Büyükada’da biyoçeşitliliği koruma projesi uygulansın

Haluk DİRESKENELİ

Büyükada'nın Kadıyoran yokuşunun üst tarafındaki evlere bakıyorum; yıllar önce terk edilmiş, unutulmuş bir haldeydiler. Ancak son zamanlarda bu manzara yavaş yavaş  değişmeye başladı. Elektrikli otobüslerin sefere konulmasıyla artık bu yokuşları çıkmak zorunda kalmıyoruz, fakat yürüyerek inişlerde bu evlerin yenilenmiş hallerine tanık oluyoruz. Bir zamanlar kendi haline bırakılmış bahçeler, şimdi büyük bir özenle bakılıyor. Evler el değiştirdi, birer birer yenilendi, tadilattan geçti. Bahçeler ise eskisi gibi boş ve bakımsız değil; çimlendirildi, yeşillendi.

Her sabah, değerli şehir suyu ile sulanan bu bahçelerde, birkaç gün sonra çimler itinayla biçiliyor. Sulama sırasında etrafa yayılan taze çimen kokusu, yaz sabahlarının huzurunu artırsa da, çim biçme makinasının çıkardığı gürültü, bu sessizliği bozuyor. Çimleri sulamak, biçmek, bahçıvan ve diğer bakımlarla ilgilenmek için harcanan para hiç de az değil. İnsanlar, doğanın bu köşesini güzelleştirmek için önemli bir yatırım yapıyorlar.

Sabahları arka bahçeden Hristos Tepesi manzarasına bakarak çayımı içiyorum. Çam ağaçlarının altı yazın bu zamanlarında kuru otlarla kaplanıyor. İlkbaharda yeşeren bu otlar, yaz sıcağıyla tekrar kuruyor, sonbaharda ise yağmurların gelişiyle tekrar yeşeriyor. Ancak içimde bir soru beliriyor: Neden doğanın bu doğal döngüsüne sürekli müdahale ediyoruz? Neden onu olduğu gibi bırakmıyoruz? Doğa kendi halinde çok daha güzel değil mi?

Kendi kendine yeşerip kuruyan otlar, doğanın kendine has bir ritmi olduğunu hatırlatıyor. İnsan eliyle yapılan müdahaleler, bu doğal döngüyü değiştirse de, bazen onu olduğu gibi bırakmanın güzelliğini takdir etmeliyiz. Doğa, kendi kurallarıyla var olmaya devam ederken, bizim ona ayak uydurmak yerine onu kendi isteklerimize göre şekillendirmemiz belki de ona yapılacak en büyük haksızlık. Bırakalım doğa kendi kendine yeşersin, kendi halini korusun; çünkü o, böyle çok daha güzel.

Birkaç yıl önce, pandemi döneminin ilk yazı olabilir, Brüksel'de büyük bir kuraklık yaşanmıştı. O dönemde, tüm parkların çimleri tamamen kurumuştu. Görünüşe göre sulama yapılmadı, çünkü su kıtlığı tehlikesi de göz önünde bulunduruluyordu. Birçok kişi, tüm çimlerin kuruyup öleceğini ve yeniden dikilmesi gerekeceğini düşünüyordu. Ancak, yağmurların başlamasıyla birlikte her şey kendiliğinden normale döndü. Doğa, kendi ritmiyle, insan müdahalesi olmadan da toparlanabileceğini bir kez daha gösterdi.

Son birkaç yıldır, Brüksel'de "Mayıs ayında çim biçmeye ara verelim, biyoçeşitliliği destekleyelim" temalı bir kampanya yürütülüyor. Çoğu kişi bu kampanyaya katıldı ve hatta daha uzun süre çim biçmedi. Bu yıl bıraktığımız alan, önceki yıllara göre daha fazla çiçeklendi ve arılar gelmeye başladı. Doğanın bu kendi kendine yeşermesi ve çeşitlenmesi, hem çevreye katkı sağlıyor hem de bize doğanın gücünü hatırlatıyor. Bu deneyimden ilham alarak, Büyükada için benzer bir kampanya başlatmamızı öneririm. 

Belki biz de adanın yeşil alanlarında çim biçmeye bir süre ara vererek biyoçeşitliliği destekleyebiliriz. Bu sayede doğanın kendini yenilemesine fırsat verirken, aynı zamanda çevremizdeki flora ve faunanın da gelişmesine katkıda bulunabiliriz.