Pera Palas`ın asansörü neyle çalışacak?

Dr. Nejat TAMZOK

Nisan ayının ilk günlerinde yine İstanbul’daydım. Bu defa, Argus Media’dan Jonathan Kinash’ın nazik davetiyle Türkiye Katı Yakıtlar Konferansı’na katıldım.

Konferans’ta, “katı yakıtlar” alanı tüm yönleriyle ele alındı. Bu alanda, gerek ülkemizdeki gerekse küresel ölçekteki gelişmeler detaylarıyla ve özellikle kömür ağırlıklı olarak tartışıldı.

Katı yakıtların küresel enerji denklemi içerisindeki rolünün yanında, ülkemiz enerji meselesinin çözümündeki önemi de, çok sayıda yerli ve yabancı uzman tarafından titizlikle ortaya konuldu.

Konferans, bilgi paylaşımı bakımından son derece yararlıydı. Ama etkinliğin benim açımdan en ilgi çekici tarafı, gerçekleştirildiği mekân oldu: Konferansa ev sahipliğini ünlü Pera Palas Oteli yaptı.

Tepebaşı’nda, Haliç’in muhteşem manzarasına bakan Pera Palas’ın kuruluş hikâyesini çok kişi bilir. Ünlü Orient Express 1888 yılında Paris-İstanbul seferlerine başlar ama bu lüks trenin zengin yolcularının alışkın oldukları yüksek standartları sağlayabilecek nitelikte bir otel İstanbul’da yoktur.

Bu boşluğu doldurmak üzere Pera Palas’ın inşaatına başlanır. 1895 yılında açılışı yapılan otelin mimarı, bir önceki yazımda bahsettiğim Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane adıyla inşa edilen binanın da mimarı olan İstanbullu Levanten Alexandre Vallaury’dir.

Pera Palas deyince, burada konaklayan ünlülerden bahsetmeden geçmek olmaz. Çünkü otelin ünü, biraz da buradan gelmekte. Mustafa Kemal Atatürk, Kraliçe II. Elizabeth, Şah Rıza Pehlevi, Josip Broz Tito, General Franz von Papen, Zsa Zsa Gabor, Greta Garbo, Alfred Hitchcock, Pierre Loti, Ernest Hemingway, Mata Hari, Mikis Theodorakis ve daha pek çokları bu otelde konakladılar.

Polisiye romanın kraliçesi Agatha Christie’nin, hayatının kayıp on bir gününde Pera Palas 411 numaralı odada kalıp kalmadığı ise otelin ününe ün katan bir muamma olarak durmakta.

Otelle ilgili daha az bilinen bir konu ise aslında doğrudan bizlerin ilgi alanından: Otel, İstanbul’da Osmanlı saraylarının dışında elektriğin verildiği ilk bina. İstanbul’da ilk elektrikli asansör ve ilk akar sıcak su burada kullanılmış. Otelin aydınlatması, ilk açıldığı yıllarda muhtemelen özel jeneratörlerle yapılmış. Daha sonraki yıllarda ise Pera Palas’ı ışıklandıran, Zonguldak’ın kömüründen elektrik üreten Silahtarağa Santralı olmuş.

Yani, Pera Palas, enerji konulu bir konferans için gayet uygun.
Ama konferans başladığında kafam bunlarla değil, daha çok katılacağım panelin konularıyla meşguldü.

Yöneticiliğini IBS Research’den Feza Şanlı’nın yaptığı ve benim dışımda Makina Mühendisleri Odası Enerji Komisyonu Başkanı Oğuz Türkyılmaz ile Yıldırım Enerji Holding Yönetim Kurulu Üyesi Tamer Turna’nın katıldığı panel, temel bir soru üzerinde şekillendi: Yerli kömür, ülkemizin artan enerji ihtiyacına ne ölçüde çare olabilir?

Bu kısa soru, ülkemizin enerji güvenliğini birinci derecede ilgilendirmesi bakımından aslında son derece önemli.
Türkiye’nin enerji ihtiyacının hızla arttığı, buna karşın yurtiçi enerji üretiminin bu ihtiyaca giderek daha az oranda cevap verebildiği açıkça ortada.

Enerjide üretim-tüketim denkleminin kabul edilebilir bir noktada kurulamaması, enerjide dışa bağımlılığın süratle artmasına, enerji güvenliğinin ve giderek ulusal güvenliğin daha da riskli hale gelmesine neden olmakta.

