HALUK DİRESKENELİ
ODTÜ Makina 1973 mezunları, bu yıl 30-Haziran günü mezuniyetlerinin 45’inci yılını kutlayacaklar. Bu 45’inci yıl boyunca çalışma hayatımızda neler gördük, geçirdik, yaşadık?
Neler görsek geçirsek yaşasak da, biz ODTÜ mezunlarının çalışma hayatında etik kaygıları farklıdır. Sadece ODTÜ’lüler etik değerlere önem verir, diğerleri vermez gibi bir algının oluşması doğru olmaz. Bu kırkbeş yılda insan neler yaşayabiliyor. Mesleki açıdan ilginç olanlara ek olarak etik dışı davranışlarla da karşılaşabiliyor. Bunlar sadece kamuda değil, özel sektörde de olabiliyor. İşte 45 yılda akılda kalan bazıları...
İlk yıllarda tezgah atölyesi sorumlu mühendisi olarak çalışırken, yanımda düzgün, kibar, bilgili bir ustabaşım vardı. Görünüşe aldanmamak lazım. Ayrıldıktan sonra bizimle iş yapan özel iş çevrelerinden onun hakkında bilmediğim detaylar öğrendim.
İş çevreleri “İşleri bozulmasın” diye onu hiç şikayet etmemişler. Piyasada o sıralarda tekel durumundaki tezgahlara dışardan iş alırken sıralamada öncelik karşılığı para alırmış, durumu herkes biliyormuş, bir ben bilmiyormuşum.
Aradan 10 yıl geçti, altı kişilik bir mühendis grubu olarak yurtdışına buhar kazanı üretimi için bize lisans veren firmanın genel merkezine eğitime gittik. Yabancı dil bilen iki kişiydik, diğer yabancı dil bilen arkadaş makinacı değildi, konuya uzaktı.
İki haftalık süre içinde gruba tercümanlık yaptım, herkesin her isteğine koştum, yardım ettim. Son günlerde alışveriş konusunda da yardım işi bana düştü. Herkesin elinde bir alışveriş listesi vardı. Sadece kendileri için değil amirleri, müdürleri için de alışveriş yapmaları gerekiyordu.
Bunlardan biri, genel müdür yardımcısının karısından bir “Angora kazak” siparişi almış, benden yardım istedi. Mağazaya götürüp bıraktım, diğerlerine yardıma gittim. Bizimki yabancı dili olmadığı için derdini anlatamamış, istenen “Angora kazağı” alamamış. Alamadan memlekete geri dönünce genel müdür yardımcısından iyi bir azar işitmiş. Bu işin faturası tabii sonunda bana kadar geldi, süreç tatsız bitti. Şirketten ayrıldım.
Aradan 10 yıl daha geçti. Çalıştığım fabrikada bize hol içinde 20 metre açıkta 15 ton kaldırabilecek, iki kancalı bir gezer köprülü vinç lazım oldu. Daha önce projesini benim yaptığım eski fabrikamdaki çalışmam aklıma geldi. Kendime bir kopya almamışım. Projeyi ben yaptığım için, benim mülküm, hakkım sanıyorum.
Zaten ben proje bürosunda çalışırken piyasadan gelen proje taleplerine ücretsiz destek veriyorduk. Bir inç (25 mm) kalınlığında çelik saç bükme valsi, yüksek çaplı mil işleyecek plan-punta torna, hidrolik pres, saç kumlama tezgahı, gezer köprülü vinç gibi kendi tasarımlarımız vardı. Bunları talep geldiğinde piyasaya bedelsiz ücret almadan aktarmıştık. Günümüzde proje bedeli istenmesi daha doğru ama bu işlerin bir prosedürü olmalı.
Arabaya atladım, eski fabrikama gittim. Eski çalışma arkadaşım fabrika müdürü olmuştu. Eski arkadaşlığımıza güvenerek, benim projeden bir takım ozalit istedim. “Tamamdır, söyle proje ofisine ozalitleri çeksinler, “karşılığında benim banka hesabına bir 400 gönderirsin” dedi. Ciddiydi, inanamadım. Bıraktım, oturup yeniden çizimi yaptım. Sonraları başka ortamlarda tekrar karşılaştık ama ben hep mesafeli oldum.
