Osmanlı’da kömürün devreye girişi ve Soma’nın keşfi

Dr. Nejat TAMZOK

Yazı Dizisi / Soma: Bir Facianın Tarihçesi (1) 

2014 yılı Mayıs ayının on üçüncü günü öğleden sonra saat üçü on geçe Soma’da zaman bir an durdu.
O anın sonrasında kıyamet vardı. O anın sonrasında Dünya madencilik tarihinin en acı sayfaları arasında yer alacak bir olay yaşandı. Yeraltı kömür ocağındaki faciada 301 maden emekçisi yaşamını yitirdi. Ülke yasa boğuldu.
Ya öncesi? O anın öncesinde, 150 yıllık bir geçmiş vardır. 
Madencilik endüstrisindeki kazalar hiçbir zaman kader değildir ve her madencilik kazasının arka planında hatalarla örülmüş bir geçmiş bulunur. Yaşananların nedenlerini ve sorumluların izlerini, o geçmişte bir yerlerde bulabilmek her zaman mümkündür.

I. Vazgeçilemeyen enerji

Aslında, kömür madenciliğinin geçmişi acılarla doludur. Ölüm hiç eksik olmamıştır. Buna rağmen, Dünya, kömürden vazgeçememiş, kömür kullanımı her yıl biraz daha artmıştır. Öyle ki, bugün, Dünya’da tüketilen enerjinin üçte birine yakın kısmı kömürden elde edilir.

Elbette bu hep böyle değildi. Gerçekte, kömürün yoğun kullanımı, yaklaşık 200 bin yıllık insanlık tarihinin son 150 yıllık diliminde söz konusu oldu. Dünya’nın kömüre olan talebindeki ani sıçrama, on dokuzuncu yüzyıl boyunca ortaya çıktı. Sıçramanın arkasındaki temel dinamik, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda ortaya çıkan Sanayi Devrimi’ydi. 1700`lerin sonlarına doğru icat edilen ve kömürle çalışan buhar makinaları ise talep patlamasının arkasındaki en önemli keşiflerden biri oldu.

İnsanoğlu, seçimini sanayileşmeden yana yapmıştı ve kömür kullanmaktan başka çaresi yoktu.
Kömürün, Dünya’da tüketilen enerji kaynakları içerisindeki payı hızla arttı ve on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar yüzde 20’nin altındayken yirminci yüzyılın başlarında yüzde 60’lar düzeyine kadar tırmandı. Ulaştırma ve demir-çelik başta olmak üzere pek çok endüstrinin vazgeçilmez girdisi haline geldi. Giderek, ısınmada çok daha yoğun olarak kullanılmaya başlandı.

Pek çok tarihçi tarafından Sanayi Devrimi’nin merkezine yerleştirilen kömür, özellikle on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren dünya ekonomisi üzerinde belirleyici bir rol oynadı ve günümüzün gelişmiş ülkelerinin yükselişleri, petrolün devreye girişine kadar, neredeyse sadece kömüre bağımlı oldu.

II. Osmanlı’nın kömürü

Bir tarım toplumu olan ve gelişmiş bir sanayisi bulunmayan Osmanlı İmparatorluğu’nun kömüre olan talebi ise, on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında yelkenden buhara geçmekte olan donanmasının ve Tophane, Darphane, Tersane gibi tesislerinin ihtiyacından kaynaklandı.

Söz konusu ihtiyaç, büyük oranda yurt dışından yapılan ithalat suretiyle karşılanıyordu ve bu da Osmanlı Hazinesi üzerinde ciddi bir yük oluşturmaktaydı. Söz konusu yükün azaltılması için çareler arayan “Tersane Ümerası”, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde maden kömürünün aranıp bulunması maksadıyla, o dönemde her tarafa haberler gönderdi.

