Türkiye`de yıllık kömür tüketimi 104 milyon ton. Bunun 80 milyon tonluk kısmı yerli kömür. 24 milyon tonluk kısmı ise ithalatla karşılanıyor.
Kömürün elektrik üretimindeki payı, gelişmiş ülkelere oranla düşük. Ancak hükümetin hedefi, yerli kaynakların elektrik üretimindeki payını artırma doğrultusunda kömüre dayalı santral yatırımlarının da hızlandırılması.
Bunun için mevcut kömür sahalarını, santral kurup elektrik üretmeleri şartıyla 30 yılllığına özel sektöre devrediyor. Yani elektrik dağıtım özelleştirmelerinden sonra üretim özelleştirmelerine ağırlık verilirken, kömür sahaları burada çok önemli bir yer tutuyor, tutacak.
Bu çalışmalar, Türkiye`de 70`li, 80`li, 90`lı yıllardaki hava kirliliği nedeniyle "tu kaka" olan kömüre yeniden itibar kazandırdı. Benzeri bir süreç Avrupa`da da geçen kış ortaya çıktı. Ama onun nedeni başka. Doğalgaz fiyatlarındaki artış, krizin üzerine tuz biber ekince Avrupa`daki pek çok hükümet, sessiz sedasız kömür kullanımının artırılmasına yol açacak adımlara imza atmaya başladı.
Bu durumda Avrupa`daki hükümetlerin çevreciliği tümüyle unuttuğunu söyleyebilir miyiz? Tabii ki hayır. Ama Avrupa başkentlerinin bu konuda geldiği noktayı "zor oyunu bozar" deyimi çok iyi anlatıyor. Bu arada Avrupa Birliği`nin temellerinin kömürle atıldığını da bir not olarak buraya düşelim: Yaşlı kıtayı bugünkü AB`ye ulaştıran yola, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu`nun kuruluşuyla çıkılmıştı.
Kömür kullanımında artışa yol açan gelişmelerden hareketle, Avrupa başkentlerine kara çalmak doğru olur mu? Zaten yaşlı kıtada son 30 yılda yükselen çevreye duyarlı, iklim değişikliği tehdidini ciddiye alan, siyasette de oldukça etkin konumdaki yeşil hareketler, bu konularda hükümetlerin atabileceği bazı yanlış adımların önünde ciddi bir bariyer oluşturuyor.
Hatta dünyada son 25-30 yılda özellikle bazı alanlardaki teknolojik gelişmeler ve buluşlarla, bunların hayata geçirilmelerini dayatan tam da bu bariyerdir. Yani çevre duyarlılığıdır, iklim değişikliğinin yol açabileceği felaketlerle ilgili korkulardır.
Yine de "zor oyunu bozar" deyimini "zor korkuyu da alır" versiyonuyla aklımızın bir kenarında hep tutmakta yarar var. Ki ipin ucu kaçmasın... Zaten Avrupa`da özellikle kimi ülkelerde tüm bu çevre baskısına rağmen kömürün payı Türkiye`nin çok çok üstünde, bunu unutmayalım.
Sözünü ettiğimiz "yeşil baskı" ile sağlanan buluşların, geliştirilen teknolojilerin günlük hayatımıza yansımalarını, enerji verimli ürünlerin kullanımında görüyoruz. Ayrıca, tükettiğimiz enerjinin temiz kaynaklardan, temiz yöntemlerle üretilmesi de günlük hayatımızda gözümüze pek çarpmayan ama aslında bazıları gördüklerimizden çok daha önemli kimi yenilikler ve gelişmeler var. Temiz kömür santralleri de bunlardan biridir.
Kömür santralinin de temizi mi olurmuş demeyin. Eğer, "kömürü bırakın, tamamen yerin altında kalsın" diyorsanız size söyleyecek bir sözümüz yok. Avrupa`da kömür santralleri rehabilitasyon ihtiyacı içinde ve bunlar yapılıyor. Özellikle, doğalgaz fiyatları yüksek kaldığı sürece kömüre dönüş kaçınılmaz ise yapılmak da zorunda...
Türkiye ise kömürün elektrik üretimindeki payı zaten düşük olduğu için şanslı sayılabilir. Bundan sonra her biri özel sektör eliyle kurulacak santrallerin son teknoloji ürünü olması kaçınılmaz. Çünkü akışkan yataklı santraller, temiz yakma yöntemleriyle hem birim başına kömürden daha fazla elektrik üretiyor hem de atmosfere zararlı gaz salımını en aza indiriyor.
Özetle; kömüre iade-i itibarın, devletin elektrikte yerli kaynakların payının artırılması hedefi, yatırımcıların daha verimli santral kurma ihtiyacı ve çevreyi en az kirleten teknolojileri kullanma zorunluluğu sayesinde geldiğini söyleyebiliriz.