Hidrojen işinde dikkat edilmesi gereken bazı noktalar

H. Zafer ARIKAN

Değerli Okurlar,

Bazılarınız hatırlayacaktır, daha önce de Enerji Günlüğü’nde H2 üzerine birkaç yazı yazmış ve bazı değerlendirmelerimde ve önerilerde bulunmuştum. İzninizle, tekrar hatırlatmada bulunmak ve ortaya çıkan gelişmeler doğrultusunda kimi kaygılarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.  

Hepimizin gayet iyi bildiği gibi enerjide arz güvenliğinden bahsederken, mümkünse enerjiyi yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarından çeşitlendirerek sağlamayı ön planda tutuyoruz. Bu, bir taraftan ülkemiz ekonomisine olumlu katkılar sağlarken; diğer taraftan da ülke olarak insanlığa verdiğimiz karbonsuz bir dünya ve gelecek taahhüdümüzün de bir parçası. Bu açıdan, iklim değişikliğine olumlu katkısı olacak ve karbon salımlarını azaltacak her çalışma bizim için çok önemli ve değerli.

Son on yıldır hidrojen üretimi enerji dünyasında önemli bir yer işgal ediyor ve dünyanın dört bir tarafında pek çok araştırma yapılıyor; uygulama projeleri gerçekleştiriliyor. Bunlardan bazılarının sonuçları ise değişik endüstri kollarında uygulamaya çoktan geçti bile. Özellikle ciddi bir emisyon kaynağı olan havacılık endüstrisinde, birçok ARGE projesi hayata geçirildi ve geçiriliyor. Araştırmalar sıvı hidrojenin, aynı uçuş yolculuğu için gereken Jet A1 yakıtının yaklaşık üçte biri ağırlığında olduğunu ve bu büyük bir ekonomik avantaj sağladığını ortaya koymuş bulunuyor. Bu kapsamda AIRBUS firması, 2035 yılına kadar göklerde olması beklenen üç farklı konsepti geliştirmeye çalışıyor. Bunlardan hidrojenli olanı ZEROe ismini taşıyor. Ayrıca NASA’nın dokuz ayrı üniversitede desteklediği hidrojen yakıtlı değişik havacılık projeleri de devam ediyor.

Hidrojen çalışmaları hakkındaki kaygılarımıza geçmeden önce hidrojen değer zincirine bir göz atalım. Bu zincir esas olarak üç alana bölünebilir: 

Üretim, 

Depolama ve dağıtım, 

Tüketim. 

Her üç alan da emniyetin sağlanması, maliyetlerin azaltılması, düzenlemelerin(mevzuat)ve standartların karşılanması(garanti edilebilmesi) açısından ileri düzeyde bilgi birikimini (know-how) gerektiriyor. Bu eksik olduğunda da pek çok yanlış ve hata yapılabiliyor. Yapılan en büyük hataların başında da hidrojeni, doğalgazın yerine kullanılabilecek alternatif yakıt gibi değerlendiren ve onu doğalgaz değer zinciriyle aynı gören ve piyasa yapısını dikkate almayan bakış açısı geliyor. Oysa hidrojenin stratejik bir bakış açısıyla ele alınması; henüz gelişme aşamasında olması nedeniyle, geleceğin enerji piyasalarında oynayabileceği rol ve kullanım şekilleri açısından özel olarak değerlendirilmesi gerekiyor. 

Politika yapıcıların ve gerekli regülasyonları/mevzuatı hazırlayanların hidrojenin farklı hammaddelerden farklı teknolojilere dayalı (piroliz, elektroliz vb.) üretim süreçleri olduğunu iyi bilmesi gerekiyor. İkincisi, hidrojenin bilinen amaçlarla kullanımının yanı sıra, yakın ve orta gelecekte,  düşük katma değerli ısıtma ve elektrik üretiminde kullanımından çok katma değeri yüksek, örneğin ulaşım ve bazı endüstri uygulamalarının(havacılık yakıtı, enerji depolama, vb.) olabileceğinin farkında olması gerekiyor. Ayrıca hidrojenin bizzat kendisi de bazı kimyasal proseslerde, örneğin karbon yakalama ile birlikte sentetik yakıt üretiminde, bir hammadde olarak düşünülebilir. Zira, sentetik hidrokarbon yakıtlar yakın gelecekte net sıfır hedefine ulaşmakta önemli bir rol oynayabilirler.  

Öte yandan maliyetlere baktığımızda, yeşil hidrojen üretiminin çok da düşük maliyetli olmadığını görüyoruz. Bu nedenle en doğru yaklaşımın, yenilenebilir enerjiden elde edilen elektriğin arzının, elektrik talebinden yüksek olduğu zamanlarda, bu fazla elektrikten yeşil hidrojen üretilmesi olduğu açık. Bazı eksik ya da yanlış değerlendirmelerle, yenilenebilir elektrik enerjisi maliyetlerinin daha da düşeceği ve yeşil hidrojen maliyetlerinin de buna bağlı olarak aşağıya doğru gideceği gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Oysa burada esas olarak maliyetleri aşağıya çekecek olan  

Sistem ve malzemelerde, proseslerde yapılacak ARGE ve yenilikçi çalışmalardan,

Depolama ve dağıtım faaliyetlerindeki yaratıcı çözümlerden, örneğin kamu ve/veya özel sektör hidrojen iletim şebekelerinin kurulmasından,

Hidrojenin demiryolu, deniz ve uygun karayolu ile emniyetli bir biçimde nakliyesinden,

Doğalgaz dağıtım altyapısından faydalanmaktan,

Sağlıklı ve adaletli mali uygulamalardan(vergi) ve 

Uygun piyasa mekanizmalarından(fiyatlama, mahsuplaşma, vb.) geçiyor. 

