Enerji sektöründe, daha doğrusu elektrik şebekesi yönetiminde kullanılan iki kavram var. Biri "yük alma", diğeri de "yük atma".
Elektrik iletim şebekesinin sahibi ve yöneticisi konumundaki TEİAŞ, her gün, bir sonraki gün için enerji santrallerinden elektrik üretim tahmini alıyor. Yani her üreticiye "Sen yarın şebekeye hangi saatte, kaç liradan, ne kadarlık elektrik vereceksin?" diye sorup, en uygun fiyattan sağlanan arz durumunu belirliyor.
Buna “emre amadelik” durumunun tespiti de deniliyor. O da ne diye soracak olursanız, belirli bir zaman diliminde, kaç MW’lik kurulu güçle, hangi maliyetle ne kadarlık elektrik üretebileceğinin bilinmesi diyebiliriz. Arz verileri, genellikle aylık düzeyde belirlenen, zorunlu hallerde daha kısa dönemler için yapılan günlük tüketim tahminleriyle karşılaştırıyor.
Eğer kabul edilebilir fiyattan elektrik arzı, talebi karşılamayacaksa TEİAŞ, iki şey yapabiliyor. Birincisi devletin elindeki, su yetersiz diye çalıştırılmayan HES`lerdeki ya da pahalı üretiyor diye çalıştırılmayan termik santrallerdeki atıl türbinleri devreye sokuyor. İkincisi, eğer elinde yeterli kapasite yoksa, görece daha pahalıya üretim yapan örneğin kömürle, doğalgazla ya da fuel oil`le çalışan özel sektör santrallerinden "yük alıyor".
TEİAŞ kapasite talebi fazlasıyla karşılıyorsa, isterse bu kez "yük atma" yoluna başvurabiliyor. TEİAŞ`ın pratikte tüketim tarafını kontrol etme şansı yok. Dolayısıyla arz-talep dengesi, daha çok üretim tarafındaki "yük alma" ve "yük atma" ile sağlanıyor.
Diyelim ki aşırı sıcaklar nedeniyle ülkede tüm klimalar devrede ve çok fazla tüketim var. En ucuzundan en pahalısına tüm üretim kapasitesi devreye alındığı halde üretilecek elektrik yine de yeterli gelmezse TEİAŞ "yük atma" işini bu kez sokaktaki vatandaşın da yakından bildiği bir yöntemle, elektrik kesintileri yoluyla yapıyor.
Sürekli aynı bölgede kesinti yapmamak için de, diyelim ki iki saat bir mahallede, üç saat öbür ilçede kesintiye gidiliyor. Sektör jargonunda bu gibi durumları anlatan çok güzel bir kavram bile var: Arıza gezdirme.
Sokaktaki adam, nedeni "arıza gezdirme" mi yoksa yoksa bakım-onarım çalışmaları mı bilmese de, elektrik kesintisini kendi hayatından bilir. Ama "yük alma" ve "yük atma" kavramlarını hiç bilmez. Ama bundan sonra bilse iyi olur.
Nedenini anlatmaya çalışalım. Yani asıl konumuza gelelim. Biliniyor ama hatırlatalım. Yıllık elektrik tüketimi 5 bin kWh ve üzerindeki aboneler, serbest tüketici statüsü kazanıyor.
Serbest tüketiciler, yıllık sözleşmelerle elektriği üçer aylık sözleşmeler yoluyla istediği üreticiden alabiliyor. Halen elektriğin yaklaşık yüzde 15`i serbest tüketiciler tarafından kullanılıyor.
Ancak, serbest tüketici olmanın avantajını kullananlar yeniden eski düzene dönmek isterse, elektriğini son nokta tedarikçisi denilen şirketlerden alabiliyor. Ya da, kendisine daha ucuza satış yapacak bir başka tedarikçiyle anlaşıncaya kadar da bunu yapabiliyor.
