Yarasa yoksa santral de yok!

Kerem Ali BOYLA

KEREM ALİ BOYLA - İSTANBUL

Yarasalar, çoğumuzun pek de tanımadığı, yaz akşamlarında ara sıra gözüken, hakkında çeşitli hurafeler dolaşan bir hayvan. Tıpkı insanlar gibi doğuran ve yavrularını sütüyle besleyen bu hayvanlarla pek fazla bağlantımız yok. Ancak geçtiğimiz 10 yılda Avrupa ve Kuzey Amerika’da rüzgâr santrallerinin altında birçok ölü yarasa bulunmasıyla, bu konuda enerji sektörünün ilgi alanına girdi.

Yarasa ölüleri, genellikle rüzgar türbini kulelerinin hemen 30-40 metre çevresinde görülüyorlar. Bu kadavraları inceleyen bilim insanları, esrarengiz bir şekilde çoğu yarasada kopmuş bir uzuv, bir kırık hatta küçük bir yara bile bulamıyorlar.

Daha sonra iç organlarında yapılan incelemelerde akciğerlerinin tamamen patladığı ve hayvanın iç kanamadan öldüğü tespit ediliyor. Saatte 200 km’nin üstünde bir hızla dönen türbin kanadının ucunun yarattığı hava boşluğu, çoğu zaman bir bozuk paradan bile hafif bu hayvanların küçük ciğerlerini milisaniyeler içinde patlatıyor. Bu semptoma baro-travma ismini vermişler.

Peki, fare boyundaki bu memelinin “üç beş tanesinin” talihsiz ölümü doğal yaşamı neden etkilesin? Evet, yarasaların çoğu bir fare boyunda olsa da, üreme hızları neredeyse bir fil kadar yavaş! Yılda tek yavru çıkarıyorlar; nedeni malum, gebe dişi, beslenebilmek için uçma yetisini sürdürmek zorunda ve karnında sadece tek bir yavru taşıyabiliyor. O yüzden, ölen bir yarasanın yerini bir yenisi kolay kolay almıyor. Bu nedenle de Avrupa’daki yarasa türlerinin çoğunun soyu tehlike altındadır. Ülkemizde ise durum en azından şimdilik pek bilinmiyor.

Yarasalar çoğunlukla gece dışarıya çıkıyorlar ve böceklerle besleniyorlar. Ülkemizdeki bilinen 39 tür yarasanın bazı türleri uçan böcekleri avlama konusunda uzmanlaşırken, diğerleri yaprak üzerindeki, zemindeki ve hatta suda yüzen böcekleri avlıyor. Dolayısıyla büyük çoğunluğu nispeten alçaktan uçuyorlar ve rüzgâr santrallerinden etkilenmiyorlar. Ancak orta ve yüksek seviyelerde uçan türler ise çok daha ciddi bir risk altındalar.

Ülkemiz kireçtaşının, yani karstik arazinin yaygın bulunduğu bir coğrafya. Toroslar, Trakya ve Ege’de karstik yapılara sıkça rastlanıyor. Suda çözülen kireçtaşı, mağara oluşumu için en uygun madde. Kireçtaşının olduğu bütün alanlar, yarasaların da bolca bulunduğu potansiyel alanlar. Bunun yanında evlerde, ormanlarda ve kaya yarıklarında yaşayan yarasa türleri de var.

Mağaralar çok yüksek sayıda yarasa barındırabilen yaşam alanları. Bazı mağaralarda 500-1000 yarasalık bir grup varken, kimi büyük mağaralarda 50.000’in üzerinde yarasa bulunabiliyor.

Türkiye’deki mağara ve yarasa popülasyonlarının hazır bir haritası yok. Açıkçası yarasa araştırmaları henüz çok temel seviyede, çoğu türün yayılış alanları dahi bilinmiyor. Dolayısıyla bunu önceden öğrenmenin kolay bir yöntemi yok. Ancak özel yarasa dedektörleri ile mağara ağzında yapılan sayımlarla kaç yarasa olduğunu tahmin etmek bir iki gecede mümkün.

Yatırımcılar, yerine getirmeleri gereken şartları en hızlı ve kısa sürede doldurmanın telaşında ve yatırım için zaman kaybetmeme, projeyi bir an önce inşaata çevirme endişesiyle çalışıyorlar. Lisans aşamasında çoğu yatırımcı alanın kuşuna, yarasasına bakmayı akıl dahi etmiyor.

Oysa henüz rüzgâr ölçüm aşamasında bir uzmanın gelip bakması ile başta mağaralar olmak üzere bölgedeki olası yarasa alanları tespit edilebilir ve türbin lokasyonlarnda çok küçük revizyonlarla büyük bir problemin önüne geçilebilir. Kırklareli’ndeki bir türbin tam bir mağaranın ağzına kurulmuş, o mağara da ciddi bir yarasa popülasyonu bulunmuştu. Yani lisansı alıp santrali kursanız da yarasaları ihmal etmemek lazım. Elektriğinizi temiz, yenilenebilir ya da çevre dostu diye satmaya kalktığınızda yarasa faturasını önünüze koymaya hazır birileri çıkabilir karşınıza.

İnşaat sonrasında yapılacak izleme çalışmalarında da yarasaların türbin çevresinde uçtukları da ortaya çıkabilir. O zaman da uzmanların önerileri, belirli türbinlerin, belirli mevsimlerde ve belirli saatlerde cut-in hızlarının 3,5 m/s’den 5 m/s’ye almaları gibi üretim maliyetini kayda değer şekilde etkilemeyecek basit bir öneri olabilir. Zaten rüzgar ve üretim iyi iken, etrafta uçabilecek hayvanlar değillerdir yarasalar. Dedik ya, bu hayvanlar çoğunlukla bir bozuk para büyüklüğünde. O yüzden de rüzgar belli bir hızın üzerine çıktığında yerlerinde kalmayı tercih ederler.

Diğer bir konu, belirli koruma alanları ve sulak alanların sınırları içinde kurulacak santrallerle ilgili. Burada verilen lisanslar, baştan bir kuş ve yarasa riski taşıdığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Bursa’daki göllere yakın bazı türbinlerde bu sorunların yaşandığı biliniyor.

Yarasaların korunması aslında son derece önemli bir konu. kendi boylarına nazaran çok ciddi miktarda böcekle besleniyorlar. Tek bir yarasa bir gecede 6000 ila 8000 böcek yiyebilir. Bir yarasa mağarasında 10.000 yarasa olduğu düşünüldüğünde, yedikleri böcek miktarının kaç ton olduğunu, varın siz hesaplayın.

Yarasaların saçlarımızın arasına karıştığı ve kan emdiği söylenir durur. Oysa bu gece uzmanları, yüksek frekans ses dalgaları kullanarak, hiçbir ışığın olmadığı yerlerde dahi bir ağaç dalına bile çarpmadan yollarını bulabilir. Sonar sistemiyle attıkları kısa çığlıklarla 120 bin herz’e (Hz) kadar yükselen ses dalgaları, sadece araştırmacıların kullandıkları özel dedektörler ile algılanabilir. Dünya üzerindeki 1240 yarasa türünün sadece Güney Amerika’da yaşayan 3 tanesi kanla besleniyor. O da insan kanı değil. Dolayısıyla… Asayiş Berkemal!