Geçen yazımızı: “Su bir enerji kaynağı mıdır; ekonomik bir sistem içinde tanımlandığında, satılması hak mıdır, değil midir?” sorularıyla açmıştık. Devamında da: “Bölgesel su kaynaklarının yakın ve başka bir bölgeyi tümden veya kısmen devri; o coğrafi ve idari bölge sakinlerinin, referanduma gitmesiyle mi mümkün olmalı?” sorusunu sormuştuk.
Batı toplumlarında, muhtemelen 30 yılı geçen bir süredir, bir bölgenin öz kaynaklarının, örneğin temiz su kaynaklarının komşu kent ve bölgeler için kullanımı söz konusu olacaksa; bu, merkezi otoritenin ha deyince girişeceği bir yatırım değil, artık. Kaynağın olduğu bölgede, referandum yapılabiliyor ve kamu maliyetleri açısından bu yatırımın; su kaynağına sahip olan bölge yurttaşlarınca, vergi yoluyla ödenmemesi sağlanıyor…
Ve gene şu bilgiler ışığında konumuzu ayrıntılandıralım: Birleşmiş Milletler’in 10 yıl öncesine dayanan bir raporuna göre; önümüzdeki on yıl içinde (ki, bu süreyi bu yıl bitirmiş durumdayız), ılıman iklim ve su kaynaklarından dolayı 200 milyon insanın ‘iklim mültecisi’ olacağı saptanmış ve dünya kamuoyu bilgilendirilmiş... Yani; ülkelerin sınır komşularının, özellikle güney bölgelerden kuzeyli noktalara gidişleri artık zor yoluyla önlenecek. Savaşlar çıkabilecek, insan toplulukları susuzluk kaynaklı savaşların zulmü altında yok olacaklar. Ve gene uluslararası kurumların araştırmalarına göre; Türkiye, Avrupa’nın en erken çöl olacak ülkesi, deniyor. Konya’ya bakalım; yer altı sularının çekilmesi nedeniyle obruklar oluşuyor; çok belki artık buğday ektiğimiz yerlere buğday ekemeyeceğiz... Daha tehlikelisi ne olabilir? Gezeğenin ayarını bozduk ve önlemez biçimde yokuş aşağı gidiyoruz…
Kaynaklarımıza bakalım derken, geçen yazıda; sadece temiz içme suyu kaynaklarımıza bakalım dememiştim: İlgiyle okuduğum ve bir kenara sakladığım rapor alıntılı habere devam edelim (www.gazetepencere.com); “Kuraklığın nedenlerinden birkaçını detaylıca inceleyelim:
Kirlilik: Su kirliliği, çiftliklerden su ile sürüklenen böcek ilaçları ve gübreler, insanların arıtılmamış atık suları ve endüstriyel atıklar dahil olmak üzere birçok sebepten dolayı oluşmakta. Yer altı suları bile, kirliliğe yol açan birçok madde yer altına sızabildiğinden kirleniyor. Kirliliğin bazı sonuçları hemen fark edilse de bazılarınınki yıllar sürebiliyor. Örneğin; insan atıklarından kaynaklanan zararlı bakterilerin suyu kirletmesinin suyu içilemez veya yüzülemez hale getirdiği daha çabuk fark edilirken, endüstriyel işlemlerden kaynaklanan zehirli maddelerin çevrede ve besin zincirinde birikmesi yıllar alabiliyor.
Tarım: Tarım, dünyanın erişilebilir tatlı suyunun yüzde 70’ini kullanıyor ancak bu miktarın yaklaşık yüzde 60’ı sulama sistemlerindeki sızıntı, verimsiz uygulama yöntemleri ve yetiştirildikleri çevreye göre daha fazla suya ihtiyaç duyan mahsullerin yetiştirilmesi nedeniyle israf ediliyor. Suyun böylesi savurgan kullanımı nehirleri, gölleri ve yer altı sularını depolayabilen akiferleri kurutuyor. Ayrıca, tarımda kullanılan kimyasal gübreler ve böcek ilaçları önemli miktarda tatlı su kirliliği yaratıyor.
Nüfus artışı: Son 50 yılda insan nüfusu iki katından fazla arttı. Bu hızlı artışın dünya çapında su ekosistemlerini dönüştürdüğü ve büyük bir biyolojik çeşitlilik kaybına yol açtığı ifade ediliyor. Bugün dünya nüfusunun yüzde 41’i su stresi altındaki nehir havzalarında yaşıyor. Tatlı su kullanımı sürdürülemez seviyelerde devam ettikçe, suya ulaşılabilirlik ile ilgili endişeler de artıyor. Artan nüfusun yiyeceğe, barınağa ve giysiye olan ihtiyacı da tatlı su kaynakları üzerinde fazladan baskıya neden oluyor.”
Peki ne yapalım?
Hadi şimdi de önlemleri konuşalım.
Lütfen, bir enerji haber sitesinde bunları tartışmanın konuşmanın nasıl bir yararı olacak demeyin.