Ayvalık'ta bir zeytinyağı şirketinin bakım onarım mühendisinden bir telefon talebi geldi, kalktım gittim. O zamanlar kiralık araba imkanı yok, şirketin bütçesi sınırlı. İstenen 10 ton/saat kapasiteli 10 bar sature su borulu bir kazan. Otobüsle gece yolculuğu yaptım, sabah fabrikaya vardım, talebi yapan mühendisi buldum, konuştum, detayları aldım. Ayrılırken bu mühendis, “Bu talebi size ben yaptım, teklifinizi değerlendirmeye alabilmem için bana makul uygun bir para ödemeniz lazım” dedi. Böyle bir durum benim için ilk oluyordu, nefesim tutuldu, ne diyeceğimi bilemedim.
Benzer taleplerle daha sonra çok karşılaştım. Başka benzer bir olay daha sonra bir araştırma kurumunda da oldu. Tasarım yazılımı satışı tanıtımına gittim, yetkili müdür beni dinledi, sonra kullanım için kendisine bağış istedi, onların kullanımı benim satışı artıracakmış. Konuyu daha fazla uzatmadım, iş kaldı.
Satış pazarlama işi yapıyordum. Teklif işi kamu yada özel, bazen bir yerde tıkanırdı, ben de konuyu bir tecrübeli şefime tüm detayı ile anlatırdım. Sonra birkaç gün içinde bakardım, tüm kapılar bana açılmış, tıkanıklar giderilmiş, işler yolunda, işveren idarenin içinden bana destek bilgiler yardımlar geliyor. Ne olduğunu, nasıl olduğunu, neler geçtiğini bilmek istemezdim. Bilgim dışında yapılan akçalı işlerin, iş hayatının kaçınılmaz gereği, bizim coğrafyada iş yapmanın maliyeti diye düşünürdüm.
Bir gün bir büyük yerli yatırımcıdan, büyük bir termik santral teklifi sizden istenir. Kömür veya doğalgaz yakacak bir termik santraldir. Türbinci ile ortaklık yaparsınız. Buhar kazanı lisansörünüz ile anlaşma yaparsınız. Proje finansörünüz ile satıcı kredisi bağlarsınız. 3-6 ay uğraşırsınız. Kocaman bir teklif dosyası olur. Teklifi sunarsınız. Sizi görüşmeye çağırırlar. Piyasanın en iyi paketlerinden birini oluşturmuşsunuzdur. Fiyat ta ona göredir.
Alıcı firmanın patronu, üst yönetimi rakip firmaların teklifini önünüze koyar. Rakip firmanın teklifini incelemenizi, daha ucuz fiyat vermenizi ister.
Rakip firmanın teklifini inceleme fırsatı önce hoşunuza gider. Ucuz rakibin malını - teklifini incelersiniz. Bu ucuz tasarımın iler tutar tarafı yoktur.
Alıcı teklif dosyalarını doğru dürüst kendisi incelemez, size inceletir.
Sizde biliyorsunuz ki, sizin teklif dosyanız da, rakip firmanın elindedir.
Bu olay ABD-Kuzey Avrupa ortamında kabul edilmez etik dışı durumdur.
Bizde ise çok olağandır, piyasanın gereğidir. Alıcı firma bu çapraz değerlendirme ve fiyat kırma işlemini çok olağan birşeymiş gibi yapar.
Çünkü piyasamızda talep çok azdır. Firmanızın yaşaması için iş almanız gerekir, bu yüzden tüm kar marjlarınızı sıfırlarsınız. Ölümüne fiyat kırarsınız. İşi aldıktan sonra proje harcamanız, yani masrafınız, geliri karşılamaz. Çoğu proje böyle batar. Piyasada iş yapacak firma kalmaz. Alıcı ucuza mal ettiğini sandığı tesisi, bakarsınız düzgün çalıştıramaz.
Yurtiçi çalışma ortamında hep dayanışma içinde olduk. Yine de iç tepkiler geldi. Bir iş alınca, “İşi yine ölümüne, çok düşük fiyata almışsınızdır, bakalım nasıl kurtaracağız” diyerek işe olumsuz başlayan proje yöneticileri hep vardı. Tasarımı yaparken, bir boru duvarını komple unutan proje mühendisleri, eksik malzeme listesiyle acele satın almaya çıkanlar, opsiyonu geçen teklifleri sizin tahmininizin çok üstünde fiyatla satın alma yapanlar. Borulamayı çok pahalıya mal edenler. Gereksiz pahalı malzeme kullanımları yapanlar, hep vardı.
