Yüz yıl öncesine kadar yakıtların kralı kömürü tahtından eden petrol, günümüzde dünya enerji ihtiyacının yüzde 40’ını tek başına karşılıyor. Enerji üretimindeki bu yeri dolayısıyla petrolün bir günlük yokluğu bile modern yaşamı felç edebiliyor.
Doğalgaz ve yenilenebilir enerji kaynakları konusundaki alternatif gelişmelere rağmen petrolün modern yaşamla bu içiçe geçmişliği, petrol üretim ve arzını küresel sistemin en önemli konusu yapmaya yetiyor.
Petrol siyaseti denince de akla hemen rezervler, ana üretim merkezleri ve nakil yollarının güvenliği konusu geliyor.
Gerek 20. Yüzyıldaki petrol üretim ve trafiği gerekse günümüzdeki önemi nedeniyle Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı, bu siyasetin en merkezi noktalarından birisi olmaya devam ediyor.
Arapların Arapça, İranlıların Farsça adlar verdiği bölgeye Türklerin ise Basra kentinden mütevellit Basra Körfezi adını vermişlerdir. Basra Körfezi, Türkiye’den çıkan Fırat ve Dicle Nehirlerinin de denize döküldüğü bir iç deniz olarak bir çok bakımdan stratejik bir öneme sahiptir. Maksimum derinliği 90 metreyi geçmeyen Basra Körfezi, İran ve Irakla birlikte yedi Arap devleti (Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman) ile çevrilmiş durumdadır ve Asya’nın batı yakasının kuzeyden güneye doğru denize inebildiği tek çıkış kapısıdır[1].
Toplamda dokuz devletle doğrudan sınırdaş olan Basra Körfezi, doğal olarak hem bu dokuz devlet için hem bu devletlerle ilişki ve etkileşim içerisindeki uluslararası güçler için birincil öncelikli uluslararası su yolu sorunları arasında yer almaktadır.
Tarihsel olarak Doğu ticaret mallarının Batı dünyasına ilk ulaştığı nokta da olan Basra Körfezi, modern enerji kaynaklarının keşfedilmesiyle birlikte geleneksel öneminin yanında uluslararası enerji siyasetinin de en önemli merkezlerinden birisi haline gelmiştir. Çünkü bölgede yer alan 6 ülke petrol (ve yakın zamanlarda da doğalgaz) rezervleri bakımından dünyanın en önemli ülkeleri olarak öne çıkmaktadır[2].
Bugün Basra Körfezi ABD, Rusya ve İngiltere gibi geleneksel güçlerin yanında Çin gibi yeni büyük aktörlerin de nüfuz elde etmeye çalıştığı bir yer olarak öne çıkmaktadır. Bu nüfuz arayışının ana parametreleri ise geleneksel Doğu-Batı ticareti ve enerji kaynaklarına bağlı olarak dünya politikasının merkezi konularından birisini oluşturan enerji arz güvenliğidir.
Günümüzde Çin’in gittikçe küreselleşen bir güce dönüşmesi, enerji kadar Çin’in ticaret ve Pazar konusunda da bir güvenlik arayışını gündeme getirmekte, ABD-Çin arasındaki ticaret savaşları doğal olarak en kritik üretim girdilerinden birisi olan enerji kaynakları üstündeki kontrolün önemini daha da artırmaktadır. Sonuç olarak ABD-Çin arasındaki artan gerilimin ilk yansıması ise Basra Körfezi gibi kritik noktalarda ortaya çıkmaktadır.
Zaten uzmanlar da başta Irak olmak üzere bölgede kurulacak kontrolün önemini “Irak’ın kontrolü, petrolün yakıt olarak değil, güç olarak kullanımı içindir. Basra Körfezi’nin kontrolü; Avrupa’nın, Japonya’nın ve Çin’in kontrolü içindir. Körfez’in kontrolü ile bir bakıma bölge petrolünün vanası bizim elimizin altındadır.”[3]şeklinde açık açık dile getirmektedir.
Bölge doğal olarak İran’ın en önemli etki alanıdır. ABD ise bölge üzerinde hakimiyet iddiasını en açık bir şekilde ortaya koyan ülke olarak dikkat çekmektedir. İki ülkenin ilişkilerinin 1979’a kadar oldukça yakın ve parıltılı bir görünüm sergilemesine karşın İran’daki İslam Devrimi ile ilişkilerin içeriği, yönü ve gidişatı köklü bir şekilde değişmiştir.
