Türkiye, 2002 sonrası dönemde Sahraaltı Afrika ülkelerinden bazılarıyla siyasi, askeri, ekonomik ve sosyo-kültürel alanda imzaladığı anlaşmalarla ilişkilerini geliştirmeye yöneldi. Adalet ve Kalkınma Partisi 2002 yılında iktidara geldiğinde Afrika’da 12 büyükelçilik varken, izleyen yıllarda elçilik sayısı hızla arttı.
Türkiye, yakın zamanda açmayı planladığı Togo ve Gine Bissau Büyükelçilikleriyle Afrika’daki büyükelçilik sayısını 2021 yılında 44’e çıkarmayı hedefliyor.
Türkiye’nin kıta ülkeleriyle yaklaşık olarak 26 milyar dolarlık bir ticaret hacmi bulunuyor. Kara Kıta ülkelerindeki doğrudan yatırımları arttırmaya çalışan Türkiye, yakın dönemde Somali’de 50 milyon dolar harcayarak inşa ettiği askeri üs ile kıtadaki askeri varlığının uluslararası barış gibi operasyonlarla ile sınırlı kalmayacağının sinyalini vermişti.
Ankara yönetiminin uyguladığı Afrika politikasının önemli siyasi, ekonomik ve sosyokültürel amaçları vardır. Öncelikle gelişmekte olan Türkiye ekonomisi için Afrika kıtası hem hammadde hem de pazar açısından muazzam olanaklara sahip. Bilhassa son yıllarda hızla gelişen Türk Savunma sanayisi açısından sürekli siyasi ve askeri krizlerle, iç savaş ve terörizm tehditleriyle mücadele içerisinde olan Afrika ülkeleri büyük önem taşıyor.
Diğer yandan hem Kuzey hem de Sahraaltı Afrika ülkeleri sadece aralarında geliştirilecek ikili ilişkiler açısından değil Türk dış politikasında düğüm haline gelen bazı meselelerde de Türkiye’ye güç kazandırabilme açısından da önemli. Örneğin Libya ve Doğu Akdeniz meselelerinde Fransa ve Mısır, Libya ve Doğu Akdeniz’de petrol meselelerinde Afrika’daki bazı kabile reislerini kendi tezlerini desteklemeye ikna etmeye çalışıyor. Türkiye de buna karşın Tuareg liderleri gibi bölgede etkinlik sahibi kimi aktörlerle etkileşime geçmiş durumda. Yani özetle; Afrika’da uzun yıllardır Batı sömürüsü altında ezilmiş, hala neokolonyal politikalara karşı direnen ancak zengin kaynaklarla muazzam gelişme potansiyeline sahip kıta devletleriyle kazan-kazan prensibi temelinde kurulacak ikili ilişkiler her iki taraf için büyük fayda sağlayacaktır. Böylece uzun yıllar boyunca Türk dış politikası kapsamında pek de öne çıkarılmayan Afrika Kıtası’nı son dönemde geliştirilen politikalarlle Türkiye’nin uluslararası sistemde yükselen bir güç olmasına önemli katkılar sağlayabilecek stratejik bir bölge olarak değerlendirmek mümkün.
Bu kapsamda Pazar günü başlayıp 4 gün sürecek olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Angola, Togo ve Nijerya seyahati büyük bir önem taşıyor. Her üç ülkede de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mevkidaşları Buhari, Gnassingbé ve Lourenço ile ikili görüşmeler yapacağı bekleniyor. Bu görüşmelerde Türkiye ve bu ülkeler arasında yeni işbirliği alanları geliştirilip, mevcut ikili ticaret hacminin arttırılmasına yönelik somut adımlar atılması hedefleniyor.
