Konumuz belli. Herkes üç aşağı beş yukarı belli bir malumata sahip.
Bir taraftan Türkiye’nin bağımsızlaşması adına S-400’ü bir dönüm noktası olarak görenlerin tezleri diğer taraftan Türkiye’nin küresel sapma gösterip gittikçe otoriterler dünyasına doğru kaydığını ileri sürenlerin tezleri.
Meseleye Türkiye’nin bağımsızlığı cephesinden bakınca gayet heyecan verici. Türkiye’nin S-400 savunma sistemlerini almasıyla birlikte NATO Konsepti olarak tanımlanan Batı Sistemi’nin bağımlısı bir ülke olmaktan kurtulacağımız düşüncesi oldukça ikna edici bir düşünce.
Fakat ne zaman ki Türkiye’nin ABD’den ya da Batı’dan bağımsızlaşması için Rusya seçeneği masaya getirilse daima “Batı’ya küsüp ayı ininde yas tutmak” sözü aklıma geliyor. Türkiye bunu Ukrayna Krizi’nin başladığı zamanlardan beri yapıyor ve gittikçe Rusya’nın tuzağına hatta kucağına düşüyor.
TÜRKİYE BAĞIMSIZLAŞIYOR MU?
Rus medyası, daha doğrusu geniş bir kesimin Trump’ın seçilmesinde de etkili olduğuna inandığı medya yoğun bir şekilde, Türkiye’nin Rusya alternatifini değerlendirmesi ile bağımsızlaşacağı propagandasını yapıyor.
Aslında Rusların Türklere dost olamayacağının bin tane delili arka arkaya hem de bir nefeste sıralanabilir. Uzatmaya gerek yok. Görmek isteyen gerçeği zaten görüyor, fanatizmin sosyal medya trolü ya da Rusofil değilse herkes de bunu kolaylıkla görebilir.
Bu realiteyi tartışmayı geçip günümüze kısaca bakmak lazım o yüzden.
ABD açık bir şekilde Türkiye’nin S-400 almasını kabullenmiyor, kabullenmeyecek de ve aldırmayacak da. Ancak öte yandan Türkiye’nin ABD’ye alternatif hatta ulusal bağımsızlığının anahtarı olarak görmeye başladığı Rusya’nın tavrı daha da tehlikeli bir boyut almaya başladı.
Rusların canları sıkıldıkça sanki Paris aristokrasisin damak tadına sahipmiş havasında ikide bir gariban çiftçimizin domatesine biberine çileğine çamur atıp sınır kapılarında çürütmesine zaten alıştık. Ne de olsa dostumuz, haliyle damak zevkine saygımızdan binbir emekle üretilen domateslerin gümrüklerde çürütülmesini sineye çekiyoruz.
TEHLİKELİ DOST
Fakat asıl tehlike Suriye’de ve Akdeniz’den geliyor.
Ruslar bilindiği üzere Suriye Savaşı’nı gerekçe göstererek Akdeniz’e esaslı bir şekilde yerleştiler. Tartus Limanı’nı kullanım hakkı sözleşmesini de geçtiğimiz yıllarda yenileyerek ABD’nin İncirlik Üssü, İngiltere’nin Kıbrıs’taki Dikelya ve Akrotiri Üssü gibi üsler elde etti. Dolayısı ile Akdeniz artık Deli Petro’nun vasiyetinde dile getirildiği gibi Rusların da bir denizi.
Yani tehlike çok yakın, yakından da öte bilen gören için. Kuzeyinden çevrilmiş bir ülkenin aynı gücün güneyden de gerçekleştireceği bir kuşatmaya hiçbir devlet aklı hiçbir zaman razı gelmez. Türkiye de bunun tehlikesini görüyor olmalıdır, siyasetçiler göremiyorsa, görmesine rağmen gereğini yapmakta zorlanıyor olsa bile “devlet” bunu mutlaka görüyordur. Görmüyorsa zaten o devletin ömrü çok da uzun süremez, bu kadar açık bir tehlikeyi göremeyen devletin yaşaması da gereksiz zaten.
Rusların güneyimizi iyice kuşattığı böyle bir ortamda Ruslarla olası bir ters düşmenin getireceği potansiyel riskler de gittikçe artmakta. Daha 5-6 sene öncesine kadar Rusları ABD/NATO’nun desteği ile Karadeniz’in kuzey kıyılarına sıkıştırmak bile mümkünken bir anda Ruslar, Akdeniz’e çok güçlü bir şekilde taştı ve bir adeta kendi güney kıyımıza sıkışır bir hale düştük.
Dün Serhat’ı isteyen Ruslar yarın da kalkıp Mersin Adana’yı isterse şaşmamak gerek. İster mi ister, bunun burası mevcut coğrafyasının tamamını Türk kanı döke döke oluşturmuş bir tarihin mirasından bahsediyoruz.
S-400’DE SONRA GELİNİRKEN RUS GÖZDAĞI
Gelelim Rusların Suriye’deki Türkiye çıkarları ile ilgili tutumuna. Malum Türkiye Suriye’nin kuzeyinde ve bazı bölgelerinde hayati çıkarlara sahip ve bunun ne denli önemli olduğunu geç de olsa gerçekleştirdiği askeri operasyonlarla ortaya koydu.
