Çevre Mühendisleri: AB Raporu eleştirilerimizle örtüşüyor

Enerji Günlüğü - TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, Avrupa Birliği (AB) İlerleme Raporu’nda yer alan Çevre ve İklim Değişikliği başlığını değerlendirdi.TMMOB...

Enerji Günlüğü - TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, Avrupa Birliği (AB) İlerleme Raporu’nda yer alan Çevre ve İklim Değişikliği başlığını değerlendirdi.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı”Baran Bozoğlu imzasıyla yapılan konuya ilişkin açıklama şöyle;

“Ülkemizin 2013 AB ilerleme raporu 16.10.2013 tarihinde yayımlanmıştır. Çevre ve İklim Değişikliği başlığı rapor içerisindeki diğer birçok başlığa göre daha geniş yer almaktadır. Avrupa Birliği üyelik sürecinde 21.12.2009 tarihinde, 35 adet üyelik müzakeresi başlığından 12.si olan AB Çevre Faslı açılmıştır. Enerji, sanayi, yatırım, kentleşme gibi alanlarla doğrudan bağlantılı olan Çevre Faslı hiç kuşkusuz en zor ve en uzun müzakere fasıllarından bir tanesidir. 

AB'NİN ELEŞTİRİLERİ ODAMIZINKİYLE ÖRTÜŞÜYOR

AB ilerleme raporu, ülkemizin talep ettiği AB üyeliği için yapılan ve yapılacak çalışmalara dair AB‘nin görüşlerini içermektedir. "Çevre ve İklim Değişikliği" başlığı da ülkemizdeki çevre politikasının ve çevre yönetimi anlayışının sorunlarını ortaya koymaktadır. "Çevre ve İklim Değişikliği" başlığının her paragrafı ve sonuç kısmı önemli sorun alanlarına temas etmektedir. Odamızın, meslektaşlarımızın ve bilim insanlarının uzun zamandır dile getirdiği sorunlar AB tarafından da görülmüş ve raporda yer almıştır. 

ÇED MUAFİYETİ ELEŞTİRİLİYOR

Raporda, AB mevzuatının tersine, ÇED kapsamı dışında tutulan projelerin ve yatırımların genişletildiği eleştirilerek, Stratejik ÇED sürecine dair herhangi bir çalışma yapılmadığı belirtilmiştir. ÇED‘in sadece bir rapor olmadığını, bir süreç olarak algılanması gerektiğini, ÇED‘in yatırımların yapılması sürecinde bir engel olmadığını, aksine gelecekte yaşanabilecek sorunların şimdiden önlemlerinin alınması için önemli bir planlama aracı olduğunu, 3. Köprü Projesi‘ndeki plansızlığında ÇED muafiyeti kaynaklı olduğunu belirtmiştik.

Geniş coğrafi alanları, doğayı ve nüfusu etkileyecek olan projelerde ÇED muafiyetinin ülkemize, halkımıza ve doğaya zarar vereceğini belirtmiştik. Açtığımız davalar sonucunda bu muafiyetlerin iptal olmasına, yüksek mahkemelerin bu konudaki kesin kararlarına rağmen tekrar bu muafiyetlerin getirilmesinin ülkemiz için iyi olmadığını, hukukun, bilimin hiçe sayılması anlamına geldiğini her defasında vurgulamıştık.

STRATEJİK ÇED HAYATA GEÇİRİLMELİ

Çevresel Etki Değerlendirmesi, yapılacak olan yatırımların, projelerin inşaat aşamasından, faaliyetin sonlandırılmasına kadar geçen süreçte, yaşanabilecek olası çevresel etkilerin önceden görülmesini ve bu sorunlara dair hangi önlemlerin alınacağını içeren, halkın görüşlerini, bilim insanlarının görüşlerini barındırması gereken sürecin sonunda oluşturulan bir rapordur. Ancak bu etki değerlendirmesi her bir proje veya yatırım için ayrı ayrı yapılmaktadır. Dolayısıyla aynı coğrafi alanda bulunan her bir projenin kendi ÇED raporu oluşturulmakta, bu projelerin birbiri ile etkileşimi ve kümülatif etkisi değerlendirilmemektedir. Örneğin, aynı dere üzerine yapılması planlanan HES projeleri birbirinde bağımsız olarak değerlendirilmektedir. 

