Ulusal elektrik şebekesini şampiyonlar ligine çıkarmak

Mehmet İMERYÜZ

Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, geçtiğimiz 21 Ekim günü Türkiye’nin Enerji Dönüşümü ve Yenilenebilir Enerji Stratejisi belgesini kamuoyuna sundu.

Adı üstünde; Yenilenebilir Enerji ile ilgili tüm temel kavramların (Yenilenebilir ve Yerli Kaynaklar, Hidrojen ve Yeni Teknolojiler, Çeşitlendirme, Kritik Madenler ve Yerlileştirme) yer aldığı sunuşta Dijitalleşme’den Karbon Piyasası’na, Enerji Verimliliği’nden Enerjide Merkez Ülke olma gibi jeo-politik hedeflere kadar, Türkiye’nin Enerji Dönüşümü ve Yenilenebilir Enerji Stratejisi dökümanında yok yok. Bununla birlikte üç kavramın altı çizilmiş, ki aynıları konuya ilişkin medya mensupları ile paylaşılan basın bülteninde de vurgulanıyor:

Enerji Bağımsızlığı

Arz Güvenliği

2053 Net Sıfır Hedefi

Bu üç kavramı teker teker ve bir arada okumaya çalışıp sesli düşünecek olursak:

Enerji Bağımsızlığı öncelikle ülkeyi; dışarıdan ithal etmek zorunda olduğumuz fosil yakıtlardan bağımsızlaştıracak yerli yenilebilir kaynakları, özellikle de güneş ve rüzgarı aklımıza getiriyor. Nitekim hem sunuşta hem de basın bildirisinde YEKA projeleri; hem göz kamaştırıcı rakamlar temelinde hem de mevzuatı kolaylaştırıp yatırımları hızlandıracak iş modelleri temelinde ayrıntılı olarak yer alıyor. Öte yandan yerli kaynaklar bahsinde, kastedilenin sadece yenilenebilir enerji kaynakları değil, Karadeniz gazı ve Gabar petrolünü de kapsadığını görüyoruz.

Basın bildirisinde sadece bunlarla ilgili hedeflere değil, Somali’de yapılacak deniz-üstü sondaj projesine de değinilmiş ki zaten Arz Güvenliği’nin yer aldığı bir denklemde fosil yakıt kullanılarak üretilecek elektrik enerjisinin yer almaması pek akılcı olmazdı. Aslında Kritik Madenler konusunu da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Yoksa doğal gaza olan bağımlılığın yerini lityuma olan bağımlılık alınca amaç hasıl olmamış oluyor.

2053 Net Sıfır Hedefi konusunda ise ilk başta ne olduğunu anlamaya ihtiyacımız var. Önce ne olmadığını söyleyecek olursak, belirlenen bir sabaha uyandığımızda tüm fosil yakıtla çalışan santrallerin kapandığı ve tüm enerji gereksiniminin yenilenebilir kaynaklardan sağlanacağı bir hedef olmadığını söyleyerek söze başlamamız gerekiyor.

Küresel açıdan en temel hedef küresel sıcaklık artışını 2050 yılından itibaren 1.50C ile sınırlandırmak. Buna ulaşmanın yolu da genel olarak karbon salımlarını düşürmek. Bu çerçevede Türkiye açısından somut hedef de hidroflorokarbon sera gazı salımının azaltılması hakkındaki Montreal Protokolü’nün Kigali Düzeltmesi’nin resmi olarak onaylandığı 2021 yılındaki karbon salımını, 2053 yılında yüzde 90 oranında azaltmış olmak.

Bu strateji belgesini sunmakla, ETKB’nin somut olarak vaadettiği hedef tam olarak bu oluyor. Geri kalan yüzde 10 ise dengelemeye tabi; nitekim bunun mekanizması olacak Karbon Piyasası da sunuşta kendisine yer bulmuş. Başka ülkelerin net-sıfır hedefleri konusunda ne konumda bulundukları, düzenleyici kuruluşların bağlayıcı kıldığı yasal mevzut gibi konularda Wikipedia’da yer alan kaynaklar bir fikir veriyor. Aynı kaynaklar bu hedeflere dönük uygulamaların devletler tarafından ne kadar ciddiye alındığı ve denetlenebilirliği konusunda bir çok soru işaretleri bulunduğunu da belirtiyor.

Arz Güvenliği adı üstünde, o söz konusu olunca akan suların duracağı, olmazsa olmaz bir hedef olarak görülmeli. Aslında tüm diğer hedeflerin temin etmeye çalıştığı şey bunun ta kendisi, hedeflerin hedefi. Konumuz olan strateji belgesi, her ne kadar yenilenebilir enerji üzerine odaklanmış gibi görünse de temel hedefi de unutmamış.

