Madenciliğimiz salgını hasarsız atlatabilecek mi?

Dr. Nejat TAMZOK

İçinde bulunduğumuz yıla damgasını vuran iki önemli gelişme, Türkiye’deki pek çok ekonomik sektörü önümüzdeki dönemlerde ciddi şekilde etkileyecektir. Bunlardan ilki Covid-19 salgını nedeniyle ortaya çıkan küresel ve yurtiçi ekonomik daralmadır. Diğeriyse salgın sürecinin etkisiyle dış ticarette korumacılık yanlısı görüşlerin giderek daha fazla uygulama alanı bulmasıdır.

Her ne kadar son günlerde etkisini yitiriyor gibi görünse de salgının bundan sonraki gelişimine ilişkin belirsizlikler henüz tam olarak ortadan kalkmış değil. Giderek sönümlenecek mi yoksa arkasından başka dalgalar da mı gelecek kesin olarak bilinmemekte. Bununla beraber, salgının küresel ekonomide bugüne kadar yaptığı tahribat dünyanın daha önce karşılaştığı ekonomik krizlere göre daha derin olacak.

Küresel ekonomik daralmanın şiddetiyle ilgili pek çok tahmin yürütülmekle birlikte, 2020 yılı için en azından eksi yüzde 3-4 civarında olacağı ve salgın sonrası normalleşmenin uzun zaman alacağı yönündeki tahminler ağırlık kazanmakta. Dünya ticaretinin bu yıl en iyimser olasılıkla yaklaşık yüzde 10 gerileyeceği, paranın gelişmiş ekonomilere doğru kaçacağı, özellikle gelişen ekonomilerde işsizlik ve yoksulluğun tavan yapacağı sıkça dile getirilen diğer olumsuzluklar arasında. Benzer şekilde, ekonomisinin bu yıl yüzde 3-4 oranında küçüleceği tahmin edilen Türkiye’nin de bu olumsuzluklardan payını alması şüphesizdir.

Bir taraftan tüm dünyada daralma yaşanırken diğer taraftan salgın koşullarında ülkelerin kendi kendilerine yeterliliği sorgulanmakta ve bu noktadan hareketle dış ticarette korumacılık eğilimleri giderek öne çıkmakta. Salgın öncesinde de sıkça gündemi işgal eden bu yöndeki görüşler, -döviz kurlarında meydana gelen yüksek artışların da etkisiyle- uzun süredir Türkiye’de “yerli ve milli” teması altında dile getirilmekte. Geçtiğimiz günlerde Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak "stratejik ve ülkemizde üretim imkânı olmayan ürünler haricinde artık ithalat eskisi gibi kolay olmayacak,” ifadeleriyle konuyu tekrar gündeme taşıdı. Bu yöndeki politika tercihi, söylem düzeyinde de kalmadı ve salgın döneminde yayınlanan cumhurbaşkanlığı kararlarıyla binlerce ürüne ek gümrük vergileri getirildi. Henüz bu yeni dış ticaret politikasının tam olarak belirgin olduğu söylenemez. Ancak “yurt içinde üretilebilen malların ithalatının zorlaştırılacağı” ifadesinden 1980 öncesi ithal ikameci politikaları hatırlamamak da mümkün değil.

Aktardığımız bu iki gelişmeden Türkiye madencilik sektörünün de olumlu ya da olumsuz yönde etkilenmesi kaçınılmazdır.

***

Türkiye madencilik sektörü, aslında salgın öncesinde de uzun süreli bir durağanlık içerisindeydi. Bir dönem sektörün lokomotifi olmuş mermer ve traverten gibi doğal taşların, demir ve nikel dışında metalik madenlerin, borlar ve trona dışında neredeyse tüm endüstriyel hammaddelerin üretimleri 2015 yılı sonrasında ya gerilemekte ya da yerinde saymaktaydı. Böyle olduğu için de Madencilik Üretim İndeksi’nde son beş yıldaki artış oranı sadece yüzde 17 düzeyinde kaldı. Bu artışın kaynağında, yukarıda saydığımız demir, nikel, bor ve trona dışında kum, çakıl gibi “yükte ağır pahada hafif” inşaat hammaddeleri ile linyit bulunmakta. Sonuçta, madenciliğin 2013 yılında 10 milyar dolar civarında olan Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya olan katkısı 2018 yılına gelindiğinde -kurun da etkisiyle- 8 milyar dolar civarına kadar gerilemişti.