Örneğin Angola ile 176 milyon dolar olan ikili ticaret hacminin 500 milyon dolara, Nijerya ile 754 milyon dolar seviyesindeki ticaret hacminin ise 1 milyar dolara yükseltilmesi hedefleniyor. Her üç ülkede Cumhurbaşkanı Erdoğan ile seyahat edecek Türk iş insanları, düzenlenecek iş forumlarında yerel iş insanları ile temaslarda bulunarak potansiyel yatırım imkanlarını masaya yatıracak. Yapılacak bu çalışmaların 21-22 Ekim’de düzenlenecek “Türkiye-Afrika 3. Ekonomi ve İş Forumu” ile 17-18 Aralık’ta gerçekleşecek “3. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi” hazırlıkları için de büyük anlama sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Görünen o ki, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu dört günlük seyahati sadece ekonomik değil siyasi ve askeri alanda da birtakım misyonlara sahip. Öncelikle Erdoğan’ın gittiği üç Afrika ülkesinde Türk devletinin 2017’den beri uluslararası arenada kapsamlı olarak sürdürdüğü FETÖ terör örgütü ile mücadelesine yönelik bazı temaslarda bulunması bekleniyor.
Togo’da yakın zamanda kapatılan, FETÖ’ye ait bir okul vardı. Buna karşılık, son seyahat kapsamında Togo’da Maarif Vakfına ait yeni okulların açılmasına yönelik adımlar atılması gündemde.
Diğer yandan seyahatin amaçları arasında medyada belirtilmeyen ancak dikkate alınması gereken bir husus daha olduğunu düşünüyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaret edeceği Nijerya ile ilgili üzerinde hassasiyetle durulması gereken bazı unsurlar var. Bilindiği üzere Nijerya Afrika’nın en büyük ekonomik ve siyasi güçlerinden birisi. Sahip olduğu yer altı kaynaklarıyla da muazzam bir potansiyele sahip. Ancak diğer yandan ülke çok uzun zamandır silahlı çeteler ve selefi cihadist terör örgütleriyle mücadele ediyor. Yakın zamanda bu ülke ve çevresinde etkili olan Boko Haram terör örgütünde bazı yapısal değişimler yaşanırken, DAEŞ’e bağlı ISWAP ve ISGS terör örgütleri bölgede güç kazanmış durumda. Hatta öyle ki Afrika’da kaybettiği güç ve itibarını geri kazanmaya çabalayan Fransız Cumhurbaşkanı Macron da bu örgütlerle mücadelesine hız vermişti. 16 Eylül’de ise Macron, Fransız güçlerinin ISGS (Islamic State in the Greater Sahara-Büyük Sahra’daki İslam Devleti) Lideri Adnan Abu Walid Al-Sahrawi’yi öldürdüğü haberini Twitter hesabından duyurdu. Bu gelişmeler ışığında Türkiye’nin Nijerya ile ilişkilerinde terörle mücadele hususunda da temaslara girmesi birçok açıdan önemli görünüyor.
Öncelikle Afrika’da güçlenen Türkiye’nin varlığından rahatsız olan bazı Batılı aktörler tarafından gündeme getirilen, Türkiye’nin radikal/selefi terör örgütlerini desteklediği iddiaları, Sahraltında Türk unsurlarca desteklenen etkili terörle mücadele programlarıyla etkisiz kılınabilir. Türkiye’nin bölgedeki terörle mücadele çabaları Ankara Hükümeti’ne yönelik ithamları ortadan kaldırırken, kıtadaki Türk varlığının korunması ve geliştirilmesine de hizmet edebilir.
Türkiye bu mücadeleyi direkt olarak bölge devletlerinin kolluk/güvenlik güçlerine yapacağı desteklerle sağlayabileceği gibi yerel halkın sosyo-ekonomik şartlarını iyileştirerek, terör örgütlerinin yaşam alanlarını kısıtlayarak da gerçekleştirebilir. Örneğin yakın zamanda iç politikada tartışılan Türkiye’den Somali’ye verilen 30 milyon dolarlık hibe gibi adımlar bu bahsedilen amaca ulaşılmasında önemli araçlardır.
Afrika ülkelerine yapılan/yapılacak bu desteklerin gelecekte kıtada Türkiye’nin daha etkin bir aktör olarak konumlanması hedefine hizmet edeceğini söylemek mümkün.