DR. NEJAT TAMZOK
Yirmi birinci yüzyılla birlikte, Çin yeni bir atağa kalktı.
2000 yılından itibaren her yıl bir önceki yıldan daha hızlı büyüdü. 2007 yılı geldiğinde, büyüme hızı yüzde 14,2’ye kadar yükselmişti.
Sonraki yıllarda bir ölçüde yavaşlasa da, son 16 yıldaki ortalama büyüme hızı yüzde 10 düzeyinde oldu.
Yüzyılın başında dünyanın yedinci büyük ekonomisiyken, önündeki ülkeleri hızla sollayıp 2009 yılından itibaren ikinci sıraya yerleşti. Süper güç ABD ile olan makası da inanılmaz ölçülerde kapattı.
Böylesi bir ekonomik performans, aynı zamanda ciddi bir enerji tüketimini de gerektiriyordu. Son 16 yılda enerji tüketimi 3 kat, elektrik tüketimi 4 kat arttı.
Yurtiçi kaynakları bu düzeyde bir tüketim artışını karşılamak için yeterli değildi. Yüksek miktarlarda enerji ithalatına yöneldi. Petrol ve kömürde, yeni yüzyılın ilk 16 yılında ortaya çıkan küresel ithalat artışının yaklaşık yüzde 40’ı Çin‘in bu talebinden kaynaklanıyordu.
Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinin pek çoğunda enerji talebi gerilerken Çin’de hızla artan talep, küresel enerji piyasaları ve fiyatlar üzerinde etkili olan unsurların en başında geldi. Enerji zengini ülkeler Çin’deki yüksek büyümeden doğrudan yarar sağlarken, Türkiye gibi enerjide dışa bağımlı ülkeler olumsuz yönde etkilendi.
ÇİN’İ DİKKATE ALMAYAN BAŞARI ŞANSI YOK
Çin’in küresel enerji piyasalarını etkileme gücü, önümüzdeki yıllarda da azalmadan devam edecek.
Dolayısıyla, bu ülkenin enerji alanındaki yönelimlerini dikkate almayan bir politika ya da planlamanın, yakın geçmişte olduğu gibi bundan sonra da pek fazla başarı şansı olmayacaktır.
Öyleyse, Çin’in enerji politikalarına biraz daha yakından bakmakta yarar var.
YENİ NORMAL
2008 yılı küresel ekonomik krizine kadar rekorlar kıran Çin ekonomisi, krizle birlikte soğumaya başladı. Büyüme hızı yüzde 8’in de altına düşünce, Komünist Parti Genel Sekreteri Xi Jinping ekonominin bu yeni durumunu “yeni normal” kavramı altında tanımladı.
İşte, Çin’in önümüzdeki dönemde takip edeceği enerji politikalarının ipuçlarını, kalkınma modelini söz konusu kavram çerçevesinde yeniden tanımlayan ve Ulusal Halk Kongresi’nde geçtiğimiz Mart ayında onaylanarak yürürlüğe giren On Üçüncü Beş Yıllık Plan’da bulabilmek mümkün.
Buna göre; Çin’in “yeni normal”inde, artık yüksek büyüme hızları söz konusu değil. Artan borçlar nedeniyle ekonomide sürdürülebilirlik kaygısı yaşamaya başlayan Çin yönetiminin planlamaları, bundan sonraki dönemde daha ılımlı ve daha kararlı bir büyümeye işaret etmekte. On Üçüncü Beş Yıllık Planda, büyümenin vitesi, yüksek hızdan orta-yüksek hıza düşürülmekte ve önümüzdeki dönem için hız tabanı yüzde 6,5 seviyesine kadar indirilmekte.
Yeni plan ile birlikte değişen, sadece büyüme hızları değil. Büyüme modeli de değiştirilmekte ve ihracata dayalı büyüme modelinden iç tüketim ağırlıklı modele geçilmekte.
Bugüne kadar olan planlarda her zaman öncelikli hedef olarak belirlenen “üretim ve üretim kapasitesinin arttırılması”, bu defa ikinci plana alınmakta. Ekonominin yeni öncelikli hedefi, artık, üretimde verimlilik ve kalitenin arttırılması.
Yeni modelin odaklandığı kavram ise “inovasyon”. Kimya, tarıma dayalı sanayi, enerji üretimi ya da inşaat gibi ikincil ekonomik faaliyetler yerine, inovasyonun, bilgi ve yüksek teknolojinin öne çıktığı üçüncü ve dördüncü seviye ekonomik faaliyetlere geçiş hedeflenmekte.