Tabii hayatta hiç bir şey karşılıksız değildir. Ucuza elektrik bulunca bunun avantajından yararlanıyorsanız, yeniden eski düzene dönmenin de bir maliyeti olmalı değil mi? "Evet" dediğinizi duyar gibi oluyorum ama hayır, o eskidendi, artık öyle değil.
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK), Aralık ayında, yeni bir özel tedarikçiyle anlaşma sağlayana kadar son nokta tedarikçisinden elektrik alacak serbest tüketicilerin, normal vatandaştan yüzde 15 daha yüksek ödeme yapmasını kararlaştırmıştı. Ama geçtiğimiz haftalarda sessiz sedasız bu karar iptal edildi. İptal kararı, 23 Mayıs tarihinde devreye girdi.
Peki sonuç ne? Ve bu sokaktaki insanı niye ilgilendiriyor? Anlatmaya çalışalım. Serbest tüketiciler artık hane halkına satılan elektrikten daha ucuza elektrik bulursa, bunun avantajını kullanıyor. Ama serbest piyasada elektrik pahalandığı zaman, dönüp vatandaşla aynı fiyattan elektrik kullanmak üzere son tedarikçiye yönelebiliyor.
Bir de serbest tedarikçiler cephesine bakalım. Yani elektrik üretim ve/veya toptan satış lisansı bulunanlara... Onlar da, devletin vatandaşa satacağı elektriği daha ucuz fiyattan tedarik edebildiği dönemlerde üretim yapmayabiliyor. Üretse bile bunu devlete vermek yerine, daha iyi fiyat veren serbest tüketiciye satabiliyor. Ancak, bu üreticiler devletin vatandaşa satmak üzere aldığı elektriği daha yüksek fiyattan bulmak zorunda kaldığı dönemlerde serbest tüketiciyi yüz üstü bırakıp, daha kârlı diye devlete elektrik satmayı tercih edebiliyor.
Kim kazanıyor? Hem serbest tüketici, hem de herkesi suçlamayalım ama normal şartlarda elindeki verimsiz, yüksek maliyetle elektrik üreten santralle başbaşa kalmış durumdaki "uyanık" girişimciler...
Elleri serbest bırakılan her iki aktör de kazanırken, eşyanın tabiatı gereği birileri de kaybediyor olmalı değil mi? Peki kim onlar? Sokaktaki vatandaş. Sektör jargonuyla söyleyelim, hane halkı elektrik tüketicileri. Daha doğrusu tüm toplum. Çünkü devletin, aşırı tüketim dönemlerinde aldığı elektriğe fazladan ödediği her bir kuruş, bütün toplumun cebinden çıkıyor. Hangi yolla? Şebekeler üzerinden satılan elektriğin tedarik maliyeti yükseldiği için, yapılan tarifeartışları, daha Türkçesi elektrik zamları yoluyla...
Hem serbest üreticiler hem de serbest tüketiciler için açılan yeni yol özetle şu: Fırtınada devlete sığın ama deniz çarşaf gibi iken enginlere açıl! Sokaktaki vatandaş da deniz kıyısında kumda oynasın...
Sevsinler böyle serbest piyasayı...
Yetkili otoritelere şunu söylemek isterim.
Alın bu yükü vatandaşın sırtından!
Bir sözümüz de vatandaşa: Atın bu yükü sırtınızdan!
Hatırlatalım; bu yük, kayıp-kaçak elektrik kullanımının çok yaygın olduğu Dicle ve Vangölü elektrik dağıtım bölgelerinde tüketilen toplam elektrikten bile fazlasını tüketenlerden alınıp, sizin sırtınıza yüklenmiş bir yüktür.
Son bir şey daha...
Yapılan özetle şu: İşine gelince serbestçe at koştur, işine gelmeyince devletin şefkatli kollarına sığın... Faturayı da tüm toplum ödesin!
Yok böyle bir serbest piyasa...
Artık devlet elektrik satmasın!