Enerji Günlüğü - Dış politika analisti ve yazar Aydın Sezer, son gelişmeler ışığında Türk-Rus ilişkilerinin değerlendirirken, iki ülkenin eski ve derin bağları olduğunu; şimdilik ilişkileri önemli ölçüde zedeleyecek bir gelişme yaşanmadığını söyledi.
Enerji alanında Türkiye’nin önemli partnerlerinden biri olan Rusya Federasyonu, Ukrayna-Rusya arasındaki savaşın başlamasıyla dış politikasını ister istemez yeniden şekillendiriyor. Avrupa Birliği (AB) ülkeleri başta olmak üzere birçok Batı ülkesi Rusya ile ilişkileri asgari düzeye indi veya askıya alındı. Bazı ülkelerse durumu fırsat bilerek Rusya’yla olan ilişkilerini geliştirme imkanı buldu.
Hem NATO üyesi, hem de AB’ye girmeye aday ülke olan Türkiye’nin de Rusya’yla birçok alanda derin ilişkileri bulunuyor. Üstelik Türkiye-Rusya arasındaki bazı ilişkiler, Sovyetler Birliği dönemine dayanıyor.
Türk-Rus ilişkileri alanında uzman dış politika analisti ve yazar Aydın Sezer, Enerji Günlüğü için, enerji başlığı altında Türk-Rus ilişkilerini değerlendirdi.
İsveç’in NATO’ya kabulüne onay verişi Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerine nasıl yansıyor?
İki ülke artasındaki ilişki, Sovyetler Birliği döneminden bu yana süregelen bir ilişki biçimi. İlk doğalgaz anlaşması 1984 tarihlidir. Dolayısıyla Türkiye hem Balkanlar üzerinden gelen hem de Karadeniz’den gelen Mavi Akım’la Rusya’nın önemli ithalatçılarından bir tanesi haline gelmişti. 2000’li yıllardan itibaren, özellikle nükleer enerjiye yönelik Rusya’nın ilgi ve arzusu çerçevesinde doğalgaza bir de nükleer enerji başlığı katıldı. Bir üçüncü boyut vardı, o hala realize edilemedi ama hala gündemde; Samsun Ceyhan Petrol Boru Hattı ve Ceyhan’da Rusya’nın bir rafineri sahibi olması konusu. Bu konuda da aslında 2009’da büyük aşama kaydedilmişti; İtalya’nın da ortak olduğu bir proje şekline de dönüşmüştü ancak son dakikada bazı nedenlerle bu proje realize edilemedi. Daha sonra TürkAkım projesini görüyoruz, TürkAkım’ın şöyle bir esprisi var; Batı hattından gelen doğalgazı Türkiye’ye Karadeniz’in altından doğrudan getirecek bir proje; burada şöyle enteresan bir husus var; Türkiye 2014’te Rusya’nın Kırım’ı işgalinden sonra, Batı ambargolarına katılmadığı gibi ABD’nin özellikle engellemeye çalıştığı TürkAkım projesine onay veren bir NATO üyesi olarak bu hattın Türkiye sahillerinde karaya çıkmasını sağladı. Hatta hatlardan bir tanesinin Avrupa’ya gaz götürecek şekilde dizayn edilmiş olması hususunu da kabul etti. Yani şunu vurgulamak istiyorum; Türkiye ile Rusya arasındaki ikili ilişkiler tabii ki çok renkli, çok başlıklı, çok farklı ve çok derin ilişkiler.
Evet ilişkiler çok başlıklı ama aralarında bazıları çok öne çıkıyor sanırım.
