Futboldan hiç anlamam. En son hatırladığım, ilkokul 5’te filandı sanıyorum, Beşiktaş’lıydım galiba. Kaleci Necmi, Şenol, Birol, gol… O kadar.
Ama futbol fıkralarına bayılırım. Taşı gediğine oturtmak için öyle çok işe yararlar ki...
Bildiğim bu tür fıkralardan biri Galatasaray kalecisiyle ilgili. İzmir’de, Kordon’daki Galatasaraylılar Lokali’ni işleten Faruk Ağabey anlatmıştı:
“Bir Fener-Gas’saray maçı...
Hani şimdi Derbi dediklerinden…
Çok iddialı bir müsabaka.
Her iki tarafın futbolcuları maçı kazanmak için canlarını dişlerine takmış mücadele ediyorlar.
Top bir Fener kalesine doğru gidiyor, bir Gas’saray tarafına doğru...
Ama futbolcuların onca gayretine rağmen mübarek meşin yuvarlak bir türlü kaleye girip filelerle buluşmuyor, buluşamıyor.
Sinirler iyice gerilmiş, maç bitmek üzere...
Tam 90’ıncı dakikada, Fener tarafından bir top geliyor, hem de öyle sert bir şut da değil, lambur lumbur yuvarlanarak Gas’saray kalesinden içeri giriyor.
O namussuz kaleci, şöyle bir uzanıverse topu tutacak.
Ama basireti mi bağlanmış nedir, kaleden içeri giren topa öylece bakakalıyor...
Bu durumda iyice öfkelenen Gas’saraylı futbolcular, Fener’i filan bir yana bırakıyor.
Hatta maçı da tamamen bırakıp hep birlikte dönüp kalecinin üzerine doğru yürümeye başlıyorlar. Bunun üzerine, başına gelecekleri anlayan uyanık kaleci başlıyor bağırmaya:
- Bi dakka beyler, yahu bi dakka, kendinize gelin! Bizim de bir bildiğimiz var elbet!”
Arkadaşlar belki hatırlayacaktır, bundan on yıl kadar önce, elektrik özelleştirmeleri sırasında bu fıkrayı defalarca anlatmak zorunda kalmıştım.
Elektrik sektöründe özelleştirme, dağıtım kısmından başlamıştı. Ama ihalelerde öyle yüksek fiyatlar çıkmıştı ki, akıl alacak gibi değildi. Osman Hoca (Sevaioğlu) saçını başını yoluyordu, olmaz böyle şey diye:
“Yahu adamlar almışlar ellerine o küçücük hesap makinalarını, pıt pıt pıt… pıt pıt pıt… veriyorlar teklifi! Ya hiç sayı saymasını bilmiyorlar ya hiç dayak yememişler...”
Neyse, Osman Hoca’ya mı inandılar, yoksa yanlış hesap finansçılardan mı döndü bilinmez, kısa sürede kafalara dank etti ve istekliler feryat figan ihaleden kaçıştılar. Tabii her biri 40’ar, 50’şer milyon dolarlık teminatlarını da yakarak. Bir süre sonra ihaleler tekrarlandı ve rakamlar neredeyse yarı yarıya düştü...
Neyse, ilerleyen zamanlarda sıra santral özelleştirmelerine geldi. Bir musibet bin nasihatten iyidir derler ya, artık akıllanmışlardır diye düşünüyorduk. Ama yanılmışız!..
Bu ihalelerde de milyar dolarlar havalarda uçuşmaya başladı. Ayıptır söylemesi, o sıralarda biz de ihaleye girmeyi düşünen bazı firmalara danışmanlık hizmeti veriyorduk.
Bin bir zahmetle, bütün faktörleri hesaba katmaya çalışarak, kılı kırk yararak bir rakam buluyorduk. Ama bir bakıyorduk ki ihalede birileri bizim bulduğumuz rakamın iki katını teklif etmiş!
Sağ olsun, özelleştirme ihalelerine giren en büyük patronlardan biri yıllar sonra söyledikleriyle bizi yalancı çıkarmadı. Kazandıkları ihaleye konu varlığı iki kat pahalıya aldıklarını itiraf etti. İnanmayan arşivleri karıştırıp, 11 Nisan 2015 tarihli gazetelere bakabilir.
İş öyle çığırından çıkmıştı ki, bizden danışmanlık isteyen firmalara şunu demeye başlamıştık: “Kusura bakmayın, ama baştan söyleyelim, size vereceğimiz danışmanlık, ihaleyi kaybetmenizden başka hiçbir işe yaramaz!”
Hele bu santrallardan biri var ki, çok ilginçtir, o santral için bizden danışmanlık hizmeti isteyenlere: “Kusura bakmayın, biz o santral için danışmanlık vermiyoruz” diyorduk. “Neden?” diye soruyorlardı, hayretle. “Çünkü orada kömür yok!” diye cevaplıyorduk. “Kömürü olmayan bir termik santral için danışmanlık vermeyi ahlâki bulmuyoruz…”
Bizim bedavaya verdiğimiz bu bilgiden bile haberi olmayan bir şirket o santrala 1 milyar dolardan fazla para verdi. Şimdiyse 80 kilometre öteden kamyonlarla kömür taşıttığını duyuyoruz.
(Benzer bir olay, 90’lı yıllarda yaşanmıştı. O zamanlar Çayırhan Devlette idi ve Çanakkale-Çan’dan Ankara-Çayırhan’a kamyonlarla kömür taşıtılmıştı. Bir mühendis üşenmemiş, oturup hesaplamış, bu taşıma esnasında kamyonların harcadığı mazotun kalorifik değeri taşıdığı kömürden kat kat fazla çıkmıştı. Anlaşılan, iktidardaki siyasi partinin ilçe teşkilatı ile iç içe olan bir Kamyoncular Kooperatifi’nden başka kimse kâr etmemişti o işten…)
Her neyse, ihaleler bitti, uçuk fiyatlarla sözleşmeler imzalandı. Ama biz hâlâ “Nasıl olsa iş para bulmaya gelince bu iş biter, tıpkı dağıtım ihalelerindeki gibi teminatı yakar giderler ve ihaleler yeniden yapılır” diye düşünüyorduk. Öyle ya, nuh nebiden kalma, üstelik iki sene içinde bütün çevre yatırımlarını tamamlaması gereken santrallara bu kadar büyük paraları verecek finansçıyı nereden bulacaklardı?
Bu toz-duman ortamında, bazı çokbilmiş arkadaşlar da bize dönerek, ağırbaşlı bir eda ile: “Yahu öyle demeyin, vardır mutlaka bir bildikleri…” diyorlardı. İşte biz de o zaman, yazımızın başına koyduğumuz fıkrayı anlatıyor ve ekliyorduk: “Valla, bildikleri eğer Galatasaray kalecisinin bildiğine benzer bir şey ise yandı gülüm keten helva!”
Yıllar sonra finansçıyı nereden bulduklarını duydukça “bildikleri şey”in ne olduğunu da yavaş yavaş anlamaya başladık.
Ama o da yetmedi. Ne yazık ki işler gün günden daha da kötüye gitti. Memlekette her 6 ayda bir seçim olduğu için hükümet bir türlü elektriğe zam yapamadı, piyasada elektrik fiyatları yerlerde süründü. Ama diğer yandan, dolar aldı başını gitti, maliyetler katlandıkça katlandı. Yani bizimkilerin kazancı damla damla gelirken, borç sel gibi coştu kabardı.
Ta 2016 yılında, Enerji Platformu’nda şunları yazmışım:
“Küçük kızım bebekliğinde mama koltuğu ile masaya yaklaşıp kahvaltı etmeyi ve kahvaltı esnasında madeni çay tabağını eliyle itip masadan düşürmeyi, sonra da tabağın zemine çarptığı zaman çıkardığı (tang.. trrrrruumm) sesini dinlemeyi çok severdi. Bir gün muzipliğim tuttu. Yine kızımın düşürdüğü çay tabağını ona çaktırmadan havada yakaladım. Çocuk her zaman duyduğu sesin gelmesini bekledi, bekledi ama ses bir türlü gelmeyince şaşkınlıkla öylece kalakaldı... Açıkçası, şimdi ben de hemen hemen aynı durumdayım. Hesapsız-kitapsız enerji sektörüne dalanların, yerlerde sürünen elektrik fiyatları ve füze gibi yükselen doların da etkisiyle, ters istikamette yere çakıldıklarında çıkaracakları sesi bekliyorum ama bir türlü gelmiyor.. Onları havada yakalayan biri mi var, dersiniz?“
Evet, sanıyorum, havada yakalayan muktedir el de sonunda sıkıldı bu tatsız oyundan... Ama hiç umulmadık bir anda, öyle acı bir fren yaptı ki, herkes ön camdan dışarı çıktı! Sadece Meclis’te çevresel muafiyetlerin devamı için oy veren AKP Milletvekilleri değil, muhalefet partileri, özelleştirme ile termik santralları alan şirketler, koca koca enerji yorumcuları ve bu arada ben kulunuz, hepimiz kan revan içinde kimimiz asfalta kimimiz şarampole dağılmış vaziyette, kafamızı toplamaya çalışıyoruz…
Peki, şimdi ne olacak?
Dr. Nejat Tamzok, Enerji Günlüğü’ndeki son yazısında: “... enerjide 2020 yılının kaybedeni yerli kömüre dayalı santral işletmecileri olacaktır” diyor. “Bu santrallerin önemli bir bölümü özelleştirme ihalelerinden çok yüksek fiyatlarla satın alınmış, alan firmalar bankalara dövizle borçlanmışlardı. 2018 yılı döviz krizinden sonra, ancak devlet teşvikleri sayesinde ayakta kalabildiler. Halkın sağlığını doğrudan ilgilendiren filtre yükümlülükleri konusundaysa, devletimiz nasıl olsa bir çaresini bulur havasındaydılar ancak bu defa tahminleri tutmadı.”
Ve sonunda işi epeyce trajik bir sonuca bağlıyor:
“Bu arada, bankalara borçlarını ödeyemeyen bazı firmaların 2020 yılında havlu atmaları ya da santrallerini devretmeleri benim için sürpriz olmaz.”
( https://www.enerjigunlugu.net/enerji-sektorunde-2020-kimin-yili-olacak-31776yy.htm )
Yoksa Sayın Cumhurbaşkanı “Büyük ihtimalle bu filtresiz santraller yeniden ihaleye gider. Bu işin başka çıkışı yoktur" derken bunu mu kast etmişti acaba?
( https://yesilgazete.org/blog/2019/12/03/erdogan-filtresiz-santraller-buyuk-ihtimalle-yeniden-ihaleye-gider/ )
Haydi hayırlısı, diyelim, bu işin ne kadar hayrı kaldıysa tabii...