fakirliğinin cezasını ilelebet çekmeye mecbur mu? Teorik olarak hayır. Hatta, aslında ülke yönetimi kontrol edemedikleri ve fiyatları giderek yükselen doğalgazı kullanmak yerine yerli ve yenilenebilir kaynaklarını daha fazla devreye sokma çabası içinde, hem de yıllardır.
Ancak şebeke (elektriği üretildiği noktadan tüketim noktalarına ulaştıran iletim ve dağıtım ağı) tabanlı bir elektrik sisteminde yenilenebilir kaynakların tek başına bütün ihtiyacı karşılayabilmesi en azından bugünkü şartlarda imkansız. Güneşten ışıdıkça, rüzgârdan da estikçe elektrik elde edebilirsiniz.
Oysa şebekenizin tüketiciye 51 Hz (elli bir herz) frekans ve 220 volt (gerilim) ile kesintisiz bir elektrik akışı sağlaması bekleniyor. Bunu da esas itibariyle kömür, doğalgaz ve nükleer, kısmen de barajlı hidroelektrik santralleri ile yapabilirsiniz.
Ama siz dışa bağımlılığı azaltma kaygısıyla ithal kaynaklarla, yani kömür ve doğalgazla (fuel oil ile çalışanları da bunlara ekleyebiliriz) çalışan santralleri daha az çalıştırmak istiyorsunuz. Hatta kömür son yıllarda iklim değişikliğinin baş suçlusu ilan edildiği için iki kere tu kaka bir kaynak olarak gösteriliyordu. Ama doğalgaz fiyatlarının fırlaması, nükleer ve kömürü yeniden ve daha fazla başvurulan çözümler haline getirdi.
Türkiye’de de çoğunluğu özel sektöre devredilmiş kömür santrallerinin çalıştırılması giderek güçleşiyordu. Peki neden? İki nedrenle: Bir yandan iklim değişikliği baskısı, bir yandan da piyasa şartlarında satılabilir elektrik üretemedikleri için… Ama son dönemde durum değişti. Bu tesisler mecburiyetten çalıştırılır hale geldiler. Aksi halde elektrik kesintileri kaçınılmaz hale gelecek.
Geçtiğimiz yaz, Ağustos 2021’de klimalar ile tarımsal sulama amaçlı pompaların aşırı çalıştırılması ve sanayi üretimindeki canlanma, anlık (puant) elektrik talebini rekor seviyelere çıkarmış, arz yetersizliği yüzünden kesintiler yaşanmıştı. .
Antalya ve Muğla’daki orman yangınları ile birlikte herkesin içini daha fazla yakan Ağustos sıcağındaki elektrik kesintileri bir şekilde atlatılmıştı ama soğuk kış günlerinde de kesintiler yaşanmıştı. Zemheri ayında yaşanan bu kesintilerin nedeni ise ısınma amaçlı talep artışına karşılık, doğalgazdaki arz yetersizliği ya da yüksek fiyatlar olarak dikkat çekmişti.
Şimdi önümüzdeki yaz, Ağustos 2021’dekinin benzeri, hatta belki daha yaygın ve etkili bir elektrik kesintisi yaşanması riski ile karşı karşıyayız. Bu kez iki nedenden ötürü yaşanabilir bu kesintiler. İlki, geçen yılkiyle aynı, hava sıcaklıklarına bağlı olarak anlık talep artışı. Asıl sorun yerli kömüre dayalı üretim yapan bazı santrallerin fiilen beklenen kapasitede çalıştırılamayışı. Güneybatı Anadolu’daki Yeniköy, Kemerköy ve Yatağan santrallerinden söz ediyoruz. Yatağan’da tarihi SİT nedeniyle kömür üretilemediğinden Soma’dan karayoluyla kömür taşınıyor.
Yeniköy-Kemerköy’de de benzeri sorunlar var. Devlet “burada kömür var” diyerek özel sektöre devrettiği sahayı, kömür çıkarılabilir şartlarda işletmeciye teslim edememiş görünüyor. Zira, çevre dahil ciddi hukuki sorunlarını çözmeden devir yapılmış. Şimdi işletmeciler, bu pürüzleri kendi imkanları ile çözme derdinde. Oysa asıl elini taşın altına koyması gereken, hükümetten başkası değil.
Anlattığımız nedenlerle işletmeciler bir süre daha kömür çıkaramazsa bölgedeki üç santralin bacaları tütmez hale gelecek. “Zaten havayı da kirletiyorlar, çalışmasınlar” diyebilirsiniz elbette. Ama bu santrallerin saldığı baca gazının bileşimi, Avrupa’da belirlenmiş asgari seviyelere, dolayısıyla mevzuata uygun. Şimdi enerji yönetimi, dolayısıyla hükümet ya doğalgaz ile çalışan santrallerin harıl harıl çalışıp hem pahalıya elektrik üretip hem de yurt dışına daha fazla döviz ödenmesine göz yumacak ya da özelleştirilmiş santrallerden üçünün kömür teminine imkan verecek bir yol bulacak. Bakalım bizi nasıl bir yaz bekliyor, göreceğiz.