Ancak Rusya Suriye’de iç savaşın başladığı günden bugüne Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden hususları önemsemedi, aksine bu tehditlere kol kanat gerdi. Bugün herkes PYD olarak bilinen oluşumun ABD beslemesi olduğunu düşünüyor. Rusya başından beri Türkiye’ye açık bir tehdit olacağı belli olan bu oluşuma göz yumdu, üstelik bu bölgelerde Rusların her türlü askeri operasyon imkanı varken. Ama Ruslar ne yaptı? Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmak adına sınırımızdaki Türkmendağı’ndaki Türkleri bombaladı aylarca. Hemen 3-5 km güneydeki PYD’yi ise Suriye için bir tehdit olarak görmedi, görme gereği de görmedi.
Geçelim eskiyi, aramız düzeldi, işler yoluna girdi diyelim hadi. Ama ya bugün? Astana Süreci diye uzun bir müzakere dizisi yaşandı ve Suriye’de bir takım çatışmasızlık bölgeleri ilan edildi, devletlerin kontrol alanları oluşturuldu. Bu süreçte İdlib de Türkiye’nin payına düşendi. Ama şu an İdlib’i Rusya destekli Suriye her gün bombalıyor ve Ruslar bu konuda sorunun çözümünün Türkiye’de olduğunu beyan ediyorlar. Yani Rusya’nın desteği ile Türkiye’nin egemenlik sahası bombalanıyor ama Ruslar Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.
S-400 konusunda sona yaklaşıldıkça Rusya, Türkiye’ye tehditkar bir tavır takınıyor. Bir yandan Suriye’ye bombalatıp diğer yandan da sorumluluk sende diyor. S-400’den vazgeçersen bombalarım tepende demenin şifrelenmiş hali bu olsa gerek.
TRUMP’N KURALSIZ OYNAMA AŞKI
Öte yandan son günlerde Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni perdeler açılıyor.
Ne zaman ne yapacağı belli olmayan Trump’ın ve silahşörlerinin ne kadar ileri gidebileceğini Rahip Brunson olayında gördük. İçeride seçimleri vardı ve Kilise bağlısı seçmenin oyunu alabilmek için önce Brunson’u alması gerekiyordu ve söke söke aldı. Trump, her attığı adımda gövde gösterisi yapmayı seviyor. Bunu içerideki seçmenine mesaj vermek için de yapıyor, Çin gibi geniş çaplı bir çekişmeye girdiği rakiplerine mesaj vermek için de yapıyor. Üstelik bu gövde gösterisinde temel kuralı kuralsızlık…
Şimdi de aynı şeyi NASA çalışanı diye lanse edilen Serkan Gölge konusunda yapıyor. Normal şartlarda ömrünün Türkiye’de hapishanede tamamlamasına kesin gözüyle bakılan Gölge, Trump’tan gelen bir tek telefonla alelacele mahkemeye çıkarıldı ve serbest bırakıldı. Birkaç haftaya kadar da vatanına döneceği aşikar.
Bir diğer mesele de Trump’ın İran Yaptırımları. Bu konu epey karışık bir hal aldı ama Türkiye’nin bu konuda bir muafiyet elde edeceği aşikar bu Gölge olayından sonra. Bir diğer konu ise, ki bu konu AKP Genel Başkanı’nın en hayati gördüğü meseledir, Halkbank Davası… Bu konuda da ABD’nin ılımlı bir tutum içerisine girecek gibi görünüyor. Normal şartlarda Zarrab Davası ve devam eden süreçteki gelişmelerden sonra Halkbank’a milyarlarca dolar ceza verilmesi gerekiyordu ama böyle bir şey açıktan söylenmiyor. Belli ki pazarlıkta.
Sonuca gelirsek;
Her ne kadar RTE yer yer ekstrem çıkışlarla meydan okuyan bir lider profili çizse de hem içerideki hem dışarıdaki konumunu pekiştirmek için keskin U dönüşleri yapabilmektedir. S-400 konusu da bu dönüşlerden birisi olarak kayıtlara geçecektir.
Gerçi bu konuda bir parantez açmadan konuyu kapatmak doğru olmaz. O da şu; Hani batılılar ısrarla S-400’ler alınırsa NATO tehdit altına girer, F-35’lerin sırları ortaya çıkar diyor ya, Ruslar da biz S-400’ü bir NATO ülkesine verirsek ABD, S-400’lerin sırlarını çözer endişesi taşıyor. Yani Ruslar öyle göründüğü kadar hevesli de değil. Hatta bazı Rus analistler sırf bu yüzden Türkiye’yi Batı’nın tahrik ettiğini ileri sürüyor.
Meseleye bu son söylenenler çerçevesinde bakarsak Batı bunu özellikle ister, Putin hariç Ruslar ise istemez.
Ancak durum böyle değil de Türkiye’nin bir meydan okuması ya da eksen değiştirmesi çabası vs ise buna hiçbir koşulda izin çıkmayacaktır. Hele ki Rusların Türkiye’yi güneyden hem kara hem deniz yoluyla kuşattığı bir zamanda Türkiye bunu kendisi de istemez, S-400’leri ancak bir pazarlık kozu olarak kullanır.
Durum da zaten onu gösteriyor.