Sonunda, imparatorluğun ilk kömürleri; Sultan I. Mahmud zamanında Fransız asıllı Humbaracı Ahmet Paşa tarafından 1731 yılında Saraybosna’da, daha sonra Sultan III. Mustafa zamanında, yine Fransız kökenli Baron François de Tott tarafından 1774 yılında İstanbul civarında Yedikumlar mevkiinde bulundu.Bulunan her iki oluşum da linyit kömürüydü.
İlk önemli taşkömürü rezervleri ise 1829 yılında Zonguldak Havzası’nda bulundu. Bulunan kömür, 1848`den itibaren işletilmeye başlandı.

III. Soma’nın keşfi

Yıllar sonra yeni rezervlerin bulunmasıyla Türkiye’nin en büyük kömür havzalarından biri haline gelecek olan Soma’da kömürün keşfi ise Zonguldak’tan yaklaşık 35 yıl sonra, 1863-1864 yıllarına rastlar. Osmanlı Hükümeti, o yıllarda yörede bulunan madeni incelemek üzere Soma’ya bir araştırma grubu gönderir.İnceleme sonucunda, yüzeyde bulunan kömürün “maden kömürü” değil, ısıl değeri düşük bir “linyit türü” olduğu ve derinlere inildiğinde daha kaliteli kömürlerin bulunabileceği tespiti yapılır.

O tarihlerde, Osmanlı Hükümeti, daha yüksek ısıl değere sahip olan taşkömürlerinin peşindedir. Bu nedenle, Soma linyiti, yöredeki pamuk fabrikalarında kullanılmak üzere açık artırmayla bir yıllığına fabrika sahiplerine verilir. Kısa bir süre devlet tarafından da işletilen Soma kömürü, daha sonra geçici olarak Yanako Efendi`ye, sonrasında 1890 yılında İzmirli ailelerden Hacı Raşid ve Mehmet Nuri Efendilere ihale edilir.

Soma`nın Tarhala (Darkale) Köyü`nde keşfedilen linyitin imtiyazı ise, 1914 tarihli bir fermanla 99 yıllığına Osman Efendi ve ortaklarına verilir. Osman Efendi, kendisinden önce yüzeyden toplanılan kömürü, savaşlar nedeniyle erkek nüfus kıtlığında kadınların çoğunluğunu oluşturduğu 20-25 kadar işçisiyle kuyu inerek çıkarır.Kömürün en ilkel yöntemlerle üretildiği o tarihlerde, gaz ölçümlerini de serçe ya da kanarya gibi kuşları kullanarak yaparlar. Birinci Dünya Savaşı sırasında çıkarılan kömürün büyük bölümü ordunun ihtiyaçları için develer ve katırlarla istasyona taşınır ve trenlerle nakledilir.

O dönemde, kömür madenlerindeki çalışma koşulları insanlık dışıdır. Zonguldak Havzası’nda olduğu gibi Soma’da da madenciler son derece düşük ücretlerle en az 10-12 saat ve bazı durumlarda daha uzun sürelerde çalıştırılırlar. Zorla çalıştırma ve çocuk işçiliğison derece yaygındır. Güvenlik önlemleri ve teçhizatı yetersizdir. Soma kömür ocaklarında, ölümler hiç eksik olmaz.
Osmanlı Dönemi’ndeki madencilerin çalışma koşullarıyla ilgili önemli eserler veren Donald Quataert’e göre; “Osmanlı işçilerinin işle ilgili yaralanma ve ölüm riski Batı Avrupa’daki ya da ABD’deki muadillerinden beş ila yirmi beş kat daha fazladır.”Buna karşın, iş güvenliği denetimleri ise neredeyse yoktur.