ÇİN’İN ENERJİ İHTİYACI FRENLENECEK
Petrolde yüzde 62 ve doğal gazda yüzde 30 düzeyinde dışa bağımlı olan, bu nedenle enerji tüketimini üçte iki oranında yerli kaynağı kömüre dayamak zorunda kalıp son derece ciddi çevresel sorunlarla karşı karşıya kalan Çin’in, bu yeni ekonomik büyüme modelini kurgularken, enerji alanındaki darboğazlarını da dikkate almış olması son derece muhtemeldir.
Doğal olarak, On Üçüncü Beş Yıllık Plan ile ortaya konulan modelin en belirgin sonuçlarından biri, Çin’in enerji tüketimindeki yavaşlama olacaktır.
Bir yandan büyümenin vitesi düşürülürken diğer taraftan düşük enerji yoğunluklu, üstelik planda “yeşil” ifadesiyle nitelenen bir ekonomik faaliyetler profilinin hedeflenmesi, Çin’in enerji ihtiyacını, orta vadede beklentilerin de ötesinde frenleyecektir.
Temel ekonomik tercihlerin yanı sıra; düşük karbon ekonomilerinin ve “yeşil” yaşam tarzının teşvik edilmesi, enerji verimliliklerinin arttırılması, yerleşim yerlerinde hava kirliliklerinin azaltılması gibi çok daha somut hedeflere planın temel öncelikleri arasında yer verilmiş olması, bir taraftan enerji tüketiminin yavaşlamasında diğer taraftan enerji kaynak bileşiminin farklılaşmasında, ayrıca etkili olacaktır.
KÖMÜR TÜKETİMİ SON İKİ YILDA AZALDI
Aslında, Çin ekonomisindeki değişim ve eşzamanlı olarak enerji tüketimindeki yavaşlama, -planın yürürlüğe girmesinden önce- son birkaç yıldır başlamıştı.
Enerji tüketimindeki yıllık artış oranı 2000-2011 yılları arasında ortalama yüzde 9 düzeyindeyken, son 4 yıl ortalaması sadece yüzde 3 oldu. 1998 yılından itibaren her yıl artan kömür tüketimi, ilk defa son 2 yılda geriledi. Kömürün toplam enerji tüketimi içerisindeki payı, alınan tedbirlerle son 8 yılda neredeyse 10 puan düşürüldü.
Enerji tüketiminin arkasındaki itici güç olan elektrik üretimi ise, 2015 yılında yerinde saydı.
Diğer taraftan, On Üçüncü Beş Yıllık Plan’da “enerji devrimi” olarak nitelenen “yenilenebilir enerjilere geçiş” sürecinde, son yıllarda önemli mesafeler alındı.
2015 yılında, tüm Dünya’da işletmeye alınan rüzgar santrali kapasitesinin yarısı, güneş santrali kapasitesinin ise yüzde 30’u bu ülkedeydi. Türkiye toplam elektrik kurulu gücünün yüzde 40’ı büyüklüğünde rüzgar santrali ve yüzde 20’si büyüklüğünde güneş santrali, sadece tek bir yılda devreye alındı.
Çin enerji arenasında son birkaç yıldır zaten başlamış olan değişim sürecinin, ortaya konulan yeni hedeflerle birlikte çok daha hızlanacağını bugünden söyleyebilmek mümkündür.
Bu noktada söylenmesi gereken bir başka olgu ise, Çin’in, aşırı enerji tüketimini gerektiren mevcut sanayileşme profiliyle, devasa ithalat faturaları ve yüksek çevresel maliyetler karşılığında büyümesinin sürdürülebilir olamayacağını zamanında görebilmesi ve makas değiştirebilmesidir.
Söz konusu makas değişimiyle, Çin, bir taraftan enerji arz güvenliğini sağlamlaştırmaya yönelik hamle yapmakta, diğer taraftan hızla yaklaşmakta olan daha az fosil yakıt ve daha fazla temiz enerjili bir Dünya içinde pozisyonunu almakta.
Bulunduğumuz yüzyılın ilk bölümünde enerjinin küresel yönelimleri üzerinde belirleyici olan Çin’in bu yeni aldığı pozisyonun da enerji dengeleri üzerinde önemli etkilerinin olması son derece muhtemeldir. Ancak, söz konusu etkilerin bu defa çok daha farklı bir yönde olacağı ve bizi ilk bölüme göre çok daha farklı bir enerji arenasına taşıyacağı şimdiden görülebilmekte.
Ankara/Ağustos 2016
nejattamzok@yahoo.com