Son yıllarda iklim değişikliği, gündemin değişmez maddelerinin başında geliyor. Çünkü iklimler ve ekosistemler üzerindeki değişimlerin yol açtığı doğal afetlerin sayısı giderek artıyor.
İklim değişikliğini insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük tehdit olarak kabul edenler de çoğalıyor, bu alandaki tartışma ve uyarıların dozu sertleşiyor. Bu kapsamda insan ya da ekosistem merkezli ekonomik ve sosyo-kültürel endişeleri içeren çok çeşitli görüşler ortaya atılıyor. İklim değişikliğinin sonuçlarından biri olarak iklimsel göç hareketleri de her geçen gün daha fazla konuşuluyor.
Esasında göç kavramı insanlığın bilinen tarihinin başından beri var olmuştur. Daha güvenli yaşam alanlarına ulaşma, besin kaynaklarına erişebilme ihtiyacı nedeniyle insanlar hep bir yerden başka bir yere göçmüştür. Ancak son 50-60 yılda insanların çevreye verdiği zararın doğanın kendisini onarabilme kabiliyetinin çok üzerinde olması sonucu iklime bağlı göçlerin yoğunluğu birtakım siyasi ve güvenlik endişelerine de yol açıyor. Bu nedenle literatürde “iklimsel göç” başlığı altındaki çalışmalara da yer verilmeye başlandı.
Peki iklim değişikliği göç hareketleri üzerinde nasıl etkili oluyor? Belirli aralıklarla yayınlanan IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change) raporlarına göre atmosfer ve okyanus sistemleri ısınıyor. Bu yoğun ısınmada çevresel etkenlerden çok insanların faaliyetleri rol oynuyor. Örneğin 5. IPCC Raporuna göre 1983-2013 yıllarını kapsayan dönem, son 1400 yıllık zaman dilimin en sıcak 30 yılı olarak belirtiliyor.
Birçok bilim insanı bu artışta artan endüstriyel faaliyetlerin etkisini sürekli vurguluyor. Bu sıcaklık artışına bağlı olarak Antarktika ve Grönland’daki buzullar erimiş, 19. Yüzyıldan beri en yüksek deniz seviyesi ile karşı karşıya gelinmiş durumda.
Atmosfer ve okyanuslardaki sıcaklık artışı, asidite değişikliği ekosistemler üzerinde yıkıcı sonuçlara yol açarken, birçok canlı türü ile insan sağlığını tehdit etmeye başladı. Ayrıca küresel ısınma sonucu kuraklığın artması da farklı ekosistemleri etkilerken insanların gıda ve geçim kaynaklarını da tehdit ediyor. Yine iklim değişikliğinin bir sonucu olarak sel, heyelan, kasırga gibi doğal afetler daha sık yaşanıyor.
Değişen bu iklimsel ve çevresel koşullar insanları göçe mecbur ediyor. İklim değişliği hakkında önemli çalışmalar yapan Norman Myers’e göre 2050 yılında dünya çapında yaklaşık 200 milyon iklimsel göçmen bulunacak. Bu insanlar, çok farklı nedenlerle göç etmek zorunda kalacak. Bu nedenlerden ilki olarak buzulların erimesiyle birlikte deniz seviyesinin yükselmesi olacak. Çünkü deniz seviyesinin yükselmesi, düşük rakımlı kıyı kesimlerde yaşayan insanların hayatını doğrudan tehdit ediyor. Örneğin Pasifik Okyanusu’ndaki Kribati Adalarında birkaç köy yükselen deniz suları nedeniyle tamamen sular altında kalmış durumda. Bu köylerin halklarının bir bölümü yüksek bölgelere kaçarken birçok çifti de geçim kaynağını kaybetti. Diğer bir örnek, yükselen deniz sularının bu yüzyılın sonlarına doğru sadece Sahel Bölgesi’nde 3 milyon insanın yaşamını tehdit edeceği gerçeği.
İklim değişikliğinin deniz ekosistemini tehdit altına alması da iklimsel göçe yol açacak gelişmeler arasında önemli bir yer tutuyor. Azalan ya da tamamen kaybolan balık türleri ve sayıları geçimini deniz ürünleri avcılığıyla sağlayan birçok toplum için pek çok endişe verici sonuçları beraberinde getiriyor. Örneğin halihazırda birçok siyasi ve ekonomik krizle mücadele eden birçok Afrika ülkesinin kıyı kesimlerindeki insanlar için balıkçılık gıda ve geçim kaynağı olarak hayati öneme sahip. İklim değişikliği yüzünden bu geçim kaynaklarını kaybeden balıkçılar ya başka yerlere göç edecek ya da suç ve terör örgütlerine katılmayı da kapsayacak şekilde yaşamını sürdürmenin yeni yollarını arayacaktır. Nitekim Nijerya ve çevresinde etkili olan Boko Haram ile Somali’de etkili El Şebab Terör örgütüne katılıp daha sonradan teslim olan birçok eski teröristin, daha önce balıkçılık ve çiftçilikle geçindiğini ama geçim kaynakları ortadan kalkınca mecburen örgüte katılmak zorunda kaldıklarını söylemleri, kayıtlara geçmiş durumda.