Saydığımız bu konuların, gelecekte hidrojen üreticilerinin karşılaşacakları rekabet ortamında şirketlere için fark yaratacak hususlar olduğunu da not edelim. Bu arada, yakın gelecekte net-sıfır hedefleriyle ilgili olarak, fosil kaynaklı yakıtlar için, uluslararası kuruluşlarca yürürlüğe konacak düzenlemeler ve buna bağlı olarak hükümetlerce uygulamaya konacak yüksek vergi oranlarının, hidrojen üreticilerine önemli bir avantaj sağlayacağını söylemek bir kehanet olmayacaktır.

Beni esas olarak kaygılandıran husus, elektroliz yoluyla hidrojen üretiminin, üç tarafı denizlerle kaplı Türkiye için son derece uygun olduğunun, yabancılar tarafından sık sık dile getiriliyor olmasıdır. Etrafı denizlerle kaplı pek çok ülke varken, neden Türkiye? Devamlı olarak denizlerimize vurgu yapan yabancı ülkelere ait organizasyonların/kuruluşlarının bu düşüncelerinin arkasında, deniz kıyısındaki kamu arazilerinin uzun süreli olarak yabancılara tahsis edilmesi(kiralama ve/veya mülkiyet devri) olabilir mi? Bu konu Enerji ve Tabii kaynaklar bakanlığımızda ele alınmış mıdır? Bu bağlamda, Bakanlığımız ile Federal Almanya Ekonomi ve İklim Bakanlığı arasında imzalanmış bulunan “Yeşil Hidrojen Alanında İş Birliği Niyet Beyanı” neleri kapsamaktadır, yer tahsisi söz konusu mudur? Bugünlerde Akkuyu Nükleer santralinin mülkiyeti sıcak bir tartışma konusu iken, gelecekte hidrojen üretim tesislerinin bir sıkıntı yaratmaması için, şimdiden açıklığa kavuşturulması ve bağımsızlığımız adına gerekli önlemlerin alınmasında yarar bulunmaktadır. 

Öte yandan, deniz suyundan elektroliz yoluyla hidrojen üretiminin söylendiği kadar basit olması mümkün müdür? Yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilecek elektrikle üretiliyor olması onu gerçekten yeşil mi yapmaktadır? Elektroliz için gerekli su denizlerimizden sağlanacağına ve deniz suyunun olduğu gibi kullanılması mümkün olamayacağına ve içindeki tuzun ve diğer kirleticilerin arıtılması sonucu ortaya çıkan yoğun tuzlu, plastik partiküllerinin bulunduğu, metal zengini atık suyun(concentrated brine) tekrar denize deşarjı, çevre kirliliğine neden olmayacak mıdır? Bu konuda üniversitelerde ve özel kuruluşlarda yapılmış yeterli sayıda çalışma var mıdır? Dahası, Bakanlık bu konuda ne düşünmektedir? 

Öte yandan son birkaç yıldır ülkemizin yaşadığı ciddi kuraklık, sınırlı su kaynaklarımızın önemini daha da arttırmış bulunmaktadır. Son on yılda yaşadığımız düzensiz göçler dikkate alındığında, mevcut su kaynaklarımızın mevcut nüfusumuza, besiciliğe ve tarıma yetmediği açıktır. Hidrojen üretiminin deniz suyu dışında, Anadolu coğrafyasına yayılmış göllerimiz, ırmaklarımız, acı sularımız vb yeraltı ve yerüstü kaynaklarımız ile özellikle barajlardan ve rezervuarlı tip HES’lerden üretilme ihtimali dikkate alındığında, şimdiden bir önlem alınması gerekmez mi? Bu konuda yapılmış idari/düzenleyici çalışmalar var mıdır? Bakanlık bu amaçla gerekli yasa, yönetmelik ve diğer düzenlemeleri yapmayı düşünmekte midir? 

Son olarak, Enerji Bakanlığımızın 2022 Faaliyet Raporu’nda da yer almış bulunan hidrojen çalışmaları, stratejiye dayalı bir eylem planı şeklinde hazırlanmış gözükmektedir. Güneş enerjisi alanında son on yılda yapılan çalışmalara baktığımızda, ilgili mevzuatın sık sık, neredeyse her iki ayda bir değişmiş olduğunu görüyoruz. Stratejiye dayalı Eylem Planlarının bu kadar sık değiştiriliyor olması, ya Stratejinin ortaya konulmasında ya da Eylem planlarının hazırlanmasında gerekli özenin gösterilmediğini ya da paydaşlarla gerekli koordinasyon çalışmalarının yapılmadığına işaret eder. Bu açıdan, hidrojen çalışmalarının daha geniş ve katılımcı çalışmalarla yürütülmesi, başta üniversitelerimiz olmak üzere paydaşların görev ve sorumluluklarının tanımlanması, hangi ARGE çalışmalarının yapılıp beklentilerin neler olduğunun ve ülkemize hangi teknolojilerin kazandırılacağının, ekonomimize nasıl bir katkısı olacağının ortaya konması gerekir.

Son söz “Araba devrilince akıl veren çok olur.   Atasözü”.

Orta Doğu’da yaşanmakta olan ve hepimizi derinden etkileyen şiddet ve terörün bir an önce son bulmasını ümit ediyorum.

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutlar, tüm okurlarıma esenlikler dilerim.

Saygılarımla,

H. Zafer ARIKAN