Stratejik ÇED kavramı bir nevi üst ölçekli plan olarak ele alınmakta ve bu coğrafyadaki yatırımları önceden planlayarak, projelerin birbiri ile etkileşimini vb. değerlendirebilmektedir. Bu anlamda, ülkemizdeki çevre sorunlarının engellenmesi ve çözülmesi adına Stratejik ÇED süreci biran önce hayata geçirilmelidir. 

ÇED ONAYI BAKAN TARAFINDAN VERİLİYOR

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nın kurulmasının ardından, tüm ÇED raporlarının Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Erdoğan Bayraktar tarafından imzalandığı bilinmektedir. Bilindiği üzere, "Bakan" görevi siyasi bir görevdir. ÇED Raporunun değerlendirilmesi teknik bilgi ve deneyim gerektirir. Öte yandan, hesap verilebilir bir biçimde bu raporların incelenmesi gerekir. Bu nedenle, ÇED Raporları’nın Bakan tarafından değil, kanun ve yönetmelikler kapsamında hesap verebilir olan Teknik ve İdari kadrolar tarafından değerlendirilmesi gereklidir. Aksi halde, siyasi algı raporların değerlendirilmesine sirayet edebilecektir. 

ATIK YÖNETİMİNDE BİLİM DIŞI "BEYAN ESASTIR" YAKLAŞIMINA SON VERİLMELİ

Raporda, düzenli depolama tesislerinin geliştirildiği ve bu konuda çabaların olduğu vurgulanmıştır. Öte yandan, atık yönetim planının yokluğu eleştirilmiştir. Ülkemizde toplamda ne kadar atığın, hangi sektörlerden oluştuğu net olarak tanımlanamamaktadır. Sanayiden kaynaklı atıklar ve miktarları "Ulusal Atık Taşıma Formu" ve "Ayık Beyan Sistemi" üzerinden tespit edilmektedir. Bu formu ve beyanı atığı oluşturan sanayici ve atığı alan firma doldurmaktadır. Beyanların gerçekliği sorgulanmamaktadır. Atıklar, çevre kirliliği ve halk sağlığı açısından oldukça önemlidir. İzmir Gaziemir‘deki radyoaktif atıklar, Karadeniz‘de, Marmara‘da sahile vuran atıklar ve Tuzla‘da çıkan tehlikeli atıklar gündemde uzun süre yer almıştır. Yeni atık krizlerinin yaşanması ise bu sistem kapsamında an meselesidir. Bu noktada yapılması gereken, sanayi içerisinde kütle-denge yaklaşımı ile mühendislik hesaplaması kapsamında atık oluşumunun teknik bir çalışma ile her bir sanayi için tespit edilmesidir. Bunun hayata geçirilebilmesi için, Bakanlık merkez ve taşra teşkilatlarında teknik personel istihdamı arttırılmalıdır. Ulusal Atık Yönetim Planı, Atık Taşınımı Yönetmeliği, Maden Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği gibi atıklarla ilgili önemli mevzuat çalışmaları henüz tamamlanmamıştır.

SU YÖNETİMİ SORUNLUDUR

Raporda, Çevre ve Orman Bakanlığı‘nın kapatılarak yerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı‘nın kurulmasının "su yönetimi"nde koordinasyon ve sorumluluklarda sıkıntılar olduğu dile getirilmiştir. "Su"yun "Çevre"den bağımsız ele alınmasının ekolojik, teknik, bilimsel ve idari olarak doğru olmadığını, sorunlar yaratacağını birçok toplantıda, açıklamamızda, Bakanlık görüşmelerinde, TBMM görüşmelerinde dile getirmiştik. Havza eylem planlarının hazırlanması tek başına yeterli değildir. Havzalara, yer altı sularına dair bir Bakanlık çalışmakta, bu havzalara deşarj edilecek suyun kalitesine ve atık suyun denetlenmesine dair başka bir Bakanlık çalışma yapmaktadır. Bütünü göremeyecek olan bu idari yapılanma, Ergene havzasındaki kirliliğe de çözüm üretememektedir.