Büyük kamu ihalelerinin hemen hepsinde bir aracı sisteminin çalıştığını hep hissettik. En sağlam, en kontrollü satın almalarda bile böyle durumlar oldu.
Düzgün çalışan yetkililere birşeyler teklif edilmedi (edilemedi) ama yetkililerin normal uygulamalarını, “İşi biz hızlandırdık” diye aktarıp, onların üstünden çıkar sağlayanlar olduğunu duyduk.
İş aleminde özel şirketlerin personel ile yollarını ayırmaları konusu da her birinde farklıdır. Kimi doğrudan ilişik keser, tazminatını verir, konuyu kapatır. Modern görünümlüler ise yılsonu primlerini göreceli az tutarlar, personel durumu kendine yediremez, kendi rızası ile ayrılır.
Hoş güzel tecrübelerim de oldu. Bir gün Kayseri'deki bir tekstil firması bakım onarım mühendisinden buhar kazanı santrali işletmesi sorunları ile ilgili bir talep geldi. Gittim, tüm gün santralde oturdum konuştum, konu bizim kapasitemiz dışında (çok altında) idi. Ama epey zaman, emek ve para harcaması yapmıştım, ayrılırken fabrikanın bakım onarım mühendisi, “bize olan katkılarınızın karşılığını size para olarak ödeyemeyiz, ancak bizim ürünümüz bu dokuma bezi lütfen kabul buyrun”, dedi, bana birkaç metre dokuma bez verdi. Memnuniyetle aldım.
Bu hatıra Almanya'da çalışan bir değerli çalışma arkadaşımdan;
“Her ne kadar bütün meslek hayatım Almanya'da geçti ise de genç bir mühendis olarak güzel bir tesadüfün sonucu benim meslek hayatım Türkiye'de başladı. 1983 veya 84 de bedelli askerlik için Burdur'a geldim. İki ay askerlikten sonra geri dönmek üzere iken o sıralar ilişkide olduğum bir firma bana Ankara'da çok büyük bir kurumla işleri olduğunu ama bir türlü işlerinin yürümediğini ve bunu düzeltmemi istediler. İlk görüşme berbat geçti. Arkadaş eş dost buldum olay biraz daha olumlu geçti ama sonuçlanmıyor, bir türlü olmuyor. Bir arkadaşımın, (Oğlum sen iyice Alman gibi davranıyorsun. Sorumlu kişiyi Almanya’ya davet et, bak nasıl oluyor iş) tavsiyesine uyarak davet ettik ve iş oldu. Ama o sorumlu kişi burada (Almanya’da) misafirimiz olduğu sürece, ne fabrikamızı ve ne de projemizi görmek bile istemedi. Yedi, içti, gezdi ve bol bol alış veriş yaptı. Tabii bizim hesabımızdan.”
Böyle durumlar artık yok. Çünkü artık yönetim yatırımcıya her türlü kolaylığı tanıyor, yardım ediyor, yönlendiriyor, destekliyor. Kişisel beklenti pek yok. Alışveriş çılgınlığı artık kalmadı. Personel eğitimi için yeterli miktarda yurtdışı imkanı var. Yurtdışında eğitim görenler, oraları bilenler yaşayanlar çok.
Her işte ve meslekte etik kurallar geçerli. Biz mühendisler için gerek Meslek örgütleri çatısı altında gerekse benzer oluşumlarda mesleki etik kurallar net olarak uygulanmalı. Neyin doğru neyin yanlış olduğu net belirlenmeli. Mühendislik meslek bilgisinin bilerek veya bilmeyerek kötü yönde kullanılması, projelerin olumsuz sonuçlanmasına sebep olur. İş güvenliği açıkları oluşur. Çevresel ve sosyal zararlar meydana gelir. Ekonomik olarak yanlış yatırım veya proje uygulamalarıyla daha pahalı parasal ve daha olumsuz siyasal sonuçlar ortaya çıkar.
