İlk Anayasa’mız kabul edilen 1876 tarihli Kanunu Esasi’nin 12. Maddesi şöyle der: “Matbuat, kanun dairesinde serbesttir.”
Uzun yıllar, basın özgürlüğü söz konusu olunca alaylı bir şekilde hatırlatılan bu Madde, en son Termik Santrallarla ilgili olarak torba kanuna sokulan 50. Madde’yi hatırlattı bize.
1986 yılında kabul edilen ilk emisyon limitlerini hiç gereği yokken AB zoruyla beş kat düşürüp sıkılaştıran meşhur Büyük Yakma Tesisleri Yönetmeliği taslağı, daha henüz imza bile edilmeden 2004 yılından itibaren ÇED toplantılarında santral yapımcılarının önüne sürülmeye başlanmıştı.
ÇED taahhütlerinin içine bu limitleri koymayı şart koşan Çevre Bakanlığı yetkililerine o zamanlar şakayla karışık şunları söylüyorduk: “Olmaz ya, farz-ı muhal, bu taslağı imzalayacak olanlara yapılacak tek şey var. En yakın duvarın dibine sıralayıp kurşuna dizmek!”
Çünkü, zaten can çekişen düşük kalorili yerli linyitle santral yapımının köküne kibrit suyu ekecek bu maddeleri, ciddiye alınabilir tek enerji kaynağımızı tarihe gömeceği için neredeyse vatana ihanetle eşdeğer görüyor ve imzalanabileceğine zerre kadar ihtimal vermiyorduk.
Ama bu maddeler imzalandı ve 8 Haziran 2010 tarihinden itibaren yürürlüğe girdi. O tarihten beri de, Türkiye’de en fazla bulunan yaklaşık 1000 kCal/kg civarında ısıl değeri olan linyit rezervlerimize dayalı hiç santral yapılmadı. (Bir tek, daha önceden kararlaştırılan Enerjisa’nın 3x150 MW gücündeki Tufanbeyli Termik Santralı hariç.)
Afşin-Elbistan, Konya-Karapınar, Afyon-Dinar, Eskişehir-Alpu ve her yıl Enerji Bakanlığı tarafından yeni tespit edildiği âlâ-yü vâlâ ile ilân edilen yeni yeni rezervlerin hepsi nalları dikmiş vaziyette sırt üstü yatıyor. Bir tek cenaze namazını kılan yok.
Bu pek cici görünümlü maddelerin imzalandığı tarihlerde AB ile pek muhabbetli bir ilişkimiz vardı. “Ha girdik, ha giriyoruz, önümüzdeki Haziran’a kalmaz vize serbestisi de tamam” makamında şarkılar türküler söylüyorduk.
Şimdi ilişkiler biraz şeker rengine döndü ama 2010 tarihinde imzalanan ve eski santrallar için hiç bir şekilde uygulanma ihtimali bulunmayan emisyon limitleri ile baş başa kaldık. O zaman kalan tek çare “kanun dairesinde kanunları çiğnemek” oluyor.
Yani önceki kanunun yasakladığı atmosfere gaz ve partikül salmayı yeni kanun serbest bıraktı.
Buna da şükür!..
90’lı yıllarda, çevrecilerin şikâyeti üzerine Aydın Bölge İdare Mahkemesi dört yıl ara ile iki kez Yatağan Termik Santralı’nın baca gazı arıtma tesisi kuruluncaya kadar durdurulmasına karar verdi. Her defasında santral, “enerji sıkıntısını ve durdurulursa Güney Ege’de elektriklerin kesileceğini” bahane eden Bakanlar Kurulu kararları ile çalışmaya devam etti.
O zamanlar, santralı ziyarete gelen misafirlerin kulağına eğilip: “Aman aramızda kalsın, bu santral illegal bir santral!” diye fısıldardık. Ama durum şaka kaldırmayacak kadar ciddiydi. Kendini bilmez bir Yatağan Savcısı, Mahkeme Kararlarını uygulamama suçundan neredeyse bizi hapse tıkacaktı. Santral yöneticileri olarak bizim tüzel kişiliğimizin bulunmadığını, emir kulu olduğumuzu adama anlatıncaya kadar canımız çıktı!
Şimdiyse hükümet, tam yumurta kapıya değeceği sırada yeni bir kanun çıkarıp tabiri caizse, eski kanunu ilga ediyor. Böylelikle, santral işletmecilerini de taşra savcıları ile uğraşmaktan kurtarıp rahatlatıyor. Ama ne gereği var değil mi, onlar da emir kulu sayılmaz mı?
Açıkçası, 1986 limitlerine göre Baca Gazı Arıtma Tesisi olan santralların (Yatağan, Yeniköy, Kemerköy, Orhaneli, Çayırhan, Çan 18 Mart ve Kangal 3) eğer bu tesisler haddı layıkında çalıştırılırlarsa öyle medyada abartılan çevre kirliliklerine yol açacağına kesinlikle inanmıyorum. Bu santralları kanun önünde eksikli duruma düşüren tek şey 2010 tarihinde kabul edilen yönetmeliktir.
Oysa böyle palyatif tedbirlerle uğraşılacağına, şu 2010 tarihli ucubeyi kökten ilga etseler daha iyi olmaz mıydı diyorum. Hem eski santralların yarısından fazlası bu pandominadan paçayı kurtarır, hem de bu vesile ile belki yukarıda sıraladığım atıl rezervlerin canlanması için kapı biraz aralanırdı. Ne demiş Fuzulî üstad:
Ben gedâ sen şâha yâr olmak yok ammâ neyleyim
Arzû sergeşte-i fikr-i muhâl eyle beni
(Gençler için bir serbest çeviri: Olmayacak şey biliyorum, ama neyleyim, içimdeki arzu beni imkânsız fikirlerin maskarası yapıyor.)
Hem ne gerek var, bir takım ipe sapa gelmez, abuk subuk metinleri zavallı bir kızcağızın eline tutuşturup bu işten az buçuk anlayanların gözünde alay konusu olmaya!
Ama yine de siz bakmayın bu dediklerime. Saçmalık deyip geçin, derim. Üstelik her türlü insan halinden haberli Fuzulî üstad bu duruma da bir kulp takmış (bu defa çevirmeye bile gerek yok sanırım):
Ger derse ki Fuzulî güzellerde vefâ var
Aldanma ki şair sözü elbette yalandur
Haydi kalın sağlıcakla...