Evet. Turizmden ticarete, yatırımlardan müteahhitlik hizmetine ama burada parasal bağlamda işin mali portresi bağlamında konuşuyor olursak en önemli alanın enerji iş birliği olduğunu biliyoruz. Kaldı ki son Ukrayna Savaşı’yla birlikte petrol alanlarında da fiyatların cazibesi sebebiyle Rusya’nın Türkiye’ye yeni imkanlar yarattığını, sağladığını da biliyoruz. Dolayısıyla bu ilişkiler aradaki siyasi ilişkilere bağlı olarak kolayca kopartılabilecek bir görünüm arz etmiyor. Çok köklü, yapısal ve her iki ülkeyi karşılıklı bağımlılık bağlamında birbirine bağlayan ilişkiler. Dolayısıyla ben önümüzdeki dönemde enerji işbirliğinde bir olumsuzluk yaşanacağını düşünmüyorum. Enerji işbirliğinde Akkuyu ile ilgili finansman sorunu bile seçim öncesi bir dönemde birçok kişinin sürpriz olarak nitelediği bir şekilde Rusya’nın tekrar para yatırmasıyla 2,6 küsur milyar dolar para transferiyle başka bir boyuta evrildi. Dolayısıyla burada herhangi bir sıkıntı yok.
Peki, Türkiye’nin bir NATO üyesi olması ilişkilerde gerilime neden olmuyor mu?
Türkiye bir NATO üyesi olarak Sovyetler Birliği ile de Rusya’yla da ikili ilişkilerini hep Batı ile olan bağlarından farklılaştırarak, dengeleyerek, kendi ulusal çıkarlarını ön plana çıkartarak koruyagelmiş bir ülke. Böyle bir deneyim var. Krizlere yönelik iki ülke arasında teste tabi tutulmuş birçok konu var. Yani unutmayalım ki uçaklarını düşürdük Ruslar’ın; unutmayalım ki Suriye’de Libya’da bazı noktalarda çok ciddi sınamalardan geçtik. Yine unutmayalım ki Ukrayna Savaşı öncesi Türkiye’nin Ukrayna politikası nedeniyle Lavrov’un ve Putin’in bizzat bizi kelimenin tam anlamıyla tehdit ettikleri süreçleri de yaşadık, aynen şunu söylediler; “Siz Ukrayna’yı cesaretlendirerek, Rusya’nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü bozmaya yönelik teşvikte bulunuyorsunuz. Biz hiç istemeyiz ama biz de sizin etnik sorununuzla ilgilenmek zorunda kalabiliriz” dediler. Resmi olarak Rusya dışişleri açıkladı. Bunu da geride bıraktık. Bunu, üstelik savaş başladığı gün geride bıraktık. Herkes Türkiye’nin savaşta Ukrayna’nın yanında yer alacağını beklerken, Erdoğan “Biz Rusya’dan da Ukrayna’dan da vazgeçmeyiz” şeklinde bir açıklamayla giderek daha fazla Rusya’ya yaslanan bir politika sergiledi son bir buçuk yılda. Esir takaslarından tahıl anlaşmasına kadar; Rus yatırımcı ve işadamlarına Türkiye’de uygun iklim şartları hazırlamaktan, işte Akkuyu’ya finansman sağlamaya kadar bir dizi süreç. Bunu bir defa yerli yerine koyalım.
Türkiye NATO’da yeni üyelere onay vererek yön mü değiştirdi?
Şöyle bir husus var, bu Türk kamuoyunda artık yanlış mı anlaşılıyor yoksa bilinçli olarak, kasıtlı olarak mı kullanılıyor bilmiyorum; “Türkiye son günlerde yönünü Batıya dönüyor, Rusya’ya sırt mı çeviriyor? Türkiye eksen mi değiştiriyor?” gibi bir soru var. Şimdi birincisi Rusya için değerli olan Türkiye, NATO üyesi bir Türkiye’dir. Bu Sovyetler Birliği döneminden beri böyledir. Yani NATO şapkamız olmasa, herhangi bir ülke gibi Rusya’yla ilişki tesis etmeye kalktığımızda bu ne Rusya’nın ne de Türkiye’nin isteyeceği sonuçları doğurmaz. Bir defa bu işin bir cazibesi var. İkincisi Rusya Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğini erteleme sürecini şaşkınlıkla karşıladı ama bundan çok faydalandı; çok da yararlı oldu. Fakat önünde sonunda Türkiye’nin “Evet” diyeceğinden emindi. Zaten “Evet” demesiyle de ilgili herhangi bir olumsuz tepki gelmedi. Olumsuz tepki NATO ve İsveç’e yönelik olarak geldi çünkü bu iki ülke Finlandiya ve İsveç, tarafsızlık statülerini bozarak Rusya tehdidi altında oldukları gerekçesiyle NATO’ya giriyorlar. Bence şimdi daha fazla Rusya tehdidine açık hale gelecekler. Çünkü Rusya, sınırına çok ciddi tahkimat yapacak.