Devrim’e kadar olan dönemde İran, -Musaddık dönemi hariç/1950’lerin ilk yarısı- ABD’nin önemli bir müttefiki konumundadır. Devrim sonrası uzunca süre iki ülkenin ilişkileri düşmanca seyretmiştir. ABD, İran’a yönelik politikasını, düşman paradigması üzerinden geliştirmiş, İran’ı baskı altında tutarak, rejimi çökertmeye çalışmıştır. ABD’nin Soğuk Savaş sonrası artan bir şekilde problemlerini çözmek için bir ‘araç’ olarak askeri güç ve ekonomik yaptırımları kullanma girişimleri, günümüzde İran-ABD ekseninde gerilimin artmasına sebep olmaktadır.
ABD 1998 yılında yayınlamış olduğu güvenlik stratejilerinde İran’ı, nükleer silah elde etmeye çalışma, terörizmi destekleme ve İsrail’i tehdit etme, Ortadoğu barışını ve Irak’ta demokrasiyi sabote etme gibi nedenlerle, tehdit olarak gördüğünü ve şer ekseni olarak nitelendirdiği ülkeler içerisinde yer aldığını belirtmiştir. Ardından yaşanan 11 Eylül saldırılarıyla da iki ülkenin ilişkileri olumsuz etkilenmiştir.
Barack Obama’nın yönetimi devralmasıyla ABD’nin dış politikası ve İran ile ilişkilerinde bir değişim rüzgarının esmesi beklentisi artmış, ardından Obama yönetimi 2015’te Fransa, Almanya, İngiltere, Rusya ve Çin’le birlikte İran’la imzalamış olduğu nükleer anlaşmasıyla ilişkiler biraz normalleştirmiş, İran üzerindeki yaptırımları kaldırmıştı.
ABD’deki 8 Kasım 2016 seçimlerinde Donald Trump yönetiminin göreve başlamasıyla birlikte İran-ABD ilişkilerinde tekrar gerginlikler yaşanmaya başlamış, iki ülke arsındaki kronikleşmiş sorunlar tekrar gündeme gelmişti.
ABD ilk olarak Ekim 2018 tarihinde İran’a karşı yeni yaptırımları duyurdu. Daha sonra diğer müttefiklerin tekliflerine rağmen tek taraflı olarak İran nükleer anlaşmasından ayrıldı. Nisan 2019’de Devrim Muhafızları’nı terör örgütü olarak tanıdığını açıkladı.
İran ekonomisinin hatırı sayılır bir bölümünü elinde tutan Devrim Muhafızları’nı terör örgütü olarak kabul etmesiyle birlikte İran’ın petrol ihraç etmesi gittikçe zorlaşmaya başladı. Ve ABD 2 Mayıs 2019 itibariyle, Ekim 2018 tarihli ikinci yaptırımlar listesinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 8 ülkeye tanınan muafiyetlerin son bulduğunu açıkladı.
ABD’nin hedefi, ekonomisi hidrokarbonlara dayalı enerji malları üretim ve ihracatına bağlı İran’a bu gelirlerden mahkum etmek ve böylece deyim yerindeyse Tahran’a diz çöktürmektir.
ABD’nin bu girişimleri karşısında, İran’da elindeki en büyük koz olan Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı kartlarını ileri sürme yoluna gitmesi, Basra Körfezi’ni yine gündemin üst sıralarına taşımıştır.
ABD ve İran arasında yaşanan gerginlikte, ABD’nin İran’a karşı uyguladığı ve uygulayacağını ileri sürdüğü yaptırımlarda, İran’ın cevabı da en üst makamlardan oldukça sert oldu. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani “Biz Basra Körfezinden petrol ihraç edemezsek kimse edemez” derken, İran’ın dini lideri Hamaney de aynı söylemi “İran petrol ihraç edemezse kimse edemez” ifadeleriyle dile getirdi.
Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ve İran ekonomisinin hatırı sayılır bir bölümünü elinde tutan Devrim Muhafızları’nın da bu konuda tavrı oldukça sert bir şekilde Körfezde blokaj uygulayacağı yönünde.
Bakalım gelişmeler ne yönde seyredecek?
[1] Asya kıtasının en batı kısımlarının güney denizlerine açılan kapısı ise başta İskenderun Körfezi olmak üzere Türkiye topraklarındaki çeşitli yerlerdir.
[2] Petrol rezervleri bakımından dünya rezervleri içerisinde İran % 9, Irak % 8,6 , BAE 5,6 % , Bahreyn % , Katar % 1,45 , Kuveyt % 5,8 pay almaktadır.
[3] Michael Klare, Thirty Year Itch, Robert Dreyfuss March 1, 2003, ‘Erişim’, www.motherjones.com, 22.04.2010.