Buraya kadar, başta andığımız belgelerde yer alan anahtar kavramların izlerini sürerek ne ifade ettiklerini anlamaya ve satır aralarını okuyarak birbirleriyle ilişkilendirmeye çalıştığımızda, sunulan stratejinin belli bir tutarlılığa sahip olduğunu görmüş oluyoruz. Aynı belgelere, Arz Güvenliği’nin; kaynakların çeşitliliği, emre amadeliği, ithal edilen yakıtlardan bağımsızlığı gereksinimleri dışındaki en önemli teminatı olan elektrik şebekesine, yani fişi prize taktığımızda uçları arasında 220 Volt genliğinde 50 Hertz ile salınan bir gerilimi sürekli ve bu değerlerden belli bir oranda sapmayacak bir kalitede almamızı sağlayacak altyapıya baktığımızda ise özetle not ettiklerimiz şunlar oluyor. 2035 yılına kadar:

Enerji nakil hatlarının uzunluğu bugüne göre yüzde 25 büyüyerek 95000 km’ye ulaşıyor.

144 tane yeni yüksek gerilimli trafo merkezi, yani onun yaklaşık iki katı kadar trafo şebekeye ekleniyor.

Komşu ülkelerle olan elektrik enerjisi ticareti ihracat yönünde yaklaşık 3 misline, ithalat yönündeyse yaklaşık 5 misline çıkıyor. Buna göre yaklaşık aynı miktarda (6.6 – 6.8 GW) gücü çift yönde transfer ederek, sunuşta adı geçen Enerjide Merkez Ülkeolma önceliğinin de gereği yerine getiriliyor.

40 GW güç iletim kapasitesine sahip olacak yaklaşık 15000km uzunluğunda HVDC – YGDA (Yüksek Gerilimli Doğru Akım) enerji nakil hatları kuruluyor; diğer yandan Türkiye için yeni olan bu teknolojiyi kullanarak şebeke alt yapısı da çeşitlendirilmiş oluyor.

Eskiyen şebeke altyapısının yenilenme ve modernizasyon gereksinimleri de eklendiğinde, tüm bunlar yaklaşık 30 Milyar USD tutarında bir yatırım yapılması anlamına geliyor.

Bu yatırım kalemlerinden ilk ikisi artan üretim kapasitesini tüketim noktalarına ulaştırmak için doğal olarak yapılması gereken yatırımlar olmakla birlikte, üçüncü ve dördüncü kalemlerin ne ifade ettiklerini anlamak için üzerlerinde düşünmemiz gerekiyor.

Komşu ülkelerin iletim şebekeleriyle bağlantı konusundan başlayacak olursak; hali hazırda Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi TEİAŞ’ın yönettiği ulusal şebekenin paralel ve senkron olarak, yani aynı frekansta salınan bir makine gibi bağlandığı tek şebeke ENTSO-E (Avrupa Elektrik İletim Sistemi İşleticileri Birliği) şebekesi. Bu bağlantının gerektirdiği sistem kararlılık koşulları gereği, başka ülkelerin şebekeleriyle aynı şekilde senkron bağlantı yapılamıyor.

Bunun yerine şebekeleri birbirine bağlamanın yöntemleri ya belli bir bölgeyi şebekenin kalanından yalıtarak besleme yöntemi ya da alternatif akımın (AA) doğru akıma (DA) sonra tekrar alternatif akıma dönüştürüldüğü sırt-sırta (back-to-back) bağlantı yöntemi. Nitekim TEİAŞ şebekesi Van’da tesis edilen 600 MW güç aktarma kapasiteli bir sırt-sırta dönüştürme merkezi üzerinden İran şebekesine bağlı durumda. Bu tesis aynı zamanda YGDA teknolojisinin Türkiye’de ilk kez kullanıldığı tesis olma hüviyetinde. Benzer bir sırt-sırta bağlantı Borçka üzerinden Gürcistan ile de var ama bu bağlantıda AA-DA-AA dönüştürme merkezi Gürcistan tarafında. 

Daha küçük kapasiteli diğer bir kaç bağlantıyla birlikte bugün itibariyle, ihracat yönünde 2360 MW, ithalat yönündeyse 1360 MW değerlerinde ülkeler arası arabağlantılar mevcut. ENTSO-E’nin 2020 yılında yayınlanan On Yıllık Şebeke Gelişim Planı’na baktığımızda 2030 yılına kadar Türkiye ve Avrupa şebekesi arasında her biri 1500 MW güç iletim kapasitesine sahip olacak iki arabağlantının daha planlandığını görüyoruz.

Bunlardan birisi Bulgaristan diğeri de Yunanistan şebekesiyle olacaklar ve Yunanistan’la olan arabağlantının deniz altından olacağı öngörülmüş ki bu durumda büyük ihtimalle doğru akımlı YGDA hattı tesis edilecektir. Bakanlık’ın strateji belgesinde belirtilen enerji ihraç yönündeki artışın hemen hemen tamamının talep yönünde Avrupa’ya doğru olacağı anlaşılıyor, demek ki ithalat yönündeki artışta kaynak zengini doğu ve güney komşu ülkelerden olacak.

