Koronavirüsün enerji sektörüne olası etkileri

Mehmet ASLAN

İddialı konuşmak ne mümkün, bu koronavirüs hikâyesi bütün rasyonel hesapları allak bullak etti. Şu sırada, bol vaktimin elverdiği ölçüde ulaşabildiğim en akıllı insanlar bile “Dünya nereye doğru gidiyor?” sorusuna açıkça ve mertçe, hiç tereddütsüz “Bilmiyorum!” diye cevap veriyor. Hiç kimsenin de bu soruya kesin bir cevap verebileceğini zannetmiyorum. Bu yüzden, bu yazıda ele alacağım konuların da tamamen amatörce bir zihin jimnastiği olarak değerlendirilmesini diliyorum.

Aylardır okuya-dinleye artık ezberledik. Bu son salgına yol açan Covid-19 isimli nesne çok “demokratik” bir virüs: Din-iman, ırk-millet, zengin-fakir, kadın-erkek ayrımı yapmadan herkesin yakasına yapışabiliyor. Bir tek gençlere fazla zarar vermiyor, hele çocuklara neredeyse hiç dokunmuyor. (Bence, tek güzel tarafı da bu kâfirin!) Ama benim gibi ileri yaşlardaki ve ilâve olarak kalp, şeker vs. gibi kronik hastalığı olan insanları yakaladı mı önce hastanelik ediyor, sonra da önemli bir yüzdesini öldürüyor.

Şimdi burada virüsün ve hastalığın, konumuz açısından çok önemli iki özelliğini belirtmek gerekiyor.

Virüs genellikle insandan insana, yakın temasla veya öksürük-aksırık yoluyla ama bazen günlerce hiç belirti vermeden bulaşıyor ve bu durumda dahi diğer insanlara bulaşmaya devam ediyor.

Virüs vücuda girdikten bir süre sonra akciğerlere yerleşerek zatürreeye yol açıyor. Bu durumdaki hastalara mutlaka suni solunum desteği verilmesi gerekiyor. Yoksa hasta yeterli oksijen alamadığı için boğularak ölüyor. Suni solunum için de pahalı cihazlar ve bu konuda eğitilmiş tecrübeli doktor ve hemşireler gerekiyor.

Bu şartlar altında, bir yol ayrımına geliyoruz ve çok kritik bir seçim yapmak zorunda kalıyoruz: Ya ekonomiyi kurtarmak için yaşlı ve hasta insanları feda edeceğiz ya da onları kurtarmak için ekonomiyi şimdiye kadar görülmemiş bir darboğaza sokacağız. İkisinden biri! İstediğimiz kadar kıvırtalım, başka bir ara çözüm yok!

Çünkü virüsü doğal haline bırakırsak son hızla, geometrik artışla bulaşıyor ve bir süre sonra o kadar çok hasta oluşuyor ki, hiçbir ülkenin ne yoğun bakım yatağı, ne uzman doktor ve hemşire sayısı bunu karşılamaya yetmiyor ve sağlık sistemi iflâs ediyor. İngiltere’de daha şimdiden, o noktaya gelindiğinde doktorların hangi hastaları ölüme terk edeceklerine, yani göz göre göre boğularak can vermelerine nasıl karar vereceklerine dair genelgeler hazırlanmaya başlamış bile.

Ama “koyun can derdinde kasap et derdinde” misali, Boris Johnson gibi hâlâ ekonomiyi kurtarmaktan söz edenler de olsa dahi, dünyanın büyük bir bölümü henüz insanlıktan çıkmamış olmalı ki, bu kırımı engellemek için her türlü tedbirin alınmasını istiyor. Bunun tek çaresi de, salgının yayılma hızını düşürmek ve olayı zamana yaymak. Bu şekilde, hasta sayısındaki artış hızı kontrol altında tutulabilir ve sağlık sistemi bu büyük hasta yığılması karşısında ayakta kalabilir.

Ama salgının yayılma hızını düşürmek için, şu anda ülkemizde uygulanmakta olan ve altı doldurulmadığı için platonik kalan “sokağa çıkmayın!” çağrılarının çare olmadığı ve olamayacağı açıkça görülmektedir. Tek çare, hiç vakit kaybetmeden askeri disiplinle uygulanacak genel bir sokağa çıkma yasağıdır. Fakat o zaman da “corona’dan ölmesek açlıktan ölürüz” diyenler çıkabilir. Haklıdırlar. Çünkü halkın çok büyük bir bölümü günübirlik yaşayan insanlardan oluşmaktadır. Bu insanları evlerine sokan iradenin, onları çoluk çocuklarıyla birlikte besleyecek tedbirleri de acilen alması zorunludur.

