Elektrik dağıtımı tamamen özelleştirildi. Özel sektör oyuncularına denildi ki; Dağıtım bedelin kWh başına şu. Bölgendeki kayıp-kaçak oranlarını da aşağıya düşürdüğün ölçüde ekstra kârın olacak.
Dicle ve Vangölü elektrik dağıtım bölgelerinde kayıp kaçak oranı yüzde 75`lerin üzerinde. Peki bu oranın bir anda aşağıya çekilmesi mümkün mü?
Zannediyoruz, kaçak elektrik kullanımının önüne, dağıtım işini üstlenen firmaların geçebileceği düşünüldü. Bölgedeki dağıtım şirketleri yaz aylarında kaçak tüketimin üzerine gitmek üzere planlarını programlarını yaptılar. Geçmiş dönemdeki kayıp kaçak ve/veya parası ödenmemiş elektrikle ilgili faizleri affedip, ana paranın ödenmesini teşvik etmeye yöneldiler.
Ama havalar soğdukça sorunun başka boyutları da ortaya döküldü. Bir kere, bu iki bölgedeki kaçak kullanımın geldiği nokta, Türkiye`nin tüm enerji iletim ve dağıtım şebekesindeki kalite çıtasını aşağıya çekebilecek düzeyde. Şebekedeki frekans dengesini, uluslararası standartlarda tutabilmek için iyi yönetilmesi gerekiyor. Ancak normal dönemlerde 150 kWh elektrik tüketen bir abonenin, kışın bu rakamı 1000 kWh seviyesine çıkarttığına tanık olunuyor. Benzeri bir durum, yaz sıcağında klimaların aşırı çalıştırılmasında da gözleniyor. Her ikisinin nedeni de temelde aynı. Elektriğin parasının ödenmemesi, ödenmek istenmemesi.
Gazete ve televizyon haberlerine bakılırsa, sorunun boyutu, bu bölgelerdeki dağıtım şirketlerinin tek başlarına başa çıkamayacağı kadar büyük. Çünkü bırakın kaçak kullananların elektriğinin kesilmesini, aşırı talep nedeniyle yaşanan trafo arızalarının giderilmesi için harekete geçen dağıtım şirketi personeli saldırıya uğruyor. Yer yer dağıtım şirketi ofisleri ve merkezleri basılıyor.
Tepkilerin görünen gerekçelerinden biri de sıklaşan elektrik kesintileri. Aslında kesintilerin nedeni de yine parası ödenmediği için elektriğin aşırı tüketilmesinden başka bir şey değil.
Bu bölgelerde geçmişten bu yana genel bir alışkanlık haline gelmiş olan kaçak kullanımdan vatandaşı vazgeçirmek öyle bugünden yarına başarılabilecek bir iş gibi görünmüyor. O yüzden dağıtım şirketleri yerel otoritelerin, belediyelerin, kamu kurum ve kuruluşlarının, öğretmenlerin, imamların desteğini sağlamak zorunda.
Belediyelere de hangi partiden olursa olsun büyük iş düşüyor. Ama tabii bence en büyük rollerden biri de BDP`li belediyelerde. Çünkü belediyelerin çoğunluğu BDP`li. Diğeri de iktidardaki AK Parti`nin belediyeleri.
Belki bu sorunun çözümü için önce belediye başkanları ile diğer yetkililerin de bilgilendirilmeye, bilgilenmeye ihtiyacı var. Örneğin, Diyarbakır ve Hakkari`den elektrik şebekesine yönelik aşırı tüketim talebinin, Türkiye`nin her yerindeki arz-talep dengesini sarstığını söyleyelim. Bu sarsıntının, şebekedeki frekans değerlerini bozarak Türkiye`nin komşularıyla elektrik ticareti yapmasının bile önüne geçebileceğini de bilelim.
Sık sık bölge partisi olmakla eleştirilen, ancak Türkiyepartisi olma iddisındaki BDP`nin bu iddiasını ortaya somut şekilde koyabileceği bir sorun var ortada. Bu sorunun çözümünde sunabileceği katkı, tıpkı aile içi şiddet ve kadın cinayetlerinin önlenmesi konularında yaptığı katkıda olduğu gibi, BDP`ye tüm ülke genelinde, daha fazla sayıda seçmen nezdinde bir güvenilirlik kazandıracaktır.
İşin özeti şu: Türkiye`de elektrik nerede ve nasıl üretilirse üretilsin, şu anda bütün ülke sathında her vatandaşa eşit bir fiyattan satılıyor. Kayıp kaçak oranının en yüksek olduğu yerde de, en düşük olduğu yerde de herkese aynı fiyat uygulanıyor.
Tabii fakirlere daha düşük elektrik fiyatı uygulansın denilebilir. Ve bunun bir çaresine bakılabilir, ki elektriğin bedelsiz bir hizmet olmadığı algısının bölgede yerleştirilmesi için böyle bir uygulama tüm ülkede devreye sokulabilir. Bir yıl kadar önce, benzeri bir öneriyi, "kömürü dağıtan elektriği de öder" başlıklı bir yazıyla dile getirmiştik. Hatta kaçak elektrik kullananları savunmakla bile suçlanmıştık.
Ama o tarihten bu yana pek bir gelişme olmadı... Şimdi herkes düşünmeli ve üzerine düşeni yapmalı.