Nicht die Quantität sondern die Qualität zählt

Hasan YİĞİT

Geçtiğimiz günlerde Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ (TEDAŞ) işletmeye alınan güneş santrali kurulu gücünün 162 MW ve onaylanan proje sayısının 1000 MW üstünde olduğunu açıklamıştı.

Ama Almanca`da “Nicht die Quantität sondern die Qualität zählt” diye bir deyim vardır. Türkçesi özetle şöyle: Miktar değil kalite önemlidir.

Şimdi bu deyimin buradaki anlamı nedir diye düşünüyorsunuz. Çok anlamı var.

Öncelikle, maalesef yatırımcı ekstra masraflardan çok kaçıyor. Geçenlerde sohbet ettiğimiz bir iş adamıın, kaliteli malzeme ve çözüm içeren teklife değil de, düşük kaliteli ürün kullanılan teklife yöneldiğine bizzat şahit oldum.

İşin ilginci şu: Üç yıl önce büyük futbol kulüplerinin bir yemeğinde düzenlenen açık artırmada, futbolcuların imzasını taşıyan bir topa 30 bin TL ödemiş bir şahıstan söz ediyoruz.

Eğlencede ve yemekte “pazarlıksız” kaliteye önem veren bu iş adamları, iş güneş santrali yatırımına gelince neden bu titizliği göstermiyorlar, anlamakta güçlük çekiyorum.

Yukarıdaki Almanca deyimde geçen "kalite"nin bir bölümüne böylece cevap vermiş oluyoruz herhalde.

Peki işletmeye alınmış GES’lerin kaç tanesi kaliteli diyebiliriz? Bunu kendimize sormalıyız. Ayrıca bu düşük kalitel ya da kalitesiz konfigürasyon GES’i kuran ve teklif veren EPC şirketi rahat uyuyabilecek mi? Bu da başka bir soru!

Sorun sadece bunlarla bitmiyor. Santralin verimli çalışması ve riskin düşürülmesi için yapılması gereken başka önemli harcamalar da var. Çoğu yatırımcı maalesef bunlardan da kaçıyor. Veya çoğu zaman yatırımcının “danışmanı” ve EPC firması, bu kalemleri fizibiliteye koymuyor, yatırımcıyı doğru bilgilendirmıyor.

Peki nedir bu kalemler?

Birincisi kaliteli ve periyodik bakım anlaşması... Bu hizmetlerin de merdiven altındaki elektrik teknisyeni Ahmet Abi`den değil de, profesyonel ekiplerden alınması şart. Yoksa 5 yıla kalmaz, kurduğunuz santral, kalite sorunu nedeniyle çok büyük üretim kaybı vermeye başlar. En kötüsü de sistem kendi kendisine Black-Out notkasına getirir, yani çöker...

İkincisi, maalesef çoğu santral işletmecisinin hiç hesaba koymadığı bir kalem: Güneş enerjisi santralinin temizliği... Bu da periyodik bakım gibi çok önemli ve profesyonel ekiplerden yapılması şart.

Çoğu santrallerin çeşme suyu, dere suyu ve sondaj suyu gibi sıvı türleriyle temizlendiğini görüyoruz. Ayrıca bu temizlik işini daha çok, santralin bulunduğu bölgeden elemanların yaptığını... İşte bu da çok yanlış ve hatalı bir yöntem.

Panellerin temizliği saf Su ile yapılmalı. Yoksa panellere büyük zarar verilir ve yıllar içinde büyük üretim kaybına (%30’a kadar) uğrayabilirsiniz.

İhmal edilmemesi gereken üçüncü bir nokta daha var. Daha kurulum aşamasında düşünülmesi gereken bir kalem bu: Yıldırım önlemi.

Yıldırım deyip geçmeyin. Çoğu yatırımcı ve EPC şirketleri, paratoner ile bunu yapıp geçmeyi tercih ediyor. Maalesef bu da ciddi bir hata. Çünkü yıldırım akımları, iletkenler (yer altındaki borular, kablolar v.s.) arasından geçtiği zaman yüksek indüklenmiş gerilim üreten manyetik bir değişim yaratıyor.

Bu da santralin içindeki yangın riskini arttırıyor. Peki bu riski nasıl azaltabiliriz? Tabii ki yine profesyonel bir şirketten yardım alara. Söz konusu riski, "Faraday kafesi sistemi" kurdurtarak minimize edebiliriz.

Tüm bunları anlattıktan sonra Almanların deyimini tekrar hatırlatalım:
"Nicht die Quantität sondern die Qualität zählt."
Ve soralım, santrallerimiz ne kadar kaliteli?