Ankara’nın son günlerdeki Ukrayna’yı destekleyen açıklamaları Türkiye-Rusya ilişkisine nasıl yansıyacak?
Ukrayna lideri Zelensky ziyaretinde Erdoğan’ın “Ukrayna NATO üyeliğini hak ediyor” ifadesi de yeni bir ifade değil. Biz zaten açıkça Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğini destekleyen; bu konuda üstümüze düşen şeyleri yerine getiren bir ülke konumundayız. Ama Rusya şunu biliyor ki, Rusya Ukrayna’nın NATO üyeliğinin NATO’yla alakalı bir süreç olduğunu; Türkiye’nin inisiyatifiyle bir şey cereyan etmeyeceğini biliyor. Yani bu söz bir iyi niyet belirtisinden başka bir anlamı olmayan bir söz. Dolayısıyla Rusya’dan da herhangi bir tepki almadık bu konuda.
BİR KRİZ OLUŞMADI AMA BAŞAĞRISI VAR
Ama Zelensky Ankara’ya yalnız gelse de ülkesine yalnız dönmedi...
Evet, Azov militanlarının Zelensky’nin uçağıyla gönderilmesi konusu ciddi bir sorun olarak ortaya çıktı. Bu doğru. Çünkü burada Türkiye’nin anlaşmalara aykırı hareket ettiği vurgulandı. Bu da doğru. Fakat burada da enteresan olan husus şu; Putin veya Lavrov değil, bizzat Hakan Fidan Lavrov’u arayarak bu durumla ilgili görüşme yaptı. Yani bu çok enteresan ve ilginç bir konu; ya içinde bulunduğumuz durumu anlattılar anlayış göstermelerini istediler; ya belki özür dilediler. Yani tam kelime anlamıyla özür dilemek olmasa bile anlayış gösterilmesini talep etmiş olabilirler. Bu konu Kremlin’den de dışişlerinden de bir kınama gibi bir ifadeyle hafif yollu geçiştirildi. “Bize bilgi verilmesi gerekiyordu, bilgimiz dışında oldu” dedi. Fakat kamuoyunda ve özellikle medyada bu çok ciddi şekilde eleştirildi. Türkiye’ye yönelik suçlamalar yapıldı. Türkiye’nin güvenilmez bir ülke olduğundan tutun da dün bir TV programında Olga Skabeyeva hanımefendi, “Madem öyle biz de PKK’ya destek verelim” gibisinden bir ifade kullandı.
Peki, bu ciddi bir sıkıntı değil mi?
Bu kriz, kriz de denmez aslında, bu baş ağrısı, Türk-Rus ilişkilerinde çok kolay atlatılabilecek bir sorun gibi önümüzde duruyor. Çünkü bizim bırakın Suriye’yi Libya’yı Dağlık Karabağ’ı; Ukrayna savaşına olan tutumumuz, özellikle de enerji bağlamındaki ilişkilerin büyüklüğü Türkiye ile Rusya arasındaki bir krizi, Rusya’ya bir sırt dönüşü kaldırabilecek durumda değil. Dolayısıyla bu bağlamda bir ciddi sorun çıkacağını düşünmüyorum. Ha, Putin’in olası ziyareti belki ertelenebilir; bunu söylerken de şunu ifade edelim Sayın Erdoğan ikide bir Putin’in Ağustos’ta Türkiye’ye geleceğini ifade ediyor, bu konuda üzerinde mutabakata varılmış bir tarih yok; böyle bir davet var, Putin çok uzun süreden beri Türkiye’ye gelmiyor. Pandemiden önce de gelmemişti zaten; dolayısıyla bir ziyaret gündeme gelebilir. Zaten bir telefon görüşmesiyle de halledilebilecek konular. Her iki liderin de birbirlerine bu gibi konularda açtığı bir kredi olduğunu hatırlatmakta yarar var. Bir de tabi Türkiye açısından önemli olan tam turizm sezonunun ortasında olduğumuz bir dönemdeyiz. Bunu da bir tarafa not etmek gerekiyor.