Gelelim Bakanlık sunuşunda Yeşil İletim Altyapısı başlığı altında takdim edilen, ülkeyi ekseriyetle doğu-batı ekseninde katedeceği görünen YGDA koridorlarına. Yeni kullanmaya başlayacağımız YGDA teknolojisi dışında, aslında 1970’lerin sonunda geçilen aşamanın bir benzerinden geçeceğiz.

O dönemde, büyük hidroelektrik santrallerinin yer aldığı ülkenin doğusunda üretilen elektrik enerjisini, sanayinin dolayısıyla yoğun talebin bulunduğu batı bölgelerine iletmek için, uzun enerji nakil hatları kurmak zorunlu olmuş ve enerjinin daha az kayıpla daha verimli nakledilmesi için şebekenin gerilim seviyesi de bu ihtiyaca karşılık yeni bir teknoloji olarak 400 kV’a yükseltilmişti.

O günlerin Türk Elektrik Kurumu – TEK ve etrafındaki ekosistemde çalışanlar arasında “Keban Hatları” diye geçen koridorların yanına şimdi de YGDA koridorlarının kurulacak olması bu anlamda yeni bir model değil ama doğru akım teknolojisinin kullanılacak olması bu konuyu tabii ki ilgi çekici kılıyor.

Alternatif Akım ve Doğru Akım rekabeti, bizim mesleğin teknik dışında magazin bakımından da merak uyandıran konularından, özellikle Tesla ve Edison arasındaki rekabetin de işlendiği Elektik Savaşları – The Current War filminden sonra. Teknik açıdan baktığımızda ise:

Talep tarafında; alternatif akımın hakimiyeti uzun yıllar daha tartışılmaz olacak, çünkü sanayide ve evlerimizde kullandığımız döner makinaların hemen hemen tamamı alternatif akımla çalışan motorlar.

Aynı şekilde üretim tarafında da güneş santralleri hariç, elektrik enerjisi üreten tüm döner makinalar alternatif akımla çalışan jeneratörler. Tabii ki güneş santrallerinin artan ve artmaya devam edeceği gözüken yaygınlaşması rekabette Edison’un beraberliği yakalama şansının olduğunu düşündürse de güneş panellerinin doğru akımlı olarak ürettiği enerji alternatif akıma dönüştürülüyor çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi talep tarafı onu gerektiriyor.

Bakanlık’ın strateji belgesi dolayısıyla bu yazının da konusu olan, elektrik enerjisinin iletilmesinin bir aracı olarak baktığımızda ise alternatif akımlı ve doğru akımlı enerji nakil hatlarının birbirlerine göre avantaj ve dezavantajları olduğunu biliyoruz.

Son yıllarda özellikle ülkeler arası ara bağlantı ve deniz üstü rüzgar santrallerinin sayı ve önemlerinin artması sebebiyle, uzun mesafelerde kayıplarının daha az olması ve frekansla ilgili düzenlemeleri gerektirmemesi bakımlarından YGDA hatlarının yaygınlaştığına şahit oluyoruz. Bu itibarla, Bakanlık’ın planlarında YGDA koridorları kurulmasının yer alması da anlaşılır oluyor.

Bakanlık’ın planlarında yer almasa da elektrik şebekesi altyapısında doğru akımın geleceği ve “Yeşil Enerji” bakımından benim gördüğüm bir diğer önemli konu da doğru akımla enerji naklinin orta gerilim seviyesinde OGDA hatlarla da gündeme gelmesi konusu.

Malum; yenilenebilir enerji kaynaklarının yeşil bakış açısıyla sağlayacağı en temel faydalardan bir tanesi, özellikle güneş kaynaklı daha düşük güçlü elektrik üretimi sayesinde, enerjinin üretildiği yerde tüketilmesine izin vermek, diğer bir deyişle üretim ve tüketimi birbirine coğrafi olarak yakınlaştırmak.

Bu da geniş ve uzun YGDA koridorları yerine dar ve kısa OGDA patikaları demek. Bunun sonucunda belki yapılacak yatırımların USD değerleri daha az göz kamaştırır ama daha küçük ve daha yerel kalarak toplumun enerji talebi yine karşılanmış olur.

Toparlayacak olursak; evet Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın kamuoyuna duyurduğu Enerji Dönüşümü Strateji Belgesi gelişen koşullara uygun ve kendi içinde tutarlı bir yol haritası, elektrik şebekesi altyapısı bakımından da YGDA tesislerinin kurulmasını ön görerek Arz Güvenliği’ni geliştiriyor.

Ancak daha önceki yazılarımda da ifade etmeye çalıştığım gibi, ülkemizde kurmayla, yeni teknolojileri hayatımıza geçirmeyle ilgili bir sorunumuz yok. Sorunlarımız daha çok yönetim aklımızın geri kalmasından kaynaklanıyor. Eğer bu yönümüzü değiştirmezsek Bakanlık’ın basın duyurusunda yer aldığı gibi “Şebekemizi Şampiyonlar Ligi’ne çıkarmak”la değil, annemizin liginde kendi aramızda tepişmekle kalırız.