BAKANLIĞI’NIN İDARİ KAPASİTESİ ZAYIF

Raporda aşağıdaki ifadelerle idari kapasitenin zayıfladığı belirtilmektedir;"Eski Çevre ve Orman Bakanlığının 2011 yılında iki yeni bakanlığa ayrılması ve yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde devam eden yeniden yapılanma çalışmaları, Türkiye‘nin güçlü bir çevre ve iklim değişikliği politikası izlemeye yönelik idari kapasitesini önemli ölçüde zayıflatmıştır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığında, çevre ve kalkınma gündemleri arasında hâlâ bir denge kurulmamıştır. Çok sık yaşanan personel değişiklikleri, uzmanlaşmış birimlerde yetkinlik kaybına yol açması nedeniyle endişe vericidir. Özellikle denetim, izleme ve izinler olmak üzere, çevre yönetimi alanında il bazındaki yetkinliğin kaybedilmesine ilişkin bazı kaygılar söz konusudur" Çevre sorunlarının engellenmesi ve çözümü, öncelikle teknik bilgi gerektirir. Bu teknik bilginin ardında, güçlü ve siyasi baskıdan bağımsız bir idari yapı bulunmalıdır. Ne yazık ki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu yapıdan oldukça uzaktır. Kirliliğin tespiti, denetlenmesi, çevre izin-lisans süreci, ÇED Raporu değerlendirmesi, çevresel izleme teknik alanlardır ve bu görevler uzmanlaşma ve deneyim gerektirir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nda merkez ve taşra teşkilatında teknik personel bu alanlarda istem dışı çok sık yer değiştirmektedir.Şube Müdürlerinden, Genel Müdürlere kadar tüm yöneticiler görevlerini "vekaleten" yürütmektedir. Çevre yönetimi sürecinin siyasi baskıdan uzak, bağımsız, bilimsel-teknik temellerle yapılmalıdır. 

SORUN, AB ÜYELİĞİ TARTIŞMASI DEĞİLDİR

Raporun "Çevre ve İklim Değişikliği" başlığı, AB‘ye üye olmak veya üye olmamak tartışmalarından bağımsız değerlendirilmelidir. Başlık altındaki bazı ifadeler, eleştiriler muallak ve yetersiz olmakla birlikte, belirtilen sorunlar uzun zamandır Odamız tarafından yapıcı, çözüm üreten bir biçimde dile getirilen sorunlardır. Hükümet ve ilgili Bakanlıklar (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı) bu eleştirileri artık dinlemeli ve çözüm üretme noktasında adım atmalıdır. Çünkü çevre kirliliği sadece dünün veya bugünün değil, geleceğin de sorunudur ve geniş coğrafyaları ve kitleleri etkilemektedir.

SİYASİ BASKIDAN UZAK, TEKNİK KADROLARI GÜÇLÜ BİR ÇEVRE BAKANLIĞI ACİLEN KURULMALI

Söz konusu sorunlar AB üyeliği için, Çevre Faslı için değil, ülkemizin, halkımızın geleceği için çözülmelidir. Sağlıklı bir çevrede, huzurlu, doğa ile barışık yaşamak tüm halkımızın en doğal hakkıdır. Bunun için, çevre kirliliğini azaltmayı hedefleyen her türlü eleştiri nereden geldiğinde bağımsız olarak dikkate alınmalı ve çözüm üretilmelidir. Odamız, meslektaşlarımızla birlikte, teknik/bilimsel bilgi birikimini söz konusu sorunların çözümü için ortaya koymaya her zaman hazırdır. Yeter ki, siyasi irade eleştirileri, önerileri ciddiye alsın ve kamu yararı gözeten çevre politikasının oluşturulması için adım atsın!Kamuoyunun bilgisine saygı ile sunulur....