Türkiye’nin Azerbaycan’la iç içe geçmiş, artık et tırnak gibi olmuş bazı ortaklıkları, işbirlikleri de var, bunlar ne anlam ifade ediyor Türk-Rus ilişkileri açısından?
Şimdi Türkiye’nin enerji yolculuğunda özellikle doğalgazı baz alarak söylüyorum; Rusya her zaman belirleyici ve önemli bir ülke olageldi. Fakat Türkiye 1988’den itibaren yüzde 100 Rus gazına bağlı olmaktansa alternatif kaynaklara da yönelmeyi tercih etmiş bir ülke. Yani 1988 yılında elbette Sovyetler Birliği ile yapılan anlaşmadan sonra, bizim alternatif doğalgaz alımımız sadece sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) olarak Nijerya ve Cezayir’den gerçekleşti. Üstelik bu anlaşmaları biz 1988’de yaptığımız zaman gelen doğalgaz için bir çevrim santrali bile yoktu Türkiye’de. Yani önce anlaşma yapıldı sonra Marmara yöresinde çevrim santrali yapıldı. 1990’ların ortasından itibaren elbette Türkmenistan, İran devreye girdi, 1996 yılından itibaren. Türkmenistan’dan gaz alamadık elbette Hazar sorunu, başlı başına Hazar geçişi sorunu vardı. Ama İran anlaşması neticelendi. 2000’lere doğru da Şahdeniz gazının bulunmasıyla birlikte bizim kaynaklarımız arasına Azerbaycan da dahil oldu. O dönemde iki ülke arasındaki yakın işbirliği çerçevesinde Azerbaycan’la yapmış olduğumuz doğalgaz anlaşmasının Rus anlaşmalarından temel farkı şuydu; fiyatta bir indirim vardı, sınırda teslimde bir -Rus fiyatı referans alınıyordu ama- belli bir ölçüde indirim vardı; ama milli hatla taşınıyordu Azerbaycan gazı sınırdan itibaren. Milli, şebeke tarafından taşınıyordu. Ve daha önemlisi sembolik de olsa Türkiye’nin ihracat yetkisi vardı. Ve biz Yunanistan’a yarım milyar metreküp de olsa doğalgaz ihraç etmiş de bir ülkeyiz.
TANAP MİLLİ ŞEBEKEYİ BY-PASS EDEN BİR PROJE OLDU
Sonra 2010’lu yıllarda Azerbaycan gazını taşıyan TANAP gündeme geldi…
Şimdi tarihsel süreçte biz Türkiye açısından böylesine önemli bir anlaşma yerine TANAP projesini tercih etmek durumunda kaldık. TANAP projesi Türkiye’yi boydan boya koridor olarak geçen, Azerilerin, BP’nin ve Türkiye’nin ortak olduğu bir proje; içinden geçen gaz da zaten bir konsorsiyum gazı, bunun içinde BP de var, bunun içinde Ruslar da var BP’den sonra önemli hissedar olarak. Elbette Türkiye de var. Şimdi bu proje ne yazık ki, Türkiye’ye gaz getirecek bir proje olarak dizayn edilmedi. Ne yazık ki diyorum; bu proje daha önceki anlaşma örneğinde olduğu gibi milli şebekenin geliştirilerek, milli şebekeyle Türk iç piyasasına gaz sunmak varken, bu projeyle önemli bir miktarın Avrupa’ya gitmesinin önü açıldı.
TANAP GAZININ AVRUPA’DA REKABETÇİ BİR ÖZELLİĞİ YOK
Ama hem gaz getiriyor, hem Avrupa’ya gaz aktarıyor?