Önerilerimiz, bu tür iyi tanımlanmış etik kurallar için kati yaptırımların meslekten men'e kadar uzanmasıdır. Odaların, meslek birliklerinin bir görevi de “etik kaygılar” olmalıdır. Bugüne kadar olmadı. Odalar, bir yandan mesleki donanım ve etik donanımı yükseltmek için belli zamanlarda eğitim ve farkındalık testleri, veya etkinlikleri yaparken; bir yandan ciddi yaptırımları yerinde ve zamanında kullanabilmelidirler.
Verdiğim eski örneklerin hepsi yurtiçinden. Yurtdışında, özellikle Orta Doğu coğrafyasında böyle durumlar olmadı mı? Mutlaka oldu, ama bunları halletmek, yönetmek ordaki temsilcimizin işi idi. Biz bu işlere karışmadık.
Yurtdışı uluslararası çalışma ortamı bizden farklıdır. Oralarda devamlı bir bullying- mobbing- ezme bezdirme vardır. Herkes birbirinin rakibidir. İstisnasız hemen her yabancı çalışma yerinde bu durumu gözlemledim.
Bizim coğrafyamızda yurdum insanı “Etik” olayını açıklamak zor. Herkesin, her toplumun, her kültür gurubunun "Etik" anlayışı farklı. Halbuki ABD ve Kuzey Avrupa'da etik normları, herşey çok net. İş hayatındaki düzgün davranışları yönlendiren, onlara rehberlik eden prensipler ve standartların toplamına "mesleki etik" denilir. Meslek etiği, belirli bir meslek grubunun, meslek üyelerine emreden, onları belli düzgün kurallarla davranmaya zorlayan kişisel eğilimlerini sınırlayan, yetersiz ve ilkesiz üyeleri meslekten dışlayan, mesleki rekabeti düzenleyen ve hizmet ideallerini korumayı amaçlayan mesleki ilkeler bütünüdür.
Ülkelerin refah seviyesi için olmazsa olmaz şartlar var. Genel ahlak ve etik değerlere bağlılık, dürüstlük, sorumluluk duygusu, yasa ve kurallara saygı, diğer vatandaşların haklarına saygı. Çalışmayı sevmek. Tasarruf, yatırım. Dakiklik. Çok mu ütopik değerlerden bahsediyorum? Bunlar gelişmişlik için gerekli. Bizim coğrafyada bütün bu değerler uyulması çok zor şartlar mı?
Kötü örnekler bizlere örnek olmadı. Gördük, duyduk ama biz bunları yapmadık. Bizler doğru bildiğimizi yaptık. Aldığımız değişik eğitim altyapısının bizlere kazandırdığı bir ayrıcalık olmalı. Bu yüzden çoğu zaman otorite ile ters düştük. Huysuz, inatçı, uyumsuz, dikbaşlı, hatta ukala biliniriz. Bu yüzden bağımsız çalışmayı daha çok severiz. Bazı örnek vakaları sizler için yukarda sıraladım. Konuyu anlattığım arkadaşlarımdan cevaplar geldi.
Bizde hikaye çok, ama anlatamayız, meslek hayatımız biter, emekli olduktan sonra belki, diyenler.
Benim de bir ansiklopedi yazacak kadar böyle piyasa tecrübem var, diyenler.
Bu coğrafyanın vazgeçilmez boyutu bu, diyerek teslimiyet gösterenler.
Allahtan “pikeyi kafana çek ve uyu” diye bir prensibim var, diyenler.
Tüm bu isteklere kafamı çevirdim ve hep rahat uyudum, diyenler.
Demek ki neymiş? Gemisini yürüten kaptanmış, diyenler.
Hayatımızda herbirimiz kendi vicdanımızla baş başayız, diyenler.
Bu ülkede vicdanının sesini dinleyenlere genellikle “enayi” derler, diyenler.
Bu topraklarda sonuç olarak para ve güce tapılır, diyenler.
Bu ülkede hiçbir hizmet cezasız kalmaz, diyenler.
Etik eksikliğinin sonucu ortaya çıkan yolsuzluğun bedelini vatandaş öder. Yapılan yolsuzluğun bedeli, insanların azalan eğitimleri, azalan sağlık hizmetleri, sosyal güvenceleri, insan hakları ve hatta azalan yaşam kaliteleri demektir. Yolsuzlukla mücadele, net belirlenmiş, dökümante edilmiş, toplumca genel kabul görmüş etik normlarına uymakla çözümlenir.