Bir süredir, yaş ortalaması 25 olan gençlerin çalıştığı bir bakım evinde yaşıyorum . Onlar hâlâ, domates ve pirincin; AVM marketlerinin arka depolarında üretildiğini sanıyor...
Ülkemizin dünya çapındaki müzisyenlerini ve diğer sanatçılarını hiç duymamışlar.
Bilim alanında alınan Nobel ödülünü bıraktım, edebiyat ödülünü alan yazarın adını bile bilmiyorlar.
Tabii ki diş fırçalarken su kapanmıyor; tabii ki arabalarını günde iki kez yıkamaya bayılan bir teyze/amca kesimi var.
Banyo suyumuzu ılıtmak için akıttığımız suyun; 200 metrekarelik bir çimenlik alanı sulayabileceğinden hiç haberdar değiller.
Mümkünse çeşme başında bir tabak veya bardağı yıkamak için akıtılın su ile muhtemelen o nesne atomlarına bile ayrılabilir ama bulaşık makinalarını çalıştırmak istemiyorlar, çünkü o misafir sofralarının yardımcı cihazı.
Değerli okuyucular, sadece evsel kullanımdaki atıklarla vatan kurtulur, inanın…
Ama bu hem sivil toplum kuruluşlarının (STK) temel, hem de devletin asıl uygulama alanlarından biri olmalı. Yoksa elimizde bir şişe su ile yürüyemeyeceğiz, on yıl sonra falan muhtemelen boynumuza bir bıçak dayayıp, elimizden alacaklar...
ÇÖZÜM YOLLARI NELER OLABİLİR?
Dedik ya, çözüm yollarını konuşalım, hadi başlayalım...
Önce bu tehlikenin boyutlarına bakalım isterseniz...
Su kıtlığı, dünya genelinde insanların yüzde 40’ından fazlasını etkiliyor. Küresel ısınma nedeniyle iklim değişikliği sonucunda, zaten kaygı verici düzeyde olan bu oranın daha da yükseleceği tahmin ediliyor.
2050 yılına kadar her dört insandan en az birinin su sıkıntısından etkileneceği ifade ediliyor.
Peki, su için ne gibi sürdürülebilir çözümler planlanıyor?
Su kaynaklarımızın korunması sürdürülebilir kalkınma için önemli. Su kıtlığını hafifletmek istiyorsak ormanlar, dağlar, sulak alanlar ve nehirler gibi suyla bağlantılı ekosistemleri korumak ve eski haline getirmek durumundayız. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerde su verimliliğini teşvik etmek ve arıtma teknolojilerini desteklemek için uluslararası iş birliğine de ihtiyaç olduğu ifade ediliyor.
Okyanuslar, insanların ürettiği karbondioksitin yaklaşık yüzde 30’unu emiyor. Üç milyarı aşkın insanın, geçimlerini sağlamak için deniz ve kıyılardaki biyoçeşitliliğe bağımlı olduğu ancak günümüzde, dünyadaki balık stoklarının yüzde 30’u aşırı kullanıldığı için sürdürülebilir ürünün vereceği düzeyin altına inmiş durumda olduğu biliniyor. Deniz kirliliğinin ise kaygı verici düzeylere ulaştığı, okyanusun her kilometre karesinde ortalama 13 bin parça plastik atık bulunduğu ifade ediliyor.
‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’, deniz ve kıyı ekosistemlerini sürdürülebilir biçimde yönetmeyi, kirlenmeden korumayı ve ayrıca okyanus asitlenmesinin etkilerini ele almayı hedefliyor. Uluslararası hukuk vasıtasıyla korumanın ve okyanus temelli kaynakların sürdürülebilir kullanımının artırılmasının, okyanuslarımızın karşı karşıya olduğu sorunların bazılarının hafifletilmesine katkıda bulunacağı söyleniyor.
Birleşmiş Milletler (UN Water), sivil toplum kuruluşlarının hükümetleri sorumlu tutmak, su araştırması ve geliştirmeye yatırım yapmak; su kaynakları yönetimine kadınların, gençlerin ve yerli toplulukların dahil edilmesini teşvik etmek için çalışmasını öneriyor: “Bu görevler hakkında farkındalık yaratmak ve bunları eyleme dökmek çift taraflı kazanca, insanlar ve ekolojik sistemler için sürdürülebilirliğin artmasına yol açacaktır” deniyor.
Bireysel anlamda önce evimizden başlayarak yapılabileceklere bir örnek: Yağmur hasadını duymuş muydunuz? Yağmur hasadı, yağmur suyunun kullanılmak üzere biriktirilmesidir. Biz de evlerimizde depolayacağımız yağmur sularını çeşitli alanlarda kullanabilir, hane tüketimimizi azaltarak ‘Finish Su Endeksi’ni yükseltebiliriz.
- Çatıya oluklar yaptırarak buradan suyun düzenli akmasını sağlayabilirsiniz.
- Oluklardan akan suyu kova yardı-mıyla biriktirebilirsiniz.
- Bahçe veya balkonlara büyük kovalar yerleştirerek yağmur suyunu kolayca depolayabilirsiniz.
- Daha fazla miktarda yağmur hasadı için profesyonel sistemler kullanabilirsiniz