Proje, 16 milyar metreküplük bir kapasitenin 10 milyarı Avrupa’ya 6 milyarı Türkiye’de kalacak şekilde dizayn edildi. Ve biz kendi milli hattımız yerine TANAP projesinden doğalgaz alan bir ülke hâline geldik. Eskişehir ve Trakya çıkışlarına çok yüksek iletim bedelleri ödedik. Şimdi işte konu burada Rusya’yla ilişkiler bağlamında düğümleniyor. Çünkü TANAP’la Türkiye’ye gelen gaz miktarı, zaten gelen gaz miktarı kadardı; 6,6 milyar metreküp. Yani TANAP’la Türkiye’ye yeni bir gaz girişi olmadı. Bir defa bunun altını çizelim. İkincisi Avrupa’ya giden miktar da Rus doğalgazının Avrupa’da rekabet edeceği büyüklükte bir miktar değil çünkü Ruslar daha sonra tek bir hatla 15,75 milyar metreküplük bir TürkAkım yaptılar Avrupa’ya. Yani tek bir hatla ve kısa bir hatla. Dolayısıyla TANAP gazının ithal veya referans fiyatıyla Avrupa’da satılmasıyla Rus gazına rakip olması söz konusu değil.
İşin bu yönü Türkiye için ne anlam ifade ediyor?
Bunun Türkiye’ye olumsuzluğu şöyle ortaya çıktı; işte şimdi tam da Putin’in Türkiye’de bir doğalgaz merkezi “hub” olması çalışmalarını yürüttüğü ya da yürütüldüğü -Türkiye de bu projeye oldukça iştahla yaklaşıyor- böyle bir durumda biz şöyle bir manzarayla karşılaştık; İran gazı var Türkiye’ye geliyor, LNG geliyor, yeni kaynaklar bulundu, anlaşmalar bitmiş olsa da spot piyasadan geliyor. Bir Arap boru hattı var Mısır gazını Türkiye’ye getirmek üzere dizayn edildi 2000’lerin ilk bölümünde ve bu hat Türkiye’den de başlayarak Halep’e kadar da inşa edildi.
Sonra ne oldu bu Arap Boru Hattı’na?
Suriye iç savaşı nedeniyle Halep-Humus arası yapılamadı. Yoksa Mısır gazı, Ürdün üzerinden Lübnan’a kadar bile ulaşacak noktada Suriye’ye ulaşıyor. Bu da Türkiye’de nihayete eren bir boru hattıydı. Ama TANAP böyle değildi ne yazık ki. TANAP’ın önü kesilmiş olsaydı, o hat Türkiye’de kalacak olsaydı, gelen Rus gazına biz özellikle TürkAkım’ın ikinci hattına da şerh koyabilecektik. Ve Türkiye böylece çok daha önemli bir “hub” olma konusunda öne çıkacaktı. Ama Ruslar bize TANAP projesini örnek gösterince elimiz kolumuz bağlı kaldı. Ruslara daha büyük -tırnak içinde söylüyorum- imtiyaz vermiş olduk.
TÜRKİYE KORİDOR DEĞİL HUB OLMALI
Şimdi HUB olmanın önünde engel mi peki?
Şimdi işin enteresan tarafı; Avrupa Ukrayna savaşından sonra Azeri gazını, Hazar Denizi gazını almaya çalışıyor. Sayın Cumhurbaşkanı da TANAP’ın kapasitesini genişlettirmekten bahsediyor. Bu çok büyük bir çelişki. Tam tersine TANAP’ın kapasite artışıyla sağlanacak gazın Türkiye piyasasındaki alıcılara sunulması gerektiğine dair bir anlaşma metni bu meclisten de geçti. Dolayısıyla bizim her şeyden önce; önce TANAP, sonra TürkAkım 2’nin önünü keserek bu gazı Türkiye’de bir piyasa oluşturulmasında kullanmamız gerekiyor.
O halde ne yapılması gerekiyor?
