SABİHA KÖTEK
Türkiye nihayet 2012 yılında iklim değişikliği ile ilgili alınan uluslararası kararları onayladı. Gecikmiş de olsa bu olumlu bir adım. Peki, Katar'ın başkenti Doha’da düzenlenen 18. Taraflar Konferansı'nda alınan ve 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü'nde (KP) bazı değişiklikler öngören bu kararlar Türkiye açısından ne anlama geliyor?
Öncelikle, dünya ülkelerinin iklim mücadelesine verecekleri katkı açısından üç ana gruba ayrıldığı KP’de sera gazlarını azaltmak amacıyla ekonomik ve tarihsel sorumluluk üstlenecek EK1 Grubu içinde yer alan Türkiye'nin özel koşulları bir kez daha teyit edildi. EK1 Grubu olarak adlandırılan ilk grup emisyon salımlarının büyük bir kısmından sorumlu olan zengin ve gelişmiş OECD, AB ve PEGSÜ (Pazar ekonomisine geçiş sürecindeki Doğu Bloku ülkeleri) üyesi 42 ülkeden oluşuyor. Oysa Türkiye ne bu ülkeler kadar zengin, ne de bu ülkeler kadar atmosferi kirletti, kirletiyor. Sırf OECD’nin kurucu ülkelerinden olduğu için bu grubun içinde yer alan Türkiye, bu nedenle on yılı aşkın süre Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne (BMİDÇS) taraf olmadı.
TÜRKİYE’NİN EK1 SORUNUNA ARA ÇÖZÜM
Nihayet 2001 yılında Fas’ta gerçekleştirilen COP7’de Türkiye'nin talepleri tam yerine getirilemese de bir orta yol bulundu. Bulunan bu orta yola göre, Türkiye'nin ismi EK-1’de kalacak ancak özel şartlara tabi olacaktı. Böylece, Türkiye'nin KP’nin 2008-2012 yıllarını kapsayan 1. Taahhüt Dönemi'nde ve sonrasında 2020 yılına kadar sürecek ikinci dönemde sera gazı salımı azaltım hedefi koymasına gerek kalmadı.
Ayrıca yapılan bu değişiklikler kapsamında, Türkiye’nin EK-2 Grubundan çıkarılması kararı da alındı. KP'de Türkiye EK2 adı verilen ve gelişmekte olan ülkelere finansman ve teknoloji desteği sunma yükümlülüğü bulunan OECD üyesi ülkelerden oluşan ikinci grubun içinde de yer alıyordu. Böylece Türkiye maddi yardım ve teknoloji desteği sunma yükünden de kurtulmuş oldu.
TÜRKİYE FONLARDAN YARARLANABİLECEK
Bu değişikliklerin belki de Türkiye açısından en önemli yanı, yeni iklim rejimi için kurulması öngörülen fonlardan faydalanabilecek olması.
2012 sonrası ikinci dönemde tüm ülkelerin küresel iklim değişikliği ile mücadele çabalarına ulusal kapasiteleri ölçüsünde katkı yapmalarının beklendiğinden Türkiye'nin alacağı fonlar tabi ki önemli. Ama fonlar asıl hedef olmamalı ve akılcı projeler için yine akıllıca kullanılmalı. Ayrıca AB ile katılım müzakereleri yürüten Türkiye’den Birlik stratejisi bağlamında sürece katkı sunması bekleniyor. Türkiye ayrıca OECD üyesi, EK1 ülke konumu devam ediyor ve hızla büyüyen ve gelişen bir ekonomiye sahip olduğundan beklentiler yüksek.
Bu nedenle Türkiye'nin oyalanma, gelişmeleri geniş bir zaman dilimine yayma, vaatkar açıklamalarla günü kurtarma gibi politikaların dışında bir şeyler yapması, artık harekete geçmesi gerekiyor. Dahası, iklim mücadelesine ters tutum ve politikaları bir yana bırakması gerekiyor. Kimbilir belki de tam da değişikliklerini onayladığı COP18’in yapıldığı 2012 yılında ilan ettiği 'kömür yılı' kapsamında başlattığı kömür politikalarına son verip, tamamen yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelerek bu konudaki kararlılığını ve samimiyetini göstermekle işe başlayabilir.
Sabiha KÖTEK - Enerji Günlüğü / 7 Nisan 2017