O tarihlerde Soma’daki kömür işçileri, ocak sahibinin derme çatma baraka ya da toplu yatakhanelerinde sağlıksız koşullarda barınırlar ve yiyeceklerini de köylerinden getirirler. Madencilikte “kesenecilik” denilen ve Soma’daki olayın sonrasında tarım ya da ormancılık sektörüne özgü “dayıbaşılık” terimiyle gündeme gelen iş yaptırma yöntemi, Zonguldak’ta olduğu gibi Soma’da da son derece yaygındır. Ahmet Naim, “keseneciliği”, on dokuzuncu yüzyıl sonlarında Zonguldak kömür havzasında çalışmaya başlayan madenci Ethem Çavuş’un hatıralarından aktarır : “(Ereğli) Şirketi, bir müddet sonra ”kesenecilik” ya da “götürücülük” diye bir usul ortaya attı. Bu usulü çıkarına uygun bulan şirket işçiye dedi ki: “Verdiğim işi yap bitir ve gündeliğini hak et!” Verilen iş, normal bir iş gününde verebileceğinin çok üstünde hesap ediliyordu. Mesela kaya gibi sert bir kömür damarında çalışan üç kişilik ekibe; “Bugün 20 araba vereceksiniz” deniliyordu. Oysa o damardan üç kişinin bir günde 20 araba vermesi imkânsızdı. Buna rağmen işçi canını dişine takıyor; ne yapıp ediyor, yevmiyeyi makaslatmıyordu. Makaslatmıyordu ama aşırı çalışmaktan işgücü kısa müddet içinde tükeniyor, çoğu hasta ve yarı deli bir durumda ocağı terk ediyordu. İşe talep fazla olduğu için işçinin kısa bir müddet çalışıp iş göremez hale gelmesi kumpanyanın hoşuna gidiyordu…

İşçi bu arada “hile” yapmasını da öğrenmişti. Ama nasıl hile! Verilen işi zamanında çıkaramayanlar, bu defa çok tehlikeli yerlerden kömür çıkarmaya başlamışlardı. Kardan başka bir şey düşünmeyen şirketin bile kömür alınmasına müsaade etmediği yerlerden gizlice kömür kazılıyor, gündelikler “hak” edilmeye çalışılıyordu. Şirket, gitgide işine öyle geldiği için buna göz yumdu. Ve çoğu zaman karşılığını canlarıyla ödeyen işçiler, bu defa şirketin emriyle tehlikeli yerlerden kömür çıkarmaya başladılar.”

“Kesenecilik” ya da “dayıbaşılık” sistemi, Soma olayı ile tekrar gündeme geldi. İddiaya göre; ocaktaki işçiler ekipler halinde dayıbaşı denilen kişiler tarafından işe alınmışlar, ocakta o kişinin emrinde çalışmışlar ve ücretlerini de ondan almışlar. İşçiler ne kadar çok çalışırlarsa, bu dayıbaşılar da işverenden o kadar çok prim kazanmışlar. Bu iddianın doğruluğu, elbette araştırılacaktır. Bununla beraber, yüz yıl önceki vahşi çalışma yöntemlerinin yirmi birinci yüzyıl Türkiye’sinde hala uygulanmakta olduğu şüphesi bile yeterince rahatsız edicidir. 

e-Posta: nejattamzok (at) yahoo.com




DİPNOTLAR: 

(1) Enver Z. Karal. 1995. Osmanlı Tarihi, Cilt VI, 5. baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu, s. 244-245.
(2) Şerife Yorulmaz. 1998. Türkiye`de Kömürün Keşfi ve Kömür İşletme İmtiyazları (1829-1937). Türkiye 11. Kömür Kongresi Bildiriler Kitabı, 10-12 Haziran 1998, Bartın-Amasra, s. 283-298.
(3)Mustafa Küçükkayapalı. 1999. Osman Ağa Diye Biri. Maden Mühendisleri Odası Madencilik Bülteni, Nisan-Mayıs 1999, Sayı: 57.
(4) 1921 yılına kadar yürürlükte kalan 1867 Nizamnamesi 13 yaşındaki erkek çocukların yeraltı işlerinde çalıştırılmasına izin veriyordu.
(5) Donald Quataert. 2006. Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet: Zonguldak Kömür Havzası 1822-1920. İstanbul, s. 255.
(6) Ahmet Naim. 1934. Zonguldak Havzası (Uzun Mehmet’ten Bugüne Kadar). İstanbul, s. 21-131.

YARIN: MİLLİ MÜCADELE MADENLERİ VE KÖMÜR İŞÇİSİNİ İHMAL ETMEZ