Bu perspektiften bakıldığı zaman da şunu söyleyeceğim; sanılanın aksine Azerbaycan gazı Ruslar için hiçbir zaman bir rekabet yaratacak büyüklükte değil. Kaldı ki Ruslar Azerbaycan’a gaz satıyor. Kaldı ki Rusya Türkmenistan’dan gaz alıyor. İran üzerinden 5-5,5 milyar metreküp gaz alıyor. Şahdeniz 1 ve 2; şu anda 2’yi konuşuyoruz; aslında 2 de var mı yok mu o da tartışılır. Yani 1’in biraz ötesindekine 2 dedik konsorsiyum yapısı değişti, BP’nin oyun planıyla bu TANAP oldu.
Bu oyun planı meselesini biraz açar mısınız?
Onu şöyle bir parantez içinde açayım, öyküsü var; Biz Nabucco projesini onayladığımızda 5 ülkeyle anlaşma imzalandığında Aliyev (Azerbaycan) bu projeye katılmadı. Çünkü o tarihlerde Türkiye-Ermenistan yakınlaşması söz konusuydu. Aliyev aynı gün Londra’da BP ile TANAP’ı dizayn ediyordu. Madem öyle, TANAP zararlı bir proje mi? Hayır, Türkiye’de yatırım yapıldı faydalı bir proje ama Türkiye’yi koridor yapan bir proje. Oysa Ukrayna gibi bir transit ülkesi olabilirdik. O hattı biz yapabilirdik, biz taşıyıp biz para kazanabilirdik. Şimdi kendi topraklarımızdan geçen hatta Eskişehir’de 79 dolar 1000 metreküpüne nakliye bedeli ödüyoruz. Üstelik kaynağındaki gaza da ortaklığımız var yüzde 19,5 mertebesinde. Şahdeniz 2’nin ortaklarından birisi de biziz. Birisi de Rusya tekrar ettiğim gibi. Dolayısıyla burada gaz ticaretinde siz de çok iyi biliyorsunuz, ülkeler, bayraklar milli perspektiflerden ziyade oyun şirketler arasında kurgulanıyor. Rusya’da bu Gazprom’la özdeşleşmiş orada yabancı aktörler çekildiler. Özellikle Ukrayna Savaşıyla Japonlar, Shell, BP hepsi çekiliyor. Ama Azerbaycan’da uluslararası bir niteliği var Azerbaycan’da. Dolayısıyla bu boyutta da ben Rusya’yı rahatsız eden bir gelişme olduğu ya da olacağı kanaatinde değilim. Ama bizim hem Rusya’nın TürkAkım 2, hem TANAP’ın önünü mutlaka kesmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Türk-Rus enerji ilişkilerinin nükleer enerji boyutuna ilişkin düşünceleriniz nedir?
Şimdi öncelikle bir hususun altını çizmek gerekiyor. Akkuyu Nükleer Santrali ihaleye ilk çıkıldığında, bir Rus firması ve bir Türk firması ortak teklif vermiş ve ihaleyi almışlardı. Ve kapasite aynı kapasiteydi, yani 4.8 GW kurulu güç söz konusuydu. Ve proje maliyetinin de yaklaşık 11-13 milyar dolar olacağı ifade ediliyordu. Bu rakam bugün o ihaleyi kazanan Türk firmasının web sayfasında hala mevcut. Bir defa bunun altını çizelim. O ihale CHP’nin ve Türkiye Mimar ve Mühendisler Odaları Birliği’nin girişimiyle iptal edildi. İptal edildiği anda Türkiye, projeyi ilgili Rus firması ve Rus devletiyle ikili anlaşma şekline çevirdi. Ve bugünkü proje şekillendi. Burada belirttiğiniz gibi çok yüksek alım bedelleri var, 11,25 dolar/cent + KDV, her üniteye 15’er yıl süreyle üretilecek elektriğin bir bölümü satın alma garantisi verdik. İlk iki üniteye yüzde 70, son iki üniteye yüzde 30 oranında alım garantisi sağlanmıştı. O dönemde nükleer enerjinin dünya piyasalarındaki fiyatının 4-6 dolar/cent olduğunu düşünürsek, bu üç katına yakın bir rakamdı. Bunu eleştirenler arasında ben de vardım. Bir defa bunu net olarak söyleyeyim. Oldukça yüksek bir rakamdı. Ama şöyle bir finans modeli kurulduğu için ben o kadar da üstünde durmadım yani dile getirdim ama diğer hususların yanında bu konuya da fazla eğilmedim. Çünkü bizim bir kuruş finansmanımız olmadan bitirilecek bir proje; yap-işlet-sahip ol projesi bu. Yani devretme boyutu yok. Dolayısıyla 4-6 Cent’in üstüne 11-12 Cent’e çıkan boyutu da inşaatın maliyeti, santralin kurulma maliyeti olarak düşünmek gerekiyordu ve biz bir kuruş finans ayırmadık.