İşin gerçeği şu: Ülkemiz, enerji kaynakları bakımından şanslı bir ülke değil. Tüm çabalara karşın, petrol ve doğal gaz rezervlerimiz enerjide dışa bağımlılık sorununa çare olabilecek düzeyde geliştirilememekte. Mevcut su kaynaklarımız büyük ölçüde kullanılmış durumda. Jeotermal, rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir kaynaklar ise mevcut maliyet düzeyleriyle enerji talebine ancak sınırlı bir katkı yapabilmekte.

Bu durumda, ülkemizin enerji güvenliği sorununa en gerçekçi çözüm olarak yerli kömür rezervleri karşımıza çıkmakta. Bugün, ülkemizin enerji üretiminin yarısından fazlasının kömürden gerçekleştirildiği düşünüldüğünde, bu husus daha da önemli hale geliyor.

Bununla beraber, toplam enerji tüketimimiz içerisinde yerli kömürün payı, dünyadaki genel eğilimin tersine azalmakta. Kömür üretimimiz son on yılda miktar bazında yüzde 30 ve ısıl değer bazında yüzde 45 oranında artmış olmasına karşın, yerli kömürün toplam enerji tüketimini karşılamadaki payı giderek düşmekte.
Yerli kömürün birincil enerji arzı içerisindeki payı 1990’lı yıllarda yüzde 20’lerin üzerindeyken günümüzde yüzde 15’in altına indi. Aynı dönemde, yerli kömürün elektrik üretimindeki payı ise yüzde otuz beşlerden yüzde 15’ler düzeyine geriledi.

Günümüzdeki tablo böyle. Ya gelecekte?

Mevcut üretim düzeyi ile devam edilmesi halinde, yerli kömürün ülkemiz enerji talebini karşılamadaki payının her yıl biraz daha geriye düşeceği açık. Kömür üretiminin günümüzdeki düzeyinden daha yukarılara çıkarılamaması durumunda, yerli kömürün birincil enerji tüketimini karşılama oranı 2020 yılında yüzde 10’un altına inecek ve 2030 yılında ise yaklaşık yüzde 6 düzeyine gerileyecek.

Yaptığımız hesaplamalara göre; Türkiye’de 2030 yılı birincil enerji talebinin yüzde 20’lik kısmının yerli kömürler tarafından karşılanması hedeflendiğinde, söz konusu yıldaki kömür arzının 230 milyon tona ve sadece yüzde 15’lik kısmının karşılanması hedeflendiğinde ise 175 milyon ton civarına arttırılması gerekecek.

Dolayısıyla, yerli kömürlerin ülkemiz enerji sektörü içerisinde belirli bir ağırlığının gelecek yıllarda da tesis edilebilmesi, mevcut kömür üretimlerinin en azından üç katına çıkarılması ile mümkün olabilecek.

Aynı şekilde, günümüzde yüzde 13 düzeyinde olan yerli kömüre dayalı elektrik kurulu kapasitesinin 2023 yılında toplam kurulu gücün yüzde 20’si düzeyinde olması hedeflendiğinde, 8.200 MW büyüklüğündeki mevcut kurulu güce 13.800 MW kömürlü santralın daha eklenmesi gerekecek.

Yüzde 20’lik payın 2023 yılından sonra da korunması ise, ancak her yıl en az 2.000 MW yerli kömüre dayalı santralın işletmeye alınması ile mümkün.

Mevcut kömür rezervleri ve üretim kapasiteleri değerlendirildiğinde, söz konusu hedeflerin ulaşılabilirliği konusunda dikkatli olmakta yarar var. Enerji ithalat bağımlılığının giderek daha da arttığı bir ortamda, soruna çözüm olması en muhtemel olan yerli kömürlerin 15-20 yıl sonra Türkiye’nin enerji talebinin yüzde 10’unu dahi karşılayamayacak bir noktaya gelmesi riski ciddi olarak karşımızda duruyor.

Söz konusu riskin gerçekleşmesi durumunda, Türkiye’nin enerji ithalat bağımlılığının tahminlerin çok ötesinde bir noktaya gelmesi son derece muhtemeldir.

Panelden çıkışta, İstanbul’un ilk elektrikli asansörünü çevreleyen merdivenlerde bir süre oyalandım. Pera Palas’ın, yeniden jeneratör kullanmasına gerek olmayacağını umarak merdivenlerin özgün mimarisini bir süre hayranlıkla izledim.

İstanbul/Nisan 2014
e-Posta: nejattamzok (at) yahoo.com