Ulusal Taşıt Tanıma Sistemi

Özdilek COŞKUN

Onların yüzlerce kamyonu, tırı var abi, ben tek başıma küçük bir kamyonetle şehir içi nakliye yaparak hayat mücadelesi veriyorum. 

Bize bu ceza değil mi şimdi? UTS midir nedir? 2.000 liramı aldılar abi. 

Durup dururken bu kadar parayı nasıl vereyim abi. 

Eşya taşıttığım nakliyeci arkadaş bunları söyleyince, ben de başladım anlatmaya: 

Sistemin adı UTTS, yani Ulusal Taşıt Tanıma Sistemi. Altyapısı yurtdışı, yazılımı büyük çoğunluğun sevmediği ülkeden, cihazlar ithal. 

UTTS, akaryakıt harcamalarını vergi beyanında gider olarak gösteren tüm gerçek ve tüzel kişiler için zorunlu. Diğer yandan sistem sadece trafikteki mevcut araçlar için değil 1 Temmuz 2025 tarihinden itibaren satılacak tüm sıfır araçlarda da zorunlu hale getirildi. 

Ülkedeki yaklaşık 12 milyon adet ticari araç, bu sisteme dahil edilmek zorunda bırakıldı. 13.000 akaryakıt istasyonu da bu sistemi kurdurmak durumunda kaldı. Bir çoğundaki mevcutsistemler çöpe atılarak hem de.

Araç başına montaj dahil 1.810 TL maliyet açıklandı. Takılan cihazın gerçek maliyeti maksimum 150 TL olarak düşünülebilir. İstasyonlara kurulacak sistemler ise 800.000 TL’den başlayıp istasyonun büyüklüğüne, pompa sayısınagöre 2 milyon TL’ye kadar yükseliyor. 

Proje, Darphane tarafından hazırlandı ve yönetiliyor. Araçlara yapılacak montaj işlemleri için ana bayiler belirleniyor. Ana bayiler montajcı alt bayilikler veriyor. 

22 milyar TL’si araç montajları, 13 milyar TL’si istasyon montajları olmak üzere ülkeye toplam 35 milyar TL’lik yeni bir yük getirecek bu sistem ile yıllık 10 milyar TL’lik vergi kaçağının önleneceği düşünülüyormuş. 

Ben bunları söyledim ama nakliyeci arkadaş o kadar dertli, o kadar doluydu ki, anlattıklarımın bir kısmını dinler ya da anlar gibi yapıp devam etti şikayetlerini dile getirmeye. 

Ben, vatandaş olarak bu devlete, neden vergi veriyorum ki,dedi. 

Neden böyle söylüyorsun, dedim. 

Vergi veriyorum, sonra nüfus cüzdanı alırken benden yine para alıyor, ehliyet alıyorum benden yine para alıyor, üstelik tüm bu belgeleri süre ile sınırlıyor yenilemek için dünya kadar parayı yeniden alıyor, arabama taşıma, nakliye belgesi adı altında ayrıca dünya kadar para alıyor, geçtiğim yoldan para alıyor, köprüden para alıyor, tünelden para alıyor, arabamı nereye park etsem otopark parası alıyor, her yere pusu gibiradar sistemleri kurmuş trafik ceza parası alıyor, araçların muayenesi için her iki yılda bir dünya kadar para alıyor, pasaport istiyorum defter parası alıyor, her ay ödediğim iletişim faturalarından TRT payı alıyor, yurt dışına çıkayım desem harç parası alıyor (ki dünyada sadece bizim ülkemizde var), hastalansam hastanede her şey için para alıyor, çocuklarımı okutayım desem eğitim sistemi tamamen özel okullara teslim edilmiş vaziyette okullara, kurslara, sınavlarapara alıyor, deftere kitaba para alıyor, kim ne iş yaparsa yapsın her şeyi belgeye bağlamış, o belgeler için kurslar açıyor,zorunlu tutuyor, kurslara para alıyor, kursların bitiminde sınava girmeyi zorunlu tutuyor, sınavlardan para alıyor, dünyanın en kötü internetine en yüksek parayı almama seyirci kalarak iletişime para alıyor,  aldığım her ürün ve hizmetten KDV adı altında dünya kadar ekstra vergi alıyor, gelir vergisi alıyor, kurumlar vergisi alıyor, stopaj vergisi alıyor, emlak vergisi alıyor, çöp ve temizlik vergisi alıyor, motorlu taşıtlar vergisi alıyor. Alıyor da alıyor abi, dedi. 

Ben, vatandaş olarak hiçbir hizmeti parasız alamıyorsam,devlete bu vergileri neden veriyorum? Devlet, her gün yeni icatlar, yeni kurallar, yeni sistemler geliştirip cebimizdeki son kuruşa kadar tüm parayı almaya çalışıyor, dedi. 

Bizimle uğraşmasalar büyük şirketlerden alsalar ya abi dedi. 

Dedim ki, sen, bir de büyük şirketlerin dertlerini, sıkıntılarını dinlesen kendi dertlerini unutursun. Onlar, nelerle uğraşıyorlar. Büyük başın derdi de büyük olur. 

Haklısın ama ben bu ülkeden soğudum be abi, ellerinden öper bir kızım var, onu üniversite okuması için yurtdışına göndereceğim, gitsin ve dönmesin, dedi. 

Yakın zamanda yaşadığım bu sohbet içimi burktu. Üzüldüm. Boğazım düğümlendi ve sözün bittiği yerde hissettim kendimi. 45 yaşlarında, İstanbul Pendik’te yaşayan bir emekçi. Nakliyeci. 12 yıl önce borç harç satın aldığı ikinci el bir kamyonet ile hayatını kazanmaya çalışıyor. 

Babamda kalan evimiz olmasa yaşayamayız, kira ödeme ihtimalimiz sıfır, diyor. 

12 yıl önce borç harç almamış olsak şimdi bir kamyonet alma şansım sıfır, alamayız çalışamayız, diyor. 

Masraflar, ödemeler, vergiler dayanılmaz boyutta, bu işi sürdüremeyiz, diyor. 

Bir tane kızım var üniversite okumaya yurtdışına göndermek istiyorum, kızım adına bu ülkeden ümidimi kestim, diyor. 

Devletimiz, aldığımız nefese gözünü dikmiş, ondan da vergi alacak, diyor. 

Eğitim, sağlık, adalet, doğa, güvenlik, kurumlar, her şey gitti, bitti abi, diyor. 

… Diyor da diyor. 

Susmak bir şey diyememek çok ağır, çok acı. Ne diyeyim ki diye düşünmek, çaresizlik travmatik bir durum. Umarım bu coğrafya, bu insanlık hak ettiği gibi yaşama şansına kavuşur bir gün diye umut etmekten başka bir çare gelmiyor aklımıza.