FİYAT NASIL MAKUL HALE GELDİ?
Şimdiki piyasa fiyatlarına göre durum nasıl?
Şimdi konjonktür değişti, enerji fiyatları değişti, Rusya-Ukrayna Savaşı çıktı, şu oldu bu oldu; enerjinin fiyatı pahalandı ve bu 11-12 cent makul bir rakam haline geldi. Yani bir defa bu bilinçli bir tercih değildi, konjonktür bunu getirdi. İkincisi, anlaşma 2010’da imzalandı, 2023’teyiz, hâlâ bir açılmış ünite yok; muazzam bir gecikme söz konusu. Gecikmenin temel sebebi de Türkiye ve Rusya siyasi otoriteleri bu anlaşma imzalanırken projenin yüzde 51’inin Ruslara yüzde 49’unun da bir Türk firmasına ya da Türk kuruluşuna devredilebileceği konusunda bir madde koydular. Bu firmanın ya da devlet kuruluşunun adı maalesef belirtilmedi ama dedikodulara göre birilerine adreslenmiş bir paydı. Bu payı biz bugüne kadar gerçekleştiremediğimiz için, para yatıramadığımız için bu anlaşmayla ilgili tüm hükümlerde de sanki bu Rusya’ya verilmiş çok büyük bir ayrıcalıkmış gibi görünüyor. Evet, aynen de öyle aslında görünmek de değil anlaşmadaki birçok madde ihlal edildi, liman verildi, ana müteahhit değiştirildi. Rus devlet nükleer şirketi Rosatom’un iştiraki Atomstroyexport’un olması gerekiyordu. Daha önemlisi Akkuyu NGS’ye stratejik yatırım statüsü verildi. Mevcut anlaşmadaki ayrıcalıklar ve imtiyazlara bir de devlet teşvikleri eklendi. Burada bir tereddüt yok ama bu projenin yüzde 49’u Türkiye’nin olsa sesimiz bu kadar yüksek çıkmayacaktı. Şu anda bunu tartışıyoruz.
HANGİ TARAFIN MAĞDUR OLDUĞU TARTIŞILIR
Projenin gecikmesi Rusları da rahatsız etmiyor mu?
Anlattığım nedenlerle tıkanmış projeye Rusya, 2,6 milyar dolar daha getirdi. Yani yaklaşık 5,9 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye geldi ve kendi teknolojileriyle Türkiye bir kuruş para harcamadan, Türkiye’ye bir nükleer santral yapılıyor. Yani burada mağdur olan Rusya mı, Türkiye mi ayrı bir tartışma. Ama aynı şartlarda Sinop’u teklif ettik Ruslara, kabul etmediler. Yani Akkuyu dersinden sonra kabul etmediler. Sinop’ta bayağı mesafe alındı Ruslarla, tamamen farklı bir finansman modeliyle yani yap-işlet-devret olabilir; kredi alabilir Türkiye Rusya’dan. Yani zaten bu Akkuyu projesi dünyada ilk ve tek finans modeli açısından bir örnek. Rusya bunu Mısır’da da Hindistan’da da yürütmedi.
Erdem GÜNER - Enerji Günlüğü