İklim değişikliğinin yarattığı diğer bir sonuç ise aşırı kuraklık. Kuraklık nedeniyle özellikle tarım ve hayvancılıkla geçinen toplumlar yaşamlarını sürdürebilmek için daha verimli yerlere göçüyor. Örneğin nüfusunun yaklaşık yüzde 80’i tarım ve hayvancılıkla geçinen Nijer’de Maradi, Tahova, Zinder ve Tillaberi kentlerinde yaşanan kuraklık ve gıda krizleri sonucunda birçok kişi Libya ve Nijerya’ya göç etti. Benzeri şekilde yakın tarihte Mali, Burkina Faso, Gana, Gine ve Liberya’dan da daha kolay yaşam şartlarına sahip olunduğu düşüncesiyle Fildişi Sahillerine yoğun göçler yaşandı. Bu yoğun göç hareketleri, büyük şehirlerde ve kıyı bölgelerde birçok yapısal çöküntü ile artan kriminal olaylara bağlı olarak güvenlik sorunları ve hatta yabancı düşmanlığına yol açabiliyor.
İklim değişikliğinin nedenleri ve sonuçları üzerinde uluslararası alandaki tartışmalar sürerken bu kez de “iklimsel göç” hakkında birtakım kavramsal tartışmalara rastlıyoruz. Bu tartışmaların büyük bir kısmı siyasi niteliğe sahip. En kritik tartışma konularından biri, iklim değişikliği sonucu yaşamlarını sürdürebilmek amacıyla yer değiştirmek zorunda kalan insanların nasıl tanımlanacağına dair. Bu insanlara “iklimsel göçmen” mi yoksa “iklimsel mülteci” mi denilecek? Soruya verilecek cevap, bu konuda alınması gereken önlemlerin kapsamını belirlemede önemli bir anahtar olacaktır.
Uluslararası hukuk açısından iklimsel göç kavramı ve göç fiilini gerçekleştiren kişiler incelendiği vakit ortaya bir “iklimsel göçmen” ve “iklimsel mülteci” ayrımı çıkıyor. İklimsel ve çevresel unsurları vurgulayan görüşün temsilcileri daha çok “iklimsel mülteci” kavramını öne çıkarıyor. Çünkü onlara göre “göçmen” kavramı “daha iyi bir yaşam standardına ulaşmak için gönüllü yer değiştiren bireyler” olarak tanımlanabilir. Bu nedenle göçmen kavramı mülteciye göre daha pozitif bir anlamda olup kavramın kullanılması iklim değişikliği ile ilgili mevcut durumun minimalize edilmesine hizmet edebilir.
Diğer yandan uluslararası hukukta mülteci statüsünü düzenleyen mevzuatın, göçü zorunlu kılan zaman, çevre ve iklim faktörlerinin göz ardı edilmesi, tartışmayı farklı boyutlara sürüklüyor.
Sonuç itibariyle, uluslararası sistemde iklim değişikliklerine yol açan eylemleri müeyyideye bağlayacak ve iklim yüzünden yerinden yurdundan ayrılan, ayrılmak zorunda kalanların haklarını düzenleyecek spesifik normların bulunmaması hukuksal ve politik alanda birçok tartışmayı beraberinde getiriyor. Bu nedenle uluslararası örgütler ve devletler, sınırları aşan iklim değişikliği tehdidi hususunda görüş birliğine vararak somut adımlar atmalı. Atılan bu adımlarda ulusal ve bireysel çıkar merkezli bir perspektiften ziyade, ekolojik, tüm insanlığın yararını gözeten sürdürülebilir kararlar alınması uzun dönemde daha işlevsel olacaktır.
İklimsel göçe neden olan unsurlar çeşitlilik gösterdiği için sorunun çözümü için de tek bir çözüm önerisi yoktur. Yapılan tartışmalarda da sık sık belirtildiği üzere zorunlu göçe iklimsel değişikliklerin yanında yapısal düzenlemeler, ekonomik göstergeler, savaşlar, başarısız/zayıf devletler ve toplumsal bileşenler gibi birtakım faktörler de etki edebiliyor. Bu kapsamda kırılganlığı yüksek ülke ve bölgeler, finansal ve teknolojik olarak uluslararası yardımlarla güçlendirilebilir. Ayrıca tarım ve hayvancılıkla geçinen ve iklimsel değişikliklerden daha çok etkilenen yerlerde “yeşil ekonomi” ve “mavi ekonomi” değerlerine bağlı yeni istihdam kaynaklarının oluşturulması da sorunun çözümüne katkı sunabilir.
Yine küresel ısınma ve iklimsel değişiklikler sonucunda yaşanacak afetlere bağlı göçü azaltmak için uluslararası koordinasyon çalışmaları, erken uyarı sistemlerini güçlendirme, alt yapı çalışmaları gibi girişimlerde bulunulabilir. Ancak bu adımlar iklimsel nedenlerle oluşan zorunlu göç ve sonuçlarının önüne geçmede asla yeterli olmaz.
Yakın gelecekte bireylerin, devletlerin ve uluslararası sistemin iklim temelli sorunlardan etkilenmemesi için bireysel önlemler yanında -ve hatta onlardan daha önemli olarak- hükümetlerin ve uluslararası örgütlerin ekolojik felsefeye haiz yeni yapısal ve politik kararlar alıp zaman geçirmeden uygulamaya geçirmesi elzemdir.