Haftalardır gündemde Akbelen Ormanı var.
Biraz çevre duyarlılığına sahip herkesin aklı oradaki ağaçlarda.
Bir mucize olsa da kesim durdurulsa rahatlayacağız; vicdanlarımız huzur bulacak, doğayı kurtardık diye bayram edeceğiz.
Ama bütün gözler Akbelen’e çevrilmişken, ülkenin diğer taraflarında madencilik için kesilen ağaç sayısını tahmin bile edemeyiz. Bu yüzden, sadece oradaki ağaçları kurtarmak vicdanları temizlemeye yeter mi bilmem.
Üstelik eğer madencilik söz konusuysa, emin olun tek problem ağaç kesimi de değildir.
MADENCİLİK ENDÜSTRİSİNİN SİCİLİ
Biliyorsunuz, bu endüstrinin sicili epey karanlıktır: Tarih boyunca insanın sömürülmesinin, çevre ve ekosistemlerin katledilmesinin, sıcak savaşlara varan anlaşmazlıkların en büyük nedenlerinden biri olmuştur.
Hele kömür madenciliğinin geçmişi acılarla doludur; ölüm hiç eksik olmamıştır.
Olumsuzlukların tümüyle geçmişte kaldığını söyleyebilmek ise mümkün değildir.
Buna rağmen, dünya, madencilik endüstrisinden vazgeçemez. Çünkü bugünün gelişmiş pek çok ülkesindeki zenginliğin arka planını oluşturan madencilik, günümüzde de en kârlı sektörlerden biridir. Küresel üretimin parasal karşılığı, -enerji hammaddeleri de dâhil edildiğinde- yılda 5 trilyon doların üzerindedir.
O nedenle, bugün neredeyse her ülke maden arar; Hollanda’dan İsviçre’ye, Güney Kore’den Papua Yeni Gine’ye kadar 170’e yakın ülkede madencilik yapılır.
Daha açık söylemek gerekirse, sınırları içinde mineral kaynağı olup da madencilik yapmayan ülke yoktur.
Türkiye de bu ülkelerden biridir.
TÜRKİYE’DE MADENCİLİK NE DURUMDA?
Mineral çeşitliliği bakımından dünyada zengin ülkeler arasında yer alan Türkiye’de 100’ün üzerinde maden türünden yılda 800 milyon tona yakın üretim yapılır. Sektörde 6 binin üzerinde işyeri bulunur, yaklaşık 130 bin kişi istihdam edilir. Ancak, Türkiye’de yürütülen madencilik faaliyetlerinin insan sağlığına, çevreye, ekosisteme, tarım alanlarına verdiği zararlar gündemimizden hiç düşmez.
Bununla birlikte, içinde bulunduğumuz çağda madencilik faaliyetleri olmaksızın insan yaşamının -en azından bugün olduğu biçimiyle- sürdürülebilmesi olası değildir. Bizim yöremizde ya da bizim ülkemizde olmasın da nerede yapılıyorsa yapılsın dememiz de ahlaki olmaz. Bu nedenle, madencilik faaliyetlerinden kaçabilmemiz çok da kolay değildir.
ÇEVRESEL ETKİLERİ EN AZA İNDİRMEK MÜMKÜN
Ancak, iyi haber şu ki bu endüstrinin çevresel etkilerinin tamamen sıfırlanamasa da en aza indirilebilmesi mümkündür. Çünkü bugün artık elimizde, geçmişin tüm olumsuz madencilik örneklerinden süzülerek oluşturulmuş kapsamlı kurumsal ve akademik bir birikim bulunmaktadır. Bu birikim, endüstrideki teknoloji ve inovasyonun ulaştığı düzeyle birlikte değerlendirildiğinde, madencilik faaliyetlerinde artık “sıfır kaza” ya da “çevreye en az zarar” hedeflerine ulaşabilmek hiç de zor olmamaktadır.
Yeter ki öncelik firmaların aşırı kârları değil, insanın refahı ve kamu yararı olsun.
Bunu sağlayacak olan da öncelikle devlettir; kuralları koymalı ve etkili denetimleri yapabilmelidir. Sermayenin değil toplumun haklarını önceleyebilmelidir. Madencilik nedeniyle insanların mevcut yaşam standartlarının olumsuz etkilenmesine engel olmalı, sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşamlarını sürdürebilme haklarını koruyabilmelidir. Ve en önemlisi de, madencilik faaliyetlerinden etkilenecek kesimlerin, kararlara katılımını sağlayabilmelidir.
Netice olarak, çevreyle barışık bir madencilik endüstrisinin anahtarı; demokrasi, insan hakları, hukuk ve kurumsal yapıların gelişmişlik düzeylerinde saklıdır. Akbelen’in ötesine geçip daha temiz bir çevre için talep etmemiz gerekenler de öncelikle işte bunlardır.
Amasra/Ağustos 2023