Enerjik inovasyon

Mehmet İMERYÜZ

O kadar çok ve her bağlamda kullanılan bir sözcük oldu ki, inovasyon, Türk Dil Kurumu da dayanamamış sözlüğüne ilave etmiş sonunda. Tabii ki varlık koşulunu yerine getirmiş ve bence güzel bir Türkçe karşılık da bulmuş: Yenileşim.

Zaten Sözlük’te on yıllardır yeri olan bir sözcük ve bağlantılı deyimi anarak söyleyecek olursam; dillere pelesenk olmuş, herkesin anlamını gözü kapalı bildiği ve hemfikir olduğu, tabii ki herkesin de pek bir ondan olduğu (yani inovatif = yenileşimci olduğu) her sözcük ve işaret ettiği kavrama olduğu gibi, buna da soru işaretiyle yaklaşarak başlamak istiyorum.

Evet, bu sözcüğe içi boş kavram muamelesi yaptığımın farkındayım. Belki de ne anlattığı çok belli ve bu sadece benim sorunum ama yine de sesli düşünerek, özellikle de enerji dünyasının penceresinden bakarak, bize ne ifade ettiğini anlamak istiyorum.

TDK’nın karşılığı ilham vermeye devam ediyor. “Yenilik” dememiş örneğin, buradan söz konusu olanın sıfırdan yeni bir buluş olmadığını anlıyoruz. Demek ki bir süreklilik var, eski olanın bir tür evrimi söz konusu olmalı diyerek düşünmeye devam ediyoruz.

Bu gözle bakınca, “Yenilenme” ya da apayrı bir sözcük türetmek amacıyla “Yenilenim” de uygun bir karşılık olabilirmiş, böylece eski olanın bir tür kabuk değiştirerek varlığını sürdürmeye devam ettiğini, yeni bir biçime büründüğünü anlatırmış. Ama onun bir adım ötesine geçmiş, işteşlik ekini kullanmış, yani bir tür bir aradalığa, karşılıklılığa ve etkileşime işaret etmiş, demek ki eski olan yenileniyor, evrim geçiriyor, ama bunu tek başına kendi içinde yapmıyor; bir ekosistem içerisinde oluyor her şey, kendisi yenilenirken başkalarının da yenilenmesine yol açıyor ve aynı şekilde etrafındaki yenilenmeler kendisinin de yenilenmesine yol açıyor.

Bence harika! TDK güzellemesinin dozunu kaçırıyor olabilirim, televizyon karşılığı olarak uzgöreç gibi vaktiyle çokça karikatürize edilen emsaller olsa da, bizim konumuzda “Yenileşim”in mükemmel bir karışılık olduğunu düşünüyorum. (*)

Burası konuyu enerji dünyasına taşımak için de çok uygun, zira enerji; fosil ya da yenilebilir kaynakları, bunları elektrik enerjisine dönüştüren üretim santralleri, talebin kaynağı tüketim noktaları ve hepsini birbirine fiziksel olarak bağlayan enerji nakil hatlarıyla tek bir ekosistem olarak düşünülebilir.

Elektrik şebekesinin kendisi, 1000 MW’lık bir buhar türbininden 500 W’lık bir tost makinesine kadar tüm parçalarının aynı frekansta döndüğü çok büyük bir makineden başka bir şey değil esas itibarıyla. Dolayısıyla, o tost makinesinin bulunduğu sitenin çatısındaki güneş panelinin ulusal şebekeden mikro şebekeye geçiş yordamını değiştiren bir yeniliğin, 1000 MW’lık türbinin bağlı olduğu santralin yönetim yordamını değiştirecek bir yenileşmeyi tetiklemesi zaten işin doğası gereği.

Sadece enerji dünyasında değil, tüm makro ve mikro dünyalarımızdaki yenileşimin ortak bir motoru var: Teknolojideki yenilikler, herkesin malumu bilgi teknolojilerindeki ilerlemeler, öğrenen makineler, yapay zekalar, vb. Fakat enerji dünyasına özgü olarak, son yıllarda bunun dışında kuvvetli bir motor daha var: Sektörün kendisi bir dönüşümden geçiyor, karbon salımlarını azaltma gereksinimlerinin sonucu olarak yenilenebilir kaynaklar fosil kaynakların yerini alıyor. Enerji santrallerinin boyutu küçülüyor, ama sayıları çoğalıyor, kaynak çeşitliliği artıyor, üretim ve tüketim noktaları arasındaki mesafeler kısalıyor, enerji transferi şebekenin daha çok noktasında çift yönlü oluyor, başta elektrikli otomobiller olmak üzere daha çok motor elektrik enerjisini kullanıyor, doğrusal akımla çalışan yükler, dolayısıyla elektriksel problemler artıyor. Ve tüm bunların sonucunda oluşan karmaşıklık içerisinde enerji arzının güvenliğini ve kalitesini sürdürmek için enerji yönetiminde bilgi tabanlı sistemleri kullanmak olmazsa olmaz haline geliyor. Sonuç olarak, konumuzun uygulama katmanı temelinde birçok alanda yenileşim imkânı olduğunu görebiliyoruz.