Üretimlerde uzun süredir görülen durağanlık ihracat tarafında da söz konusudur. 2000-2013 yılları arasında yaklaşık 9 kat artan madencilik ihracatı 2013 yılından itibaren tek bir yıl haricinde her yıl gerilemiştir. 2019 yılı ihracatı 4,1 milyar dolar seviyesindedir ve bu rakam toplam üretim değerinin yaklaşık yarısına karşılık gelmektedir. İthalat ise 2018 yılında 4,7 milyar doları tek başına kömür olmak üzere toplam 6,7 milyar dolar düzeyindedir.

Salgının madencilik ihracatı üzerindeki etkisi çarpıcıdır. Bu yılın ilk 5 aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 15 oranında gerilemiştir. Söz konusu dönemde ihracat kayıpları borlarda yüzde 36, kromda yüzde 54, doğal taşlarda ise yüzde 20 civarındadır. Bununla birlikte, bu rakamların, salgının ihracat üzerindeki etkilerini tam olarak yansıtabildiği söylenemez. İhracatı olumsuz etkileyecek bir talep daralması olduğu açıktır ama önceki krizlerden farklı olarak bu defa salgın nedeniyle dünyada pek çok maden işletmesi üretimini durdurmak ya da sınırlandırmak durumunda kalmış, ayrıca dağıtım kanallarında aksamalar olmuştur. Dolayısıyla arz tarafında da bir geri çekilme söz konusudur. İlk beş aylık dönemde nikel, demir ve bakır gibi cevherlerin ihracatında görülen yüksek oranlı artışlar muhtemelen bu nedenden kaynaklanmaktadır.

Salgının Türkiye madencilik sektörü üzerindeki gerçek etkileri tüm dünya ekonomileri açılıp arz tarafındaki sınırlamalar tamamen ortadan kalktığında görülebilecek, yeni dönemde ortaya çıkacak olan arz talep dengesi belirleyici olacaktır. Bununla birlikte, salgın öncesinde de kriz yaşayan sektörün işi çok kolay görünmemektedir.

Türkiye, maden ihracatını kabaca yüzde 30 Çin’e, yüzde 30 Avrupa Birliği ülkelerine ve yüzde 10 ABD’ye yapmaktadır. Çin ekonomisindeki hızlı geri dönüşün Türkiye için olumlu olacağı söylenebilir, ancak büyümesi son 10 yılda neredeyse yarıya yakın gerileyerek yüzde 6’lara kadar gelen Çin’deki hammadde talebinin bundan sonra da eski hızında olmayacağını söylemek kehanet olmaz.

Salgın nedeniyle en yüksek daralmaların yaşandığı ABD ile Avrupa Birliği ülkelerine ihracat yapmakta olan maden işletmelerinin ise ciddi olumsuzluklar yaşayacağı son derece açıktır. Bu noktada maliyetler elbette belirleyici olacaktır.

Türkiye madencilik sektöründe gerek yatırım malları gerekse işletme giderleri bakımından yüksek oranda bir dışa bağımlılık söz konusudur. Dolayısıyla sektörün maliyetleri döviz kurundaki dalgalanmalardan ciddi ölçüde etkilenmektedir. Kurdaki artışların yanı sıra sektörün ithal girdileri üzerine doğru planlanmadan konulacak yükler, rekabet şansını büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır.

Bununla birlikte, Türkiye madencilik sektörünün en önemli sorunlarından biri, üretilen cevherlerin büyük bölümünün katma değeri yüksek ürünlere dönüştürülmeden ham olarak yurt dışına ihraç edilmesidir. Aynı cevherler yarı mamul ve mamul maddeye dönüşmüş olarak misli fiyatlarla ülkeye geri dönmektedir. Bu bakımdan, maden cevherlerinin ithal edilmesine değil tam tersine işlenmeksizin yurt dışına ihraç edilmesine sınırlama konulmalı, yerli ve ithal madenlerin mümkün olduğunca ucuza temin edilerek yerli sanayide kullanılabilmesi teşvik edilmelidir. Ayrıca, maden işletmelerinde kullanılan makina-ekipman ve malzemelerin yurt içinde üretilmesine yönelik sanayilerin geliştirilmesi de aynı ölçüde önemlidir. Türkiye, madencilik politikasını bu çerçevede yeniden gözden geçirmeli, yeni hedef ve stratejiler tanımlamalıdır.