Bu durumda ise ülkenin bütün imkânlarının ve üretici güçlerinin diğer alanlardan çekilerek bu insanların minimum düzeyde dahi olsa beslenmesi ve bir yandan da sağlık sisteminin ihtiyaç duyacağı ekipmanların acilen üretimi için seferber edilmesi gerekir.

Şahsen yaşlı bir insan olarak ben hayırlı evlatlara sahipmişim demek ki, esas olarak onların zorlaması ile yaklaşık on gün kadar önce eşimle birlikte ayrı ve küçük bir eve yerleştirildik ve onların erzak vs. temini ile dışarıya burnumuzu bile çıkarmadan tam bir karantinada yaşıyoruz. Bu tür epeyce tasarruflu bir yaşantıya, pek cüzi emekli maaşımız bile pekâlâ yetmektedir. Ama bu imkânlara dahi sahip olmayan pek çok insanımız var.

Diğer yandan, bu ülkede bu kriz ortamında hemen doktoruyla-ahçısıyla birlikte adasına göç eden veya yalısının boğaza nazır bahçesinde bisiklet sürüp bunun fotoğrafını da instagram gibi yerlerde paylaşan mutlu vatandaşlarımız da var. O zaman, tasada ve kıvançta birlik olan bir milletin mensupları olarak, genel bir sokağa çıkma yasağını finanse edebilmek için onların servetlerinin bir miktarını bu yolda harcamak her halde isabetli bir tasarruf olabilir. Hem zaten o servetlerin çok büyük bir bölümü, şimdi can derdine düşmüş bu milletin alın terinden kazanılmış değil midir? Korona gelip geçtikten sonra ise bu hayırsever vatandaşlarımızın da halk arasına karışarak tıpkı onlar gibi “bir lokma-bir hırka” sade bir hayat sürmeleri sanırım onların titreyip kendilerine gelmeleri için de bir fırsat olacaktır.

Her neyse, bütün ülkelerde gidiş o yöne doğru hızla evriliyor gibi görünüyor. Sadece şu an için değil, belki de çok uzun bir zaman için bizim ülkemize en ufak bir yarar sağlamayacak olan şu Otomotiv-Turizm-İnşaat-Tekstil sektörlerinin bu kriz ortamında çöküp dağılması acaba bize ne kaybettirir? Şahsen ben, pek çok yurttaşımız gibi, dolabımdaki elbiselerle bir on yıl daha idare edebilirim. Pek ahım şahım olmasa da arabam ve evimle de bir o kadar. Eh, bu süre zarfında, uçaklara atlayıp, o bir takım sonradan görmelerin zıkkımlanıp tepinmeleri için yapılmış turistik otellere de uğramayıversem kıyamet mi kopar? Ama, sadece kendim için değil, benim gibi yaşı kemâle ermiş pek çok muhteremin hayat hakkını savunmak elbette ki benim için bütün bunlardan çok daha önde gelir.

Aklıselim sahibi yöneticilerimizin de böyle düşüneceklerine eminim. Gereken tedbirleri acilen almaları halinde ise hayatın yavaşlamasının da sayesinde, enerji sektörünün de pek çok lüzumsuz yükten kurtularak ferahlayacağını düşünüyorum. Benzer tedbirlerin ilâve bir etkisi de, bütün ülkelerde sera gazı emisyonlarının azalması ve iklim değişikliği felaketinin önlenmesidir. İster istemez aklımı kurcalıyor: Sakın bu virüsün esas ortaya çıkış sebebi de doğanın bir tür kendini koruma refleksi olmasın? 

Öyle sanıyorum ki, Korona’dan sonra hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak. 19. yüzyılda bir işçi lideri şöyle demişti: “İşçilerin kapitalizmi mahvetmek için fazla bir şey yapmalarına gerek yok. Kollarını kavuşturup dursunlar, yeter!”

İşte, Avrupa başta gelmek üzere bütün ülkelerde sermaye düzeninin bir nevi mütemmim cüzü haline gelen işçilerin bir türlü başaramadığı şeyi, tâ Çin’den-Maçin’den gelen ne idüğü belirsiz bir virüs başarıyor: Onları, kollarını zorla birleştirerek evlerine sokuyor. Hem de görünen o ki, epeyce uzun bir süre ile. Bu inanılmaz sarsıntının yaratacağı sonuçlar da uzun süre tartışılacağa benziyor.