Konumuzun küresel temeldeki politika katmanına bakmak içinse en uygun kaynağın Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) olduğunu düşünüyorum. Bu politikaları belirlemekte en fazla yetkinlik sahibi olan Ajans, yenileşimi, karbonsuzlaştırmayı mümkün kılacak bir etken olarak görüyor (https://www.iea.org/energy-system/decarbonisation-enablers/innovation).

UEA’nın öncülük yaptığı programlar arasında yer alan; sodyum-iyon bataryalı piller ile çalışan elektrikli otomobiller, katı oksit elektroliz yöntemi ile hidrojen üretimi, elektronik atıkların geri dönüşümünde bakteri temelli çözeltilerin kullanılması, bina yalıtımında vakumlu yalıtım malzemelerinin yaygınlaşması gibi teknolojik gelişmelerle; 2030 yılı için öngörülen karbonsuzlaştırma hedeflerinin yakalanacağını değerlendirmekle beraber, 2050 yılı için öngördüğü net sıfır hedefine ulaşmak için, özellikle ulaştırma ve ağır sanayi alanında henüz yaygınlaşmamış teknolojilerin getireceği yenileşimlerin zorunlu olduğunu belirtiyor. Bina, Sanayi, Ulaştırma, Karbondiyoksit Yönetimi ve Enerji Dönüşümü sektörlerinde; enerji depolamadan dijitalleşmeye, kritik minerallerden elektrifikasyona kadar önemli temalar altında sınıflandırdığı 551 adet yenileşimci teknolojik gelişmenin güncel kayıtlarını tuttuğu bir veri tabanını çevrim içi olarak paylaşıyor.

Toparlayacak olursak, enerji sektörünün içinde bulunduğu dinamiklerin yenileşimci fikir ve uygulamalar geliştirmek için çok uygun bir iklim sunduğu ortada. Sektörün ikliminden ve etkileşimli ekosisteminden bu kadar dem vurunca, tüm canlı ve cansız varlıkların oluşturduğu gezegenimizin ekosistemiyle olan etkileşim üzerine düşünmeden olmaz. Karbon salımları yüzünden küresel iklim krizinin günah keçisi olarak görülen enerji, kaynakların fosil ve yenilenebilir olanlarının yer değiştirmesiyle ve daha “dijitalleşince” kurtarıcı olabilecek mi? Her insanın kolaylıkla erişmesi gereken bir hak olarak enerjiyle, bir tür tüketim kolaylaştırıcısı olan enerjinin dengelenmesi gerekmiyor mu? Karşı karşıya bulunduğumuz durum, düşündüğümüzden daha çetrefilli. Enerjide ya da herhangi başka bir alanda yenileşirken, aynı zamanda yönetim felsefelerimizi de yenileştirmezsek, en geniş ekosistem olan gezegenimizin tarihine fayda yerine zarar üretmeye devam ederiz sanırım.

(*) Yabancı kökenli sözcüklere Türkçe karşılıklar bahsine girmişken, çok önemli iki bilim insanının ismini anmadan geçemem: Boğaziçi Üniversitesi’nde üzerimizdeki emekleri yadsınamaz hocalarımız Yorgo İstefanopulos ve Bülent Sankur, daha 1980’lerde benim bildiğim Türkiye’deki ilk Elektrik ve Bilgisayar Terimleri Sözlüğü’nü derleyip yazdılar. Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) dergisinin eki olarak yayınlanan bu sözlüğü gözüm gibi saklarım. Bizlere sadece mesleği değil, kavramlar üzerine ve kendi dilimizle düşünmeyi de öğreten sevgili hocalarımıza minnet duygularımızı da bu vesileyle bir